Logo
< Karadeniz: Bir halklar mozaiği - Habip Gül

Kürt ulusal sorunu


 

Kürt ulusal sorunu

 

Ulusal sorun Türkiye’de Kürt sorunundan ibaret değildir. Ulusal baskıyı değişik biçimlerde yaşayan, haklardan yoksun, Arap, Ermeni, Çerkez, Gürcü, Rum, Laz vb. azınlık milliyetler de var. Bunlardan yalnızca ikisi, Rumlar ve Ermeniler, Lozan anlaşmasının zoruyla ve birer "Hıristiyan azınlık" olarak sınırlı bazı haklara sahiptirler.

Fakat Türkiye’de ulusal sorunun ekseni ve esası Kürt sorunudur. Kürt ulusal sorunu azınlık milliyetler sorunuyla kıyaslanmayacak özelliklere, kapsama ve öneme sahiptir. Toplumumuz için olduğu kadar devrimimiz için de...

Herşeyden önce, Kürtler bir ulustur. Üstelik büyük bir ulus. Yaklaşık rakamlarla, Türkiye’nin nüfus olarak dörtte birini Kürtler, toprak olarak üçte birini Kürdistan oluşturmaktadır. İkinci olarak, Kürtler bölünmüş bir ulus, Kürdistan bölünmüş bir ülkedir. Kürtler birbirine komşu dört ülkenin sömürgeci boyunduruğu altında yaşamaktadırlar. Dördünde de temel ulusal haklardan yoksundurlar, en aşağılık, en vahşi biçimleriyle ağır bir ulusal baskıya maruz kalmakta, bu ülkelere zorla bağımlı tutulmaktadırlar. Dolayısıyla Kürt ulusal sorunu, Türkiye’nin sınırlarını aşan, dört komşu ülkeyi kapsayan karmaşık, çok boyutlu bir sorundur. Üçüncü olarak, Kürt ulusal sorunu potansiyel değil, son derece somut, pratik ve canlı bir sorundur bugün artık Türkiye’de. Siyasal gündemdedir ve çözümünü dayatmaktadır. Komşu ülkelerde, Irak ve İran’da bu süreç çok daha erken başlamıştı. Bugün İran ve Irak’ta Kürtler silahlı bir halktır ve ulusal hakları konusunda kararlıdırlar.

Türkiye’de Kürt ulusal hareketi bu süreci henüz yaşamaktadır. Yeni ve sınırlıdır. Ama güçlü bir tarihsel birikim üzerinde yükselmektedir. Dördüncü olarak, Kürtlerin büyük acılara ve fedakarlıklara mal olan ulusal savaşımı, sorunu uluslararası kamuoyuna maletmiş, dünyanın da gündemine sokmuştur. Geçmişte Kürt sorunu uluslararası planda daha çok komşu ülkeler açısından tartışılırdı. Oysa bugün Türkiye’deki Kürt sorunu gitgide öne çıkmakta, ağırlığını hissettirmektedir.

Kürt ulusal sorununun taşıdığı özel önem konusunda başka unsurlardan da söz edilebilir. Fakat biz marksistler için bu sorun, özellikle ve öncelikle, devrimimizin gelişimi ve geleceği açısından önem taşımaktadır. Kürt ulusal sorunu Türkiye devriminin temel sorunlarındandır. Türkiye devriminin kaderi Kürt ulusal sorunuyla kopmaz bağlar içerisindedir. Devrimimiz bu sorun karşısında doğru bir tutum takınabildiği ölçüde başarıyla gelişebilecek, ve kuşkusuz, başarıyla geliştiği ölçüde de bu sorunun gerçek ve kalıcı bir çözümünü olanaklı kılacaktır.

Burjuvaziyi devirmek ve siyasal iktidarı ele geçirmek tarihsel göreviyle karşı karşıya bulunan Türkiye işçi sınıfı için Kürt sorunu önemli bir dayanak, Kürt ulusal devrimci hareketi önemli bir müttefiktir. Bu nedenledir ki komünistler, sınıf bilinçli işçiler, ulusal soruna ilişkin ilkeleri ve görevleri konusunda son derece net olmalıdırlar. Bu netlik, yalnızca, devrimci proletaryanın her türlü ulusal baskıya ve eşitsizliğe karşı, tüm ulusların eşit, özgür ve kardeşçe birliğinden yana tutarlı demokrat ve enternasyonalist konumundan dolayı değil, fakat aynı zamanda, ulusal sorun konusunda takınacağı ilkeli tutarlı tutumun, kendi siyasal iktidar mücadelesi bakımından taşıdığı son derece hayati önemden dolayı da gerekmektedir.

Kürt ulusal sorunu bugün Türk burjuvazisinin en zayıf yanlarından, en temel açmazlarından biridir. O bu konuda tam bir acz ve çaresizlik içindedir. Kürt ulusal varlığını inkara, Kürt ulusal kimliğini zorla yoketmeye dayalı cumhuriyet dönemi politikası iflasla sonuçlanmış, Kürt sorunu güçlü bir birikim üzerinde ve devrimci bir kimlik kazanarak, tüm canlılığı ve yakıcılığıyla sahneye çıkmış, çözümünü dayatmıştır. Koca bir ulusun varlığını tarih ve dünya önünde hala inkar eden aşağılık Türk burjuvazisi, gerçekte sorunun tüm ağırlığını iliklerinde hissetmektedir. Çözümü bugün de inkarcı politikada ve bu politikanın uzantısı olan baskı, şiddet, işkence ve zora dayalı asimilasyonda aramakta, her yeni günde yeni barbarlıklar sergilemektedir. Bu politika halen sosyal-demokratlar da dahil tüm burjuva çevrelerin ortak desteğinde sürdürülmektedir. Burjuvazi bu politikada bu yolla sonuç alabileceği umudundan çok, çaresizliğinden ısrar etmektedir. Sınırlı bazı tavizlere dayalı tamamlayıcı bir politikayı yedekte hazırlamakla birlikte, bunun sorunun önünü almaya, çözümünü ertelemeye ne ölçüde yarayabileceğini kestirememektedir. Zira geleneksel inkar politikasının ardından, bir ön koşul olarak ancak Kürtlerin varlığını kabul temelinde verilebilecek dil ve kültür sorununa ilişkin bazı tavizlerin, Kürt ulusal hareketini daha da alevlendirebileceğinden korkmaktadır. Bugün özellikle SHP’nin bünyesinde belirli öğeleri dile getirilen bu tamamlayıcı tavizci politika, aslında emperyalist merkezlerden telkin edilmektedir. Kürt sorununun devrimci birikiminden ve toplumsal bir devrime sunduğu olanaklardan korkan emperyalist burjuvazi, belirli tavizlerle bu tarihsel devrimci birikimin sistem içinde eritilmesinden yanadır. Bu konuda Türk burjuvazisinden daha soğukkanlı davranmakta, daha hesaplı ve uzun vadeli hareket etmektedir. Komşu ülkelerdeki Kürt ulusal hareketlerinin burjuva sınıf konumları sonucu gösterdiği uzlaşmacı eğilimler, emperyalist burjuvaziye, sorunun sistem içinde belirli bir kısmi çözüme bağlanabileceği, sermaye cephesini yarmaya yönelik bir toplumsal devrimin yedeği olmaktan çıkarılabileceği konusunda umut vermektedir.

Burjuvazi başta zor ve şiddet olmak üzere, ulusal hareketi dizginlemek, ezmek, sindirmek için çok çeşitli politikaları bir arada deneyecektir. Bu politikaları boşa çıkarmak, etkisiz kılmak, Kürt ulusal hareketini proleter devrimimizin güçlü bir bileşeni ve yedeği haline getirmek, bugün için ayrı bir mecrada gelişen Kürt devrimci hareketinin kusurlarıyla daha az, kendi görevlerimizle daha çok uğraşmak ölçüsünde olanaklıdır.

Komünistler, sınıf bilinçli işçiler, çözüm gündemine kendi dinamikleriyle girmiş Kürt ulusal sorunu hakkında genel ilkesel tutumlarını netleştirmekle kalmamalı, görevlerini saptamalı, gereklerini azami bir çaba, içtenlik ve kararlılıkla yerine getirmelidir. Kürtlerin ulusal meşru haklarını genel ve soyut planda ilan etmek hiç de yeterli değildir. Asıl gerekli olan Türk işçi ve emekçileri arasında Kürt ulusal hakları konusunda sürekli ve sistemli bir propaganda ve bilinçlendirme çabasına girişmektir. Ezen ulus şovenizmini, ulusal önyargıları kırmak, Türk işçi ve emekçilerini yalnızca sınıfsal baskı karşısında değil, Kürtlere yönelik ulusal baskı karşısında, bu baskının hergün yaşanan çok çeşitli biçimleri karşısında da harekete geçebilecek, tepki ve protestolarını ortaya koyabilecek, meşru Kürt ulusal istemlerini savunup destekleyebilecek konuma getirebilmektir.

Biz marksistler olarak ulusal dargörüşlülüğe, ulusal sınırlılığa, ulusal istemlerin kendi başına amaç görülmesine elbette karşıyız. Ulusal ilke ve esasları değil, sınıfsal ilke ve esasları temel alırız. Haklı ve meşru da olsa ulusal istemleri kendi içinde bir amaç olarak değil, proletaryanın sınıf çıkarlarına ve amaçlarına bağlı olarak ele alırız. Bir devletin sınırları içinde olunduğu sürece, hangi milliyetten olursa olsun tüm proletaryanın ortak sınıf örgütlenmesini ve birleşik devrimci mücadeleyi savunuruz. Fakat şunu biliriz ki, bunun yolu birlik ilkesi ve birliğin yararları üzerine soyut nutuklar çekmekle yetinmekten değil, ezilen ulustan işçilere ve emekçilere güven vermekten geçer. Bu güven, başta kendi kaderini tayin hakkı, ayrı bir devlet olarak varolma hakkı olmak üzere, ezilen ulusun tüm meşru ulusal haklarını içtenlikle ve kararlılıkla savunmakla, bunun gereklerini pratik faaliyetimizin ayrılmaz bir parçası olarak görüp hergün her an yerine getirmekle gerçekleştirilebilir.

Bugün Kürt işçi ve emekçileri arasında ve Kürt devrimci hareketinin bazı gruplarında, ezen ulusun devrimcilerine karşı belli bir güvensizlik var. Haklı nedenlere dayalı bu güvensizliğin kökleri geçmiştedir. Uzun yıllar Türkiye solunu temsil eden TKP’nin, ulusal sorunda tutarlı bir konumda olmak bir yana, burjuvazinin eklentisi durumunda kaldığı tarihsel bir gerçektir. Sola egemen sosyal-şoven tutum ancak ‘70’lerin başında ve devrimci demokrat hareketin şahsında kırılabilmiştir. Devrimci-demokrat hareket de genel ideolojik zayıflıkları ve küçük-burjuva sınıf konumunun sonucu olarak bu sorunda tutarlı olamamış, Kürt ulusal haklarını savunmakla ve programına almakla birlikte, pratikte üzerine düşeni gereğince yapmamış, bunun yerine, kendini birlik üzerine soyut vurgulara vermiş, ezilen ulus milliyetçiliği karşısında gerekli hoşgörüyü gösterememiştir. Bazı grupların şahsında, proletaryanın sınıf birliği ve ortak sınıf örgütlenmesi ilkesi ince bir şovenizmin örtüsü bile olabilmiştir. Bugün dahi, demokratizme bunca gömülü olanlar, öteki demokratik istemleri kendi başlarına mutlaklaştıranlar, bu ülkede en temel demokratik istemlerden biri olan Kürt ulusal kendi kaderini tayin hakkına sıra geldiğinde yaman bir "sosyalist" kesilebiliyorlar. Birlik vurgusuna kıskançlıkla kapanıp, sorunun "proletarya devriminin bir parçası" olduğu gerçeğine sarılabiliyorlar.

Yineliyoruz. Marksistler, kendini içtenlikle öyle görenler, dikkatlerini ezilen ulus milliyetçiliğinin kusurlarından çok kendi enternasyonalist görevlerine verseler daha iyi ederler. Ezilen ulus milliyetçiliğini geriletmek de zaten ancak bu sayede olanaklıdır. Enternasyonalist görevlerin gereklerinden her geri duruş, ezilen ulus milliyetçiliğinin güç kazanması için uygun bir zemindir.

Öte yandan temel ilkesel ve ideolojik ayrılıklarımızın yanısıra, Kürt devrimci hareketinin çeşitli politik zaaflar taşıdığı, dahası politik yaşamda marksistler ve devrimciler olarak kabul edemeyeceğimiz, temel değer yargılarımıza aykırı bulduğumuz tutum ve davranışlar sergilediği bir gerçektir. Ama bu bizi ortak düşmana karşı yürüttüğümüz mücadelede Kürt devrimci hareketini kararlılıkla desteklemekten alıkoymamalıdır. Bugün Kürdistan dağlarında süren gerilla savaşı Türkiye devriminin hayat damarlarından biridir. Burjuvazinin silahlı Kürt direnişini ezme çabası, Türkiye devriminin temel bir unsurunu, bileşenini yoketme çabasıdır. Bunu unutmak gaflettir. Gerilla hareketinin başarılı gelişmesi devrimimize güç katacak, burjuvaziye kuvvetli bir darbe olacaktır. Gerilla hareketinin güç kaybetmesi ya da ezilmesi ise yalnızca burjuvazi için bir kazanç, devrimimiz içinse önemli bir yenilgi olacaktır. Bugün Kürt sorunu bunca çıplaklığı ile Türkiye’nin ve dünyanın gündemine girmişse bu, şüphesiz tarihsel birikimle birlikte, silahlı direniş sayesinde olmuştur.

Bugün Kürt devrimci hareketi gerilla savaşı boyutları da kazanarak ayrı bir mecraya girmiştir. Bunun tarihsel ve toplumsal nedenleri var. Ama biz şunu gözönünde tutuyoruz. Gelişecek ve kendi sosyalist sınıf konumuna uygun hareket edecek, dolayısıyla da, Kürt ulusal sorunu karşısında görevlerini layıkıyla yerine getirebilecek bir devrimci işçi hareketi, devrimci Kürt hareketini de kendine bağlayacak ortak bir mücadele ekseni olacaktır. Kürt devrimci hareketinin mücadele kararlılığı ne olursa olsun, toplumumuzda burjuvaziyi devirebilecek ve böylece Kürt sorununun da gerçek çözümünü sağlayabilecek biricik sosyal kuvvet Türk, Kürt ve çeşitli azınlık milliyetlerden oluşan Türkiye işçi sınıfıdır.

Tarihsel ve toplumsal nedenler Kürt devrimci öğelerinin bir kesimini bugün ayrı örgütlenmeye yöneltmiş olsa bile, Türkiye’de birleşik bir mücadelenin çok kuvvetli nesnel ve öznel etkenleri vardır. Her şeyden önce, tüm önemli sanayi kentlerinde Türk ve Kürt ulusundan işçiler tek, birleşik bir orduyu meydana getirmektedirler. Bugünkü örgütlenme ve mücadele düzeyinde zaten birleşik olan işçi hareketi, yarın politik yönden geliştikçe bu birliğini hepten pekiştirecektir. İkinci olarak, bugün bir Kürt devrimci hareketinden sözedebilmekle birlikte, bir "Türk" devrimci hareketinden sözedilemez. Zira Kürt örgütleri dışındaki tüm diğer örgütler Türk, Kürt ve diğer milliyetlerden gelen devrimcilerden oluşan enternasyonal bir yapıya sahiptirler. Ve bu örgütlerde Kürt kökenli komünistler ve devrimciler son derece önemli bir yer tutmakta, rol oynamaktadırlar. Bu hareketi yakınlaştıracak olan diğer bir etkendir. Üçüncü bir etken olarak da, Kürt örgütlerinin devrimci-halkçı kimliğini ve Marksizmin etki alanında olmalarını saymak gerekir.

Sınıf bilinçli proletarya, Kürtlere karşı enternasyonal görevlerini şimdiden layıkıyla yerine getirirse ve yarının muzaffer sosyalist devrimi Kürtlerin özgürlüğünü gerçekleştirirse, bir ucu Avrupa’ya bir ucu Ortadoğu’ya uzanan, özgür cumhuriyetlerin eşit ve gönüllü birliğini temsil eden büyük bir birleşik sosyalist cumhuriyetler birliği hiç de bir ütopya olmayacaktır...

(Ekim, Sayı:18 , Mart ’89, Başyazı)


Üste