Logo
< Yaşamı yeniden örgütleme ve yenilenme çağrısı

Kadın hareketinin gösterdikleri


D. Güneş

Emperyalist-kapitalist sistemin ekonomik-siyasal krizinin derinleşmesiyle birlikte sermaye iktidarlarının baskı ve şiddet politikaları artıyor, siyasal gericilik tırmanışa geçiyor. Geniş emekçi kesimler için ağır bir yıkım anlamına gelen politikalar, kadınlar nezdinde daha da ağır sonuçlara yol açıyor. Kadınların eşitsizliği ve yoksulluğu derinleşiyor, ayrımcılık yaygınlaşıyor, kadına yönelik şiddet artıyor.

Türkiye’de AKP iktidarı ile birlikte daha da derinleşen bu sorunlara dünyanın farklı coğrafyalarında da tanık oluyoruz. ABD’de kadın sağlığı açısından önem taşıyan kürtaj hakkı gasp ediliyor. En gelişmiş kapitalist ülkelerde ücret eşitsizliği derinleşiyor. Latin Amerika ülkelerinde kadına yönelik şiddet olağanlaşmış durumda. Kadına yönelik şiddete karşı uluslararası mücadelenin bir ürünü olan İstanbul Sözleşmesi’nden Türk devleti çıkarken, onbir ülke de sözleşmeyi uygulamayı reddediyor. Macaristan hükümeti LGBT karşıtlığını anayasa hükmü haline getirirken, AKP iktidarı da Macaristan Anayasası’ndan aldığı maddelerle anayasa değişikliği planlıyor.

İslami hükümlerin geçerli olduğu Doğu toplumlarında ise siyasal gericiliğin yansımaları daha ağır yaşanıyor. Afganistan’da Taliban’ın yeniden iktidara gelmesiyle birlikte, kadınlar kamusal yaşamdan tümüyle soyutlandı. Zaten kırıntı düzeyindeki hakları tümden gasp edilerek yeniden eve hapsedildi. Aylar boyu süren direnişlerine tanık olduğumuz İranlı kadınlara, şeriat hükümleri gereği ağır baskı ve şiddet sarmalı altında bir yaşam dayatılıyor.

Bu karanlık tablo karşısında kadınlar dünyanın dört bir köşesinde baskıya, şiddete, eşitsizliğe ve gericiliğe karşı direnmeye devam ediyor. Ülkemizde olduğu gibi dünyada da kadın hareketi sürekliliğini koruyor. 25 Kasım ve 8 Mart gibi tarihsel olarak kadın mücadelesi için önemli günlerin yanı sıra, her ülkenin özgülünde yaşanan sorunlar karşısında kadınlar harekete geçiyor, eylemler gerçekleştiriyorlar.

Geride bıraktığımız yıllara göz attığımızda, başta ABD ve İspanya’da gerçekleşen “kadın grevleri”nin yanı sıra, İsviçre’de “eşit işe eşit ücret” mücadelesinin yükseltildiğini görüyoruz. Latin Amerika ülkelerinde de kadına yönelik şiddete karşı ve kürtaj hakkı için kitlesel eylemler gerçekleştirildi.

Yakın dönemde kadın mücadelesinde öne çıkan en önemli örnek ise İranlı kadınların kitlesel ve yaygın eylemleri oldu. Kadınların gerici molla rejimine karşı mücadelesi on yıllardır farklı biçimlerde devam ediyordu. Geçtiğimiz yıl 22 yaşındaki Jina (Mahsa) Amini adlı genç bir Kürt kadınının başörtüsü kurallarına uymadığı gerekçesiyle uğradığı şiddet sonucu yaşamını yitirmesi ise yeni düzeyde bir hareketliliğe yol açtı. Gerici rejiminin izlediği saldırı politikalarına karşı son yıllarda gerçekleşen grev ve direnişlerin birikimi üzerine gelen bu eylemlilik yeni bir halk hareketliliğinin tetikleyicisi oldu. Kadınların öncülüğünde başlayan eylem, farklı toplumsal kesimlerin katıldığı bir halk hareketine dönüştü. Hareketin birleştirici öğesi, kadınların haklı ve meşru talepleri oldu.

Türkiye’de ise, tek adam rejiminin kadınları hedefleyen gerici dayatmalarına, baskı ve şiddet politikalarına karşı, süreklilik eğilimi gösteren bir kadın hareketliliği söz konusu. Kadın hareketi halihazırda toplumsal muhalefetin en dinamik kesimlerinden birini oluşturuyor. Büyük bir yıkım yaratan Maraş merkezli deprem ile 8 Mart süreci, bir kez daha kadın hareketinin dinamizmine ve sürekliliğine tanıklık etti. Deprem bölgesinde yaşanan büyük yıkım karşısında kadın örgütleri, başta kadınlar olmak üzere deprem bölgesinde yaşayan emekçilerle aktif dayanışma içinde oldular. Dayanışma ve mücadele çağrılarının yükseltildiği 8 Mart’ta ülkede yaygın eylemler gerçekleştirildi.

Toplam tabloya bakıldığında, dünyada ve Türkiye’de yaygınlaşan ve süreklilik eğilimi gösteren kadın hareketinin önümüzdeki süreçte de toplumsal hareketin temel bir öğesi olmaya devam edeceğini söylemek mümkün. Genel planda dünyada ve Türkiye’deki tablonun ortaya koyduğu bazı sonuçlara işaret edecek olursak:

* Dünyada ve Türkiye’de kadın hareketinin gündemlerine ve dinamiklerine baktığımızda, kadın sorununun esas olarak emekçi kadın sorunu olduğu görülmektedir.

 Her ne kadar hareket heterojen bir yapıya sahip olsa da, ele aldıkları sorunlar emekçi kadınların sorunları olarak karşımıza çıkmaktadır. Kapitalizmin krizinin ağırlaşması sınıf çelişkilerini derinleştirirken, kadınlar aleyhine şiddet ve eşitsizlik de yeni boyutlar kazanmaktadır. Günümüz dünyasında kadınların yaşadığı sorunlar, emekçi kadınların sorunları olarak kendini göstermektedir. Amerika’dan İtalya’ya, Türkiye’den Arjantin’e kadar bu böyledir. Nitekim bugün farklı eğilimleri içinde barındıran 4. dalga feministlerinin içinde bir kesim, emek eksenli bir kadın mücadelesi vurgusunu öne çıkarmaktadır. Bunun gerisinde, kapitalist sistemin krizinin her geçen gün derinleştirdiği servet-sefalet kutuplaşmasının kadın emekçiler üzerindeki ağır etkileri yatmaktadır.

* Kapitalizm koşullarında kadınların temel taleplerinin karşılanması kadını-erkeği ile işçi sınıfının örgütlü mücadelesine bağlıdır. İçinden geçtiğimiz süreçte yaşanan pek çok deneyim de bu gerçeği doğrulamaktadır. En yakın örneği İran’dır. Yılları bulan mücadelelerinde ve son eylemlilik sürecinde İranlı kadınlar farklı eylem biçimlerine başvurdular. Mahallelerden meydanlara, üniversitelerden fabrikalara, toplumsal yaşamın tüm alanlarında eylemler gerçekleştirdiler. Resmi rakamlara göre 7 milyon insan eylemlere katıldı. Ancak, pek çok kesimin de dile getirdiği gibi, gerici İran rejimini püskürtebilmek, İran işçi sınıfının sürecin temel öznesi olarak hareket edebilmesine bağlıydı. İran sanayisinin belkemiğini oluşturan petrol sektöründeki işçiler, diğer toplumsal kesimler gibi hareketin bir parçası olarak hareket etseler de, somut taleplerin elde edilmesi için İran kapitalizminin çarklarına yönelip üretimi durdurmadılar. Kitlesel eylemler rejime büyük bir korku salsa da, gerçekleşen birkaç grevin özel bir etki yaratamaması, sistemin çarklarının dönmesi, gerçekleşen eylemlerin rejim üzerinde yarattığı baskıyı zayıflattı.

Bir başka örnek ise Türkiye’den... Türkiye’de kadın hareketi en etkili kampanya süreçlerinden birini İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesine karşı yürüttü. Türkiye’nin dört bir yanında fesih kararına karşı eylemler gerçekleştirdiler. Yaygın ve süreklilik taşıyan eylemli süreçlere rağmen, tek adam rejiminin saldırısını geri püskürtmek olanaklı olmadı. Kadın hareketinin bazı özneleri dahi, bu saldırıyı geri püskürtmek için sendikaların (sınıfın “örgütlü” kesimlerinin) üretimden gelen gücü kullanacak şekilde sınıfı harekete geçirmesi ihtiyacına işaret etmek durumunda kaldılar.

İspanya ve İsviçre kadın grevleri de farklı yönleriyle örnek gösterilebilir.

Tüm bu örneklerden çıkan bir sonuç var. Gün geçtikçe saldırıların daha da boyutlandığı kapitalist sistemde, kadınların kazanılmış haklarına saldırı, sistemin işçi sınıfı ve emekçilere dönük saldırılarının organik bir parçasıdır. Esneme olanaklarını büyük oranda yitirmiş olan sistemin ayakta kalabilmek için gerçekleştirdiği saldırıları püskürtebilmek, kadın-erkek emekçilerin birlikte topyekûn mücadeleyi yükseltmesiyle olanaklıdır.

* Yükselen kadın hareketinin ortaya koyduğu bir başka olgu ise, kadın hareketinin açmazlarıdır. Farklı coğrafyalarda yükselen hareket büyük oranda feministlerin öncülüğünde gerçekleşmektedir. Burjuva kadın hareketinin gelişmesinden bu yana, farklı dönemlerde (2. 3. ve 4. dalga olarak tanımlanan) feminist akımlar ortaya çıkmıştır. Ancak bu akımlar, ekonomik ve siyasal gelişmelerden, devrimci hareketin ve toplumsal hareketin seyrinden bağımsız bir ilerleme yaşayamamıştır. Bundan dolayıdır ki, bugün 4. dalga feminizmi üzerinden farklı eğilimler açığa çıkmaktadır. Yaşanan sorunlar ele alınırken emek eksenli tanımlamalar yapılmakta, Marksizm ile feminizm arasındaki açının kapatılması tartışmaları sürmektedir.

Türkiye’deki feminist hareket ise tam tersi bir çizgide hareket etmektedir. Marksist olduğunu iddia eden akımların kadın örgütlenmeleri bile ‘70’li yılların feminist akımlarının argümanlarını ileri sürebilmekte, “Marksizm ile hesaplaşmayı” gündemine almaktadır.

Özellikle 4. dalga feminizminde ifadesini bulan akımların yaşadığı açmazların aşılmasının yegane yolu, uluslararası planda devrimci hareketin güçlenmesi, ideolojik olarak yenilenmesi ve sınıf hareketinin güç kazanmasından geçmektedir. Kadın hareketinin sağlıklı bir rotaya oturmasının yegane güvencesi budur.

Son olarak, dünya çapında kadınların öncülük ettiği mücadele dinamiklerini ve ideolojik tartışmaları daha yakından izlemenin bir ihtiyaç olduğunu belirtmek gerekiyor.


Üste