Logo

Birinci yılında parti: Verilen sınavlar ve bekleyen görevler


Birinci yılında parti

 

Verilen sınavlar ve bekleyen görevler

 

1-7 Kasım: “Parti ve Devrim Haftası”

1 Kasım partimizin birinci kuruluş yıldönümüdür. TKİP Kuruluş Kongresi çalışmaları birbirini tamamlayan iki evre halinde gerçekleşti. Kongrenin resmi toplantı tarihini önceleyen ilk evrede, bir grup delegeyle bir ön hazırlık çalışması gerçekleştirildi. Bundan amaç; başta program ve tüzük olmak üzere, kongre gündemini oluşturan hemen tüm sorunlar üzerinden bir hazırlık çalışması yapmak, böylece kongrenin çalışmalarını kolaylaştıran ve başarıyı güvenceleyen bir zemin oluşturmaktı. Nitekim uzun haftalar alan bu çalışma umulan yararı sağladı ve ortaya kongrede toparlayıcı tartışmalar yapmayı kolaylaştıran zengin bir düşünsel birikim çıkardı. Ardından 5 Ekim ‘98 günü Kuruluş Kongresi resmi açılışını yaptı ve yapılan ön hazırlık çalışmasının sonuçları üzerinden normal kongre oturumlarına geçildi. Kongrenin resmi oturumları Ekim ayının sonuna kadar sürdü. Yeni seçilen MK’nın kongre sonuçlarını ele alan toplantısıyla birlikte, yaklaşık üçbuçuk ay süren toplam kuruluş kongresi çalışmaları 1 Kasım ‘98’de noktalanmış oldu. Uzun ve zorlu bir kuruluş çalışması sürecini noktalayan bu tarih, aynı zamanda TKİP’nin kuruluş tarihi olarak benimsendi. Partimizin Merkez Komitesi yakın dönemde, partimizin kuruluş yıldönümü olan 1 Kasım ile Sosyalist Ekim Devrimi’nin yıldönümü olan 7 Kasım tarihleri arası dönemi, her yıl “Parti ve Devrim Haftası” olarak kutlamayı kararlaştırdı.

Sınavlar yılı

Partimizin kuruluşunun ilan edildiği günler ancak Temmuz-Ağustos işçi-emekçi hareketliliğiyle hız kesebilen azgın bir şovenist toplumsal histerinin ateşlendiği günlerle üstüste düştü. Doğal olarak buna yoğun bir devlet terörü eşlik etmekteydi. Bu ortamda sol akımlar hareketsiz kılınmış, toplumsal muhalefet sindirilmişti. Partimizin kuruluş tarihi üzerinden geride kalan yılın dörtte üçünü kapsayan bu terör ve şovenizm atmosferi, partimizin kuruluşunu güçlü ve iddialı bir politik çıkışa dönüştürmemizi de zora soktu. Buna ilişkin hedefleri ve bunu somutlayan planları çok büyük ölçüde boşa çıkardı.

Bu yalnızca dış etkenlerin, yani siyasal atmosferin yarattığı bir sonuç da değildi. Kendi zaaf ve yetersizliklerimizin de kolaylaştırdığı bir zemin üzerinde daha kuruluşunun ertesinde partinin yüzyüze kaldığı operasyonlar, bunun yolaçtığı kayıplar ve yarattığı sonuçlar, sözü edilen başarısızlığın bizimle bağlantılı etkenleri oldular.

Böyle olunca, kuruluşumuzu izleyen ilk yıl umulduğu ve planlandığı gibi bir politik atılım yılı değil, fakat daha çok bir sınama yılı oldu partimiz için. Hedeflediği atılımı gerçekleştiremeyen, bu alanda başarısız kalan parti, buna karşılık karşı karşıya kaldığı bir dizi beklenmedik sınavdan başarıyla çıktı. Geride kalan yılda, partinin ideolojik-politik konumu ve tutumu, direnme iradesi ve kapasitesi cepheden gelen saldırılarla adeta test edildi. Parti bu sınavlardan ideolojik ve politik sağlamlığını, devrimci direnme iradesini ve kapasitesini kanıtlayarak başarıyla geçti.

Şovenizme ve teslimiyete karşı
 sarsılmaz tutum

Karşı karşıya kaldığımız sınavlar çok yönlü ve farklı nitelikteydi. Bunlardan ilki genel plandaydı. Parti şovenist histeriye ve ona eşlik eden azgın devlet terörüne rağmen, ideolojik ve politik planda sarsılmaz bir duruş sergiledi. Sermaye iktidarı bununla sol harekette yılgınlık ve teslimiyet yaratmayı amaçlıyordu. Bu çaba bir kısım sosyal-reformisti düzen soluna eklemledi ve bir kısım devrimci çevreyi ise teslimiyete doğru başaşağı giden Kürt hareketinin eteğine daha sıkı tutunmaya yöneltti. Politik konum ve tutumların netleştiği bir politik platform olan seçimler dönemi, bu türden zaafiyetlerin daha belirgin bir biçimde açığa çıktığı bir evre oldu. TKİP, ideolojik kargaşa ve politik zaafiyet yaratmayı amaçlayan bu bunaltıcı saldırıları, kendi bağımsız ideolojik-politik platformu üzerinden sarsılmaksızın ve herhangi bir hataya düşmeksizin göğüsledi.

Bu aynı sürecin öteki yüzü, PKK’nın teslimiyeti ve Kürt halkının tüm devrimci kazanımlarının tasfiyesi çabasıydı. İmralı duruşmalarının başlamasıyla resmiyet kazanan bu teslimiyet ve tasfiye gerçekte daha Kenya komplosu ile birlikte hızlanan bir gelişmenin ifadesiydi. Partimiz, bu komplonun yolaçabileceği gelişmeleri görmenin ve tehlikeleri sezmenin sağladığı olanaklarla, bu olayın hemen ertesinde, açık ve tok bir tutumla, Kürt hareketini iç ayrışmaya, Kürt devrimcilerini kendilerini düzene doğru çeken Kürt burjuvazisiyle köprüleri atmaya, bunun için de Türk işçi ve emekçileriyle birleşik devrim yolunu tutmaya çağırdı. Seçim değerlendirmelerinde ise, Öcalan çizgisini izleyecek bir Kürt hareketini teslimiyet batağına gömülmek akibetinin beklediğini saptadı ve İmralı duruşmalarının hemen ertesinde, bu kez yaşanan utanç verici teslimiyete karşı cepheden mücadeleye girişti.

Öcalan’ın ABD emperyalizmine ve düzene tam boy teslimiyeti, Kürt halkının bütün bir devrimci birikimini tasfiye etmeye yönelen ve etkileri Türkiye sol hareketine de yansıyacak olan sarsıcı bir gelişmeydi. Partimiz bir nebze sarsılmadığı gibi devrimci hareket üzerindeki muhtemel olumsuz etkiyi kırmak için de açık ve tok bir tutum aldı. İlkelere dayalı yoğun bir ideolojik eleştiri ve gelişmelerin içyüzün sergileyen politik teşhir faaliyeti yürüttü. Halen de sürmekte olan bu mücadelenin ideolojik, politik ve moral anlamı ve kazanımları zaman geçtikçe çok daha iyi anlaşılacaktır.

Kabul etmek gerekir ki, PKK’nın teslim alınması ve Kürt halkının devrimci kazanımlarına karşı görülmemiş türden bir tasfiyenin başlatılması, devrim aleyhine sarsıcı ve yıkıcı etkileri olan bir politik gelişmedir. Bu gelişmeyi, etkisi ve sonuçları aynı çapta olmasa bile, 12 Eylül yenilgisi ve ‘89 çöküşünden sonra, son 20 yıl içerisinde sol hareketin politik ve moral gücüne vurulmuş bir üçüncü önemli darbe saymak gerekir. Bunu bu denli yıkıcı kılan asıl etken, sürecin yenilgiden de öteye, her açıdan tam bir teslimiyetle sonuçlanmış olmasıdır. Karşı-devrimin en büyük başarısı da, Kürt direnişini yenilgiye uğratmış olmaktan öteye, asıl olarak, Öcalan ve PKK şahsında hareketi teslim alarak direnişin ideolojik, politik ve moral değerlerine vurmayı başardığı ağır darbedir. Düne kadar Kürt sorununda ezik ve savunmada olan rejim, bugün kendi çizgisini ve sözde çözümünü, düne kadar kendisine karşı direnen bir harekete kabul ettirmeyi başarmış, böylece büyük bir politik ve moral güç kazanmıştır. Parti basınımızda sürekli işlendiği gibi, yaşanan gelişmelerin kapsamına ve asıl yıkıcı etkisine buradan giderek bakmak gerekir.

Partimiz işte bu nitelikteki bir gelişme karşısında tok ve sarsılmaz bir tutum almıştır. Bu tutumuyla, son yıllarda Kürt hareketinin yedeğine düşerek kuyrukçuluğu çizgi edinmiş bazı çevrelerin de tereddütlerini kırmış, bu konuda onları cesaretlendirmiştir.

Gelişmeler, hep altı çizildiği gibi, esası yönünden bizim için herhangi bir şaşırtıcı yön taşımamaktaydı. Partimiz bu muhtemel akibete yıllardır işaret etmekte, tutulan yeni yolda ısrar edildiği takdirde sürecin düzenle ve sistemle bütünleşmeyle noktalanacağını vurgulayarak devrimci eleştiri ve uyarılarını yapmakta idi. Bu nedenledir ki, gelişmelerin utanç verici bir teslimiyetle sonuçlanan son safhasını da önden hazırlıklı olarak karşılamayı başardı. Gelişmeler karşısında adım adım net bir tutum alarak Kürt halkının devrimci kazanımlarını savundu. Son bir yılın bu zorlu sınavı partimizin ideolojik-politik önderlik kapasitesini, bu alandaki öncü kimliğini sınadı ve partimiz bu sınavdan yüz akıyla çıktı.

Bunun bir rastlantı olmadığını, hareketimizin çıkışından itibaren Kürt hareketine ilişkin tutumunda ve her gelişme safhasını büyük bir isabetle değerlendirmesinde de görmek mümkündür. Genel olarak demokrasi sorunu, özel olarak da ulusal sorun, marksist sınıf bakışaçısının en net biçimde sınandığı kritik sorunlardır. Bu sorunlarda doğru bir bakışaçısı ve politik tutumla hareket edemeyen bazı çevrelerin bugün kuyrukçuluğa ve sınıf işbirliği çizgisine düştüklerinden yarım ağız yakınmaları da buna tanıklık etmektedir.

Devrimci sınıf mücadelesi için
yeni bir dönem

Kürt hareketindeki son gelişmeler karşısında alınan tutumun kritik önem taşıyan bir başka boyutu daha var. Gelişmelerin yönünü ve çok da şaşırtıcı olmayan bugünkü akibetini yıllardan beridir açıklıkla görmenin avantajıyla, partimiz, yaşanan gelişmelerin olumsuz ağırlığı altında ezilenlerin tersine, bunu, devrimci sınıf mücadelesi için olumlu anlamda yeni bir dönemin başlangıcı olarak değerlendirdi. Kürt sorununu Türk burjuvazisi ile birleşme ve bütünleşme temeli üzerinde Türkiyelileştirenler, böylece kendi iradeleri dışında, bu aynı sorunun Türkiye işçi sınıfı ve emekçileriyle birleşik devrimci bir mücadele eksenindeki devrimci çözümünün de önünü açmış oldular.

Yılların mücadelesi, sorunu dar bir ulusal çerçeveye ve coğrafyaya hapseden devrimci küçük-burjuva milliyetçiliğinin yapabileceklerinin azami sınırlarını da açıklıkla gösterdi. PKK’nın bugünkü akibeti, aynı zamanda halkçı küçük-burjuva devrimciliğinin Kürdistan coğrafyasındaki tarihi yenilgisini ve iflasını da tescil etmiştir. ‘70’li yılların küçük-burjuva devrimci akımlarının ‘80’li yıllardaki akibetinin ardından, ‘90’lı yıllarda bu kez Kürdistan’ın devrimci küçük-burjuva akımı, siyasal yaşamını, mevcut toplumun kendi temelleri üzerinde demokratikleştirilmesi liberal çizgisiyle noktalamıştır.

Devrim bayrağı bundan böyle Türkiye’de olduğu kadar Kürdistan’da da, işçi sınıfını ve bilimsel sosyalizmi temel alan, çözümlerini bu temel üzerine oturtan akımın elinde olacaktır. Ve doğası gereği böylesi bir akım, milliyet ayrımı gözetmeksizin tüm Türkiye işçi sınıfının temsilcisi olan ve tüm emekçi katmanları birleşik devrimci mücadele çizgisinde birleştiren bir akım olabilir ancak.

Sorun elbette başka akımların ve sınırlı çözüm arayışlarının bundan sonra da olup olmayacağı sorunu değildir. ‘70’lerin küçük-burjuva devrimciliğini daha geri ve kısır biçimler içerisinde sürdüren akımlar bugün de varolduğu göre, son 20 yıldır PKK’nin temsil ettiği devrimci küçük-burjuva milliyetçiliğini yeni dönemde daha geri ve kısır biçimler içerisinde sürdürmek isteyen akımlar da elbette olacaktır. Fakat Türkiye’nin ardından Kürdistan’da da küçük-burjuva devrimciliğinin çözümsüzlüğü, yenilgisi ve en önemlisi de ideolojik iflası artık kesinleşmiştir.

Partimiz gelişmelere ve kendi sorumluluklarına bu gözle bakmaktadır. Yıllardır bir çözümsüzlüğü yaşayan ve bununla Türkiye’nin genelinde de devrimci sınıf mücadelesinin önünü tıkayan PKK önderliğindeki hareketin teslimiyetle sonuçlanan akibetini, bu açıdan ve bu nedenle, devrimci mücadele için olumlu bir yeni dönemin başlangıcı olarak görmektedir.

Devrim ve sosyalizm davasında samimi ve ısrarlı olan Kürt devrimcilerinin önünde de, geride kalan dönemin muhasebesini bu gerçeklerin ışığında yapmak ve yeni yönelimlerini buna göre saptamak sorumluluğu durmaktadır. Her iki milliyetten burjuvazinin çıkarlarına dayalı gerici çözümlerin karşısına, tüm milliyetlerden işçi sınıfı ve emekçilerin çıkarlarına ve özlemlerine dayanan bir çözüm çizgisiyle çıkılmalıdır. Bu, düzenle bütünleşme çizgisine verilecek en iyi ve en doğru yanıttır. Bu, Kürt ulusal sorunu da içinde tüm temel toplumsal ve siyasal sorunların biricik gerçek çözüm yolu ve zeminidir. Bu başarılabildiği ölçüde, Kürt hareketini yenilgiye uğratıp teslim almanın sevincini yaşayan emperyalistlere ve burjuva gericiliğine de en anlamlı yanıt verilmiş olacaktır.

Sistematik saldırılar ve sınavdan
geçen direnme kapasitesi

Kuruluşunun birinci yılını geride bırakan partimizin karşı karşıya kaldığı ikinci önemli sınav, kurulduğunun hemen ertesinde yüzyüze kaldığı saldırılar zinciri olmuştur. Siyasi polis partimizin kuruluşunu zincirleme saldırılarla karşıladı. Bu, örgütsel kayıpların yanısıra, telafisi uzun ayları bulan örgütsel sorunlar da yarattı. Polisin bu saldırılarla elde ettiği başarı, partimizin örgütsel alanda ciddi zaaf ve yetersizlikler yaşadığını açıklıkla gösterdi. Sağlam bir illegal örgütsel temeli oturtmada, kurallı bir örgüt yaşamı kurmada, partinin bu alandaki örgütsel çizgisini ve çalışma tarzını titizlikle uygulayacak kadrolar yetiştirmede henüz çok ciddi yetersizlikler içerisinde olduğumuz açıkça ortaya çıktı. Kuruluş kongresindeki tartışmalar ve değerlendirmeler, yeni döneme ilişkin olarak saptanan görevler, partinin gerçekte bu zaaf ve yetersizliklerinin bilincinde olduğuna tanıklık etmektedir. Kongreyi izleyen süreç bu zaaflara köklü ve sistematik bir müdahale süreci olarak da düşünülmüştü. Fakat kuruluşu izleyen saldırılar buna fırsat vermediği gibi partiyi bir dizi yeni sorunla da yüzyüze bıraktı.

Aradan geçen bir yılın toplam bilançosu üzerinden baktığımızda, partinin bu zorlu sınavı da soğukkanlılıkla ve başarıyla verdiğini görmekteyiz. Öncelikle saptanması gereken nokta, saldırılar karşısında gösterilen sükunet ve soğukkanlılıktır. Öte yandan, partili kadroların ezici bir bölümü poliste tam direniş göstererek saldırı karşısında partiye büyük bir moral ve manevi güç kazandırmakla kalmadılar, böylece polis saldırılarının genişlemesine de set çekmiş oldular. Bu davranış çizgisi partinin direnme geleneğini de güçlendirip pekiştirmiştir.

Bu süreçte parti, politik faaliyetinde kesinti yaratmamaya özen göstererek, bunun uygun biçim ve yöntemleri öne çıkararak, bu saldırılar karşısında düzenli olarak geri çekildi ve toparlanmak için zaman kazandı. Saldırının tahribatına ve kayıpların yarattığı boşluğa rağmen, seçimler, 1 Mayıs, Temmuz-Ağustos kitle hareketliliği dönemi ve son olarak da Ulucanlar katliamı karşısında parti, politik faaliyetini hep belli bir düzeyde tutmayı başarabildi. Sistematik bir polis saldırısının yarattığı tüm sorunlara rağmen, bunun partinin örgütsel varlığını ve faaliyetini temelden etkileyemeyeceği de böylece pratikte görülmüş oldu.

Denebilir ki, örgütsel varlığımıza yönelen sistematik saldırılarla (ki buna açık ihanetle başka bazı sorunlar da eşlik etmiştir) direnme irademiz ve kapasitemiz sınavdan geçirilmiş, parti bu sınavdan yüz akıyla çıkmıştır. Bugün saflarımıza egemen sağlam özgüven ve moral güç, bu sınavın nasıl verildiğinin bir başka sağlam ölçüsü ve göstergesidir.

Kapsamlı hedeflere ve hesaplara dayalı Ulucanlar katliamı, partinin direnme çizgisi ve kapasitenin sınavdan geçtiği temel önemde bir başka politik olaydır. İki Merkez Komitesi üyesini bu vahşi katliamla kaybeden partimizin, saldırı karşısındaki toplam tutumuyla, bu sınavdan nasıl geçtiği de dost-düşman herkes tarafından bilinmektedir. Bu saldırı, partimiz üzerindeki etkileri yönünden ters tepmiş, partinin direniş çizgisini ve moral gücünü pekiştirmiş, saygınlığını güçlendirmiştir.

Asıl sınav kitlelere önderlik
alanında verilmelidir

Tüm bunlara rağmen, geride kalan bir yıl içerisinde karşı karşıya kaldığı saldırılar ve bunun yarattığı sorunlar nedeniyle, parti devrimci sınıf mücadelesi karşısındaki görevlerini gerçekleştirmekte başarısız kalmıştır. Direniş çizgisi, direnme kapasitesi, özgüven, moral güç, tüm bunlar partimiz için esası yönünden yeni olmayan özellikler ve kazanımlardır. Son bir yılın bu açıdan getirdiği esasa ilişkin tek yenilik, bunların zorlu sınavlar içerisinde bir kez daha sınanması, genel planda da daha somut olarak görülüp anlaşılmasıdır. Bu da bir kazanım olmakla birlikte bize başarısızlıklarımızı unutturabilecek bir teselli kaynağı olarak görülmemelidir.

Örgütsel alanda ve çalışma tarzında gideremediğimiz zaaflar son bir yılda bize ağır bir faturaya malolmuştur. Ve eğer bu zaaf ve yetersizlikleri gideremezsek, yeniden inşa süreci bunların asgari de olsa giderilebildiği bir süreç olarak yaşanamazsa, benzer sorunlar ve sonuçlarla tekrar tekrar yüzyüze kalırız. Partimizin görevi, işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin ileri kesimleriyle birleşmeyi ve bütünleşmeyi başararak, devrimci sınıf mücadelesini ileriye taşımaktır. Üstlendiği misyonun gereklerini başarıyla yerine getirip getirmediğinin tek gerçek ölçüsü budur.

Partinin son bir yıl içerisinde ideolojik ve örgütsel planda bir sağlamlık ve dayanıklılık göstermiş olması, elbette bir anlam taşımaktadır. Bu, partinin bu alandaki öncü kimliğinin ve direnişçi konumunun bir doğrulanmasıdır. Fakat eğer bu üstünlük bir an önce devrimci sınıf mücadelesi görevlerinin gerçekleştirilmesine bağlanamaz, bununla tamamlanamazsa, kendi başına çok fazla bir anlam taşıyamayacağı gibi, uzun vadede korunması da pek kolay olmayacaktır.

Bu belirlemeler, bir bütün olarak partinin dikkatinin ve çabasının yoğunlaşacağı görev ve sorumluluklara da işaret etmektedir. Parti işçi sınıfının ve emekçi kitlelerin gerçek öncüsü olabilmeli, tüm dikkat ve enerjisini bunun başarılmasına yoğunlaştırmalıdır.

Gerek kongre hazırlık sürecinin yarattığı içe kapanmalar, gerekse son bir yılın işaret etmiş bulunduğumuz sorunları, partinin sınıf ve kitle çalışmasında belirgin bir zaafiyete ve gerilemeye yolaçmış bulunmaktadır. İçinde bulunduğumuz sürecin en öncelikli pratik görevi, bu zaafiyeti gidermek, sınıf ve kitle çalışmasında yeni ve verimli bir düzeyi yakalamaktır. Örgütsel toparlanma sürecinin bugün geldiği yer, partinin buna yeniden yoğunlaşabilme koşullarının yakalandığını göstermektedir. Bunun sorunlarına yoğunlaşmak, parti basınında, özellikle ve öncelikle de MYO’da bu sorunları sürekli ve çok yönlü olarak ele alıp işlemek, parti birimlerinin ve kadrolarının önünde acil ve güncel bir görev olarak duruyor.

TKİP’nin yükselttiği bayrak
altında birleşelim!

Sosyal yıkım saldırıları ile bunu izleyen büyük Marmara depremi karşısında sermaye iktidarının halkı ortada bırakması, düzenin işçi sınıfı ve emekçilere karşı tutumunun yakın dönemdeki en veciz örnekleri oldular. Sosyal yıkım saldırılarına karşı Temmuz-Ağustos aylarında gelişen ve ancak depremle kırılabilen büyük işçi hareketliliği ile, depremin devlete ve düzene karşı yarattığı derin güvensizlik (ve yer yer kendini dışa vuran tepkiler) ise, tersinden, kitlelerdeki hoşnutsuzluğun ve mücadele arzusunun aynı dönemdeki göstergeleri oldular.

Türkiye kapitalizminin yapısal sorunlarının ağır faturası sürekli olarak işçi sınıfı ve emekçilere ödetilmektedir. Burjuvazinin bundan farklı bir alternatifi de yoktur. Bunun karşısında devrimci bir önderlikle buluşamamak ve böylece soluklu bir mücadele çizgisinde ilerleyememek, kitle hareketinin en temel sorunu olmaya devam etmektedir. Büyük bir öfke birikimini açığa çıkaran ve hızla yaygınlaşan Temmuz-Ağustos hareketliliğinin sonuçsuz kalmasının gerisinde, aynı zamanda bu gerçeklik vardır.

Burjuvazi de bunun bilincindedir. Devrimci harekete soluk aldırmamaya dayalı sistematik terör bundan dolayıdır. Terörle ve Ulucanlar’daki türden kanlı katliamlarla bu zaaf süreklileştirilmeye, direniş çizgisi kırılmaya ve kitleler terörize edilmeye çalışılmaktadır. Polisin sonuç almasını kolaylaştıran zaaf ve yetersizliklerimizin bir an önce giderilmesine, görev ve sorumluluklarımızın tüm gereklerine buradan da bakılabilmelidir.

Devrimci akımların ‘96’dan beri süreklileşen gerilemesinin son bir yılda da devam ettiği bir sır değildir. Meydan gitgide daha çok reformist akımlara kalmaktadır. Devrimci mücadeleye akan yeni güçler bu akımlar tarafından düzen zeminlerinde tutulmakta, reformist sol politikalar ekseninde etkisizleştirilmektedir.

Bu olgu partimizin sorumluluklarını ayrıca ağırlaştırmaktadır. Zira geleneksel devrimci akımların reformizm karşısında devrimci bir alternatif odak oluşturma güç ve yetenekleri artık yoktur. Böyle bir odak ancak partimiz tarafından inşa edilebilinir. Bu vurgu, kendi dışımızdaki devrimci potansiyelin küçümsenmesini değil, tam tersine, bünyesinde bulundukları akımlar tarafından artık ileriye taşınamayan ve günden güne heba edilen bu potansiyelin daha çok önemsenmesini gerektirmektedir. Bu önemseme, bu güçlerin parti çizgisine ve saflarına kazanılmasını, parti çatısı altında birleştirilmesini gerektirmektedir.

TKİP, kuruluşuyla birlikte, tüm komünistler ve sınıf bilinçli işçiler için, devrimin ve sosyalizmin tüm dürüst ve samimi militanları için, altında birleşecekleri ve uğruna savaşacakları bir bayrak yükseltmiştir. Süreç proletarya ve sosyalizm adına altında birleşilecek ve uğruna savaşılacak tek gerçek bayrağın bu olduğunu gitgide daha açık bir biçimde göstermektedir ve gitgide daha çok gösterecektir. Bu nedenledir ki, partimizin kuruluş yıldönümünü vesile ederek, devrim ve sosyalizm davasında samimi olan herkesi bir kez daha partimizin, Türkiye Komünist İşçi Partisi’nin bayrağı altında birleşmeye çağırıyoruz.

Yaşasın Türkiye Komünist İşçi Partisi!

(Ekim, Sayı: 210, Kasım 1999)


Üste