Logo

“İşçi sınıfı savaşacak, sosyalizm kazanacak!”


Güne yükleniyor, geleceğe hazırlanıyoruz!..

 “İşçi sınıfı savaşacak, sosyalizm kazanacak!”

29 Ekim 2005 tarihinde Almanya’nın Köln kentinde yapılan
Parti Gecesi’nde TKİP Yurtdışı Örgütü adına yapılan konuşma...

Sevgili dostlar, yoldaşlar!

Bugün burada partimizin 7. kuruluş yıldönümünü kutlamanın sevincini ve coşkusunu yaşıyoruz. Bu sevinci ve coşkuyu bizimle paylaşan sizleri Yurtdışı Örgütümüz adına içten devrimci duygularla selamlıyorum... Bu yıl “İşçi Sınıfı Savaşacak, Sosyalizm Kazanacak!” şiarıyla düzenlemiş bulunduğumuz etkinliğimize bir kez daha hoşgeldiniz!..

Dostlar, işçi kardeşler!

Gecemiz için bu yıl seçtiğimiz şiarı son derece anlamlı buluyoruz ve parti olarak fazlasıyla önemsiyoruz. Bu şiar, insanlığın ve dünyamızın bugünkü en temel ve en acil ihtiyacını vurgulamakla kalmıyor, bu ihtiyacın karşılanmasına önderlik edebilecek biricik sınıfın, işçi sınıfının er-geç bunu başaracağına duyulan güçlü devrimci inancı da dile getiriyor.

Sosyalizm sömürünün, baskının, yoksulluğun, aşağılanmanın, gelecek güvencesinden yoksunluğun pençesinde kıvranan işçi sınıfı ve emekçiler için yaşamsal bir ihtiyaçtır, bunu biliyoruz. Fakat sosyalizm bugün işçi sınıfı ve emekçilerden öteye, insanlığın bütünü için de yakıcı bir ihtiyaç haline gelmiştir artık. İnsanlık bugünkü kapitalist barbarlık düzeninden kurtulacaksa eğer, bu ancak sosyalizm sayesinde olabilir, sosyalizm sayesinde olacaktır. Kapitalizmin insanlıkla birlikte gezegenimiz için de hazırladığı felaketli sondan kurtulmanın bunun dışında bir yolu, bundan başka bir olanağı yoktur.

Kapitalizm savaşlar, sosyal yıkımlar, siyasal gericilik, faşizm, ırkçılık, ulusal boğazlaşmalar, kültürel kirlenme ve insani yozlaşma vb. yollarla insanlık için yüzyılı aşkın bir süredir zaten büyük sorunlar, yıkımlar ve acılar kaynağı idi. Fakat onun kâra dayalı düzeni ve plansız anarşik yapısı, gelinen yerde artık canlı yaşam koşullarını bile tehdit eder hale gelmiştir. Gezegenimiz üzerinde milyarlarca yıllık bir evrimin ürünü olan bugünkü canlı yaşam dengesi, bugün kapitalizmin sınırsız kâr ve yağma hırsının büyük tehdidi altındadır. Bilim adamları son zamanlarda özellikle sıklaşan, yaygınlaşan ve yıkım gücü görülmemiş boyutlarda genişleyen çevre felaketlerini bu tehlikenin ilk işaretleri sayıyorlar. Önü alınamadığı taktirde, kendi başına küresel ısınmanın bile gezegenimiz üzerindeki canlı yaşamın sonunu hazırlayabileceğini önemle vurguluyorlar.

Bugün artık tüm insan soyu için yakıcı bir ihtiyaç haline gelmiş olsa bile, sosyalizm yine de temelde işçi sınıfının ve emekçilerin sorunudur, bu gerçeği hiçbir biçimde unutamayız. Sosyalizm ancak, işçi sınıfı bağımsız devrimci bir güç olarak burjuvazinin karşısına dikilir ve onu yıkmak üzere emekçileri kendi etrafında birleştirebilirse, bir özlem olmaktan çıkıp bir gerçek haline gelebilir. “İşçi Sınıfı Savaşacak, Sosyalizm Kazanacak!” şiarı işte bu temel önemde gerçeği anlatıyor ve işçi sınıfı devrimcileri olarak biz komünistlerin buna olan sarsılmaz inancını dile getiriyor.

İşçi sınıfı savaşırsa, sosyalizm kazanacak! Sosyalizm kazanırsa, tüm emekçiler, tüm ezilenler, bu düzen altında acı çeken, aşağılanıp horlanan herkes kazanacak! Sosyalizm kazanırsa, işçi sınıfı ve emekçilerle birlikte tüm insanlık kazanacak! Sosyalizm kazanırsa, sonsuz evrenin halihazırda üzerinde canlı yaşam bulunduğu bilinen tek gezegeni olan dünyamız kazanacak!

Bunun bilinciyledir ki, biz komünistler asıl dikkatimizi işçi sınıfına veriyoruz, pratik çabamızın ve enerjimizin en büyük bölümünü işçi sınıfını devrimcileştirmeye, onu bağımsız ve örgütlü bir güç olarak devrimci sınıf savaşına yöneltmeye ayırıyoruz.

Çünkü bilimsel ve tarihsel gerçeklerin ışığında çok iyi biliyoruz ki, işçi sınıfı savaşırsa, sosyalizm kesin olarak kazanacak!

Dostlar, işçi kardeşler!

Günümüz Türkiye’sinde tam bir Amerikan düzeninin egemen olduğunu biliyoruz. Tüm kesimleriyle işbirlikçi Türk burjuvazisinin Amerikasız yapamadığını ve yapamayacağını da biliyoruz. Bu temel önemde gerçek yakın dönemin olaylarıyla bir kez daha bütün açıklığıyla teyid edilmiş oldu. Irak işgaliyle birlikte bunalıma giren Türkiye-ABD ilişkileri, Türkiye’yi yönetenlerin tüm cephelerde geri adım atması ve yeni ABD dayatmalarına olduğu gibi boyun eğmesi sayesinde yeniden ve hiç değilse biçimsel yönden normale döndü. Faşistinden liberaline, dincisinden sosyal-demokratına kadar, birçok konuda birbirleriyle dalaşma içinde olan bütün bir gericilik cephesi, bunu ortak bir sevinçle karşıladı ve düzen payına rahatlatıcı bir gelişme saydı. Başka türlü davranmaları da beklenemezdi; zira onlar beslendikleri düzenin bir Amerikan düzeni olduğunun, bu düzen altında işlerin Amerika’sız yürüyemeyeceğinin, baskı ve sömürü çarklarının ABD vesayeti olmaksızın dönemeyeceğinin kollektif bilinci içindedirler.

ABD ile ilişkilerdeki bu normalleşmenin iç politikadaki sonuçlarına değinmemize ise gerek yok herhalde. Bu, Amerikancı baskı ve terör rejiminin pekişmesi, sosyal yıkımın sürdürülmesi, sömürü ve yağmanın katmerleşmesi, işsizlik ve yoksulluğun büyümeye devam etmesi demektir. 60 yıllık Amerikan düzeninde yaşadıklarımız bunlardı, bu düzen yıkılmadığı sürece de yaşamaya devam edeceklerimiz yine bunlar olacak.

Fakat ABD-Türkiye ilişkilerindeki normalleşmenin asıl sonuçları kendini uluslararası ilişkiler alanında göstereceğini bilmek durumundayız. ABD’li şeflerin İncirlik Üssü’nün sınırsız kullanımına ilişkin yeni bir anlaşma ile İsrail ziyaretini ilişkilerin yeniden rayına konulması için şart koşmaları bile başlı başına bunu anlatmaktadır. Gerçekte ilişkiler sorunluyken de Türkiye emperyalizminin bölge halklarına yönelik saldırı ve savaş üssü olmaya devam etti. Bunun böyle olduğunu Genelkurmay’dan en yetkili generaller, ABD ile ilişkileri onarma gayreti içindeyken, utanç verici bir övünçle tüm dünya önünde ayrıca açıkladılar. Fakat Amerikan emperyalizmi gelinen yerde bu kadarıyla yetinmiyor, yetinmek istemiyor artık. Türk devletinin ve ordusunun gerektiğinde kendi emperyalist çıkarları için bizzat savaşmasını da istiyor. Yuları Amerika’nın elinde bulunanları yeni dönemde bekleyen uşaklık görevi tamı tamına budur. Dün Yugoslavya’da, halen Afganistan’da bunu yapanların yarın bir başka yerde bunu yapacaklarından ya da yapmak zorunda kalacaklarından kuşku duymamak gerekir.

Bilindiği gibi işbirlikçi Türkiye burjuvazisinin yuları öteki bir koldan da Avrupalı emperyalistlerin elindedir. Türkiye’yi yönetenler bunu bugüne kadar bir uygarlık, demokrasi ve refah projesi olarak sundukları AB’ye katılım hedefiyle mazur göstermeye çalıştılar. Bu büyük yalanın gelinen yerde iler tutar yanı kalmamıştır artık. AB süreci kapsamında Türkiye’nin baskı ve terör rejimine çekilen demokrasi cilası daha şimdiden dökülmeye başladı bile. Yeni yasal düzenlemeler ile buna eşlik eden dizginsiz baskı ve terör uygulamaları bunu göstermektedir. AB sürecine kapsamlı bir sosyal yıkımın eşlik etmesi, bu süreç ilerledikçe yoksulluğun ve işsizliğin büyümesi, sosyal hakların budanması ise refah projesi iddiasının ne türden bir yalan ve aldatmaca olduğunu ortaya koymaktadır. Fakat AB projesiyle çizilen pembe hayallere en büyük darbe yakın zamanda bizzat Avrupa’nın kendi içinde geldi. Fransız emekçileri AB anayasasını reddederek, AB’nin refah değil, tam tersine, emperyalist tekellerin elinde emekçilere karşı kapsamlı bir sınıfsal saldırı ve sosyal yıkım projesi olduğunu tüm dunyaya adeta haykırarak göstermiş oldular.

Bu gelişmeler, demokrasiyi ve refahı emekçilerin devrimci mücadelesinden değil fakat AB’ye katılımdan bekleyen, bu doğrultuda bilerek ya da bilmeyerek düzene soldan omuz veren reformist akımlara, onların yaydığı zehirli hayallere de önemli bir darbe olmuştur.

Dostlar, emekçi kardeşler,

Geride bıraktığımız dönem içerisinde yıkılan bir başka dayanaksız hayal, Kürt sorununu 80 yıllık inkarcı ve katliamcı burjuva sınıf düzeniyle barışıp bütünleşerek çözmek çizgisi oldu. Türkiye’nin katı gerçeklerine gözlerini kapayarak bu hayale kapılanlar, Türk burjuvazisinin katı inkarcı tutumuyla yüzyüze kalmanın derin hayal kırıklığını yaşıyorlar şimdilerde. Bu yanlış bir hesaptı ve her yanlış hesap gibi çok geçmeden boşa çıkması kaçınılmazdı.

Bugün Türk ve Kürt halklarının ilişkisi kudurgan bir şovenizmin ve ona eşlik eden faşist saldırganlığın ağır tehditi altındadır. İmralı teslimiyetinin sunduğu olanaklara rağmen Kürt halkının özgürlük ve eşitlik istemini boğamayan Türk burjuvazisi ve devleti, çözümü şovenist histeriyi körükleyerek ve faşist saldırganlığı azdırarak Kürt halkını sindirmede arıyor.

Bu politikanın sonuç vermesi kuşkusuz mümkün değildir. Özgürlük ve eşitlik özlemi ve istemi Kürt halkının bilincinde ve yüreğinde artık bu tür oyunlar ve politikalarla sökülüp atılamayacak kadar kökleşmiştir. Fakat bu, sözkonusu politikanın halklarımız arası kardeşlik ilişkilerini ciddi bir biçimde tehdit ettiği gerçeğini de ortadan kaldırmıyor. Burjuvazi şovenizmi, toplumu zehirlemenin ve emekçileri bölerek sahte bir kutuplaşma içerisine itmenin, bu yolla devrimci sınıf mücadelesini boşa çıkarmanın bir olanağı olarak da kullanıyor. Türkiye’deki siyasal özgürlük ve devrim mücadelesinin önemli bir dayanağı olabilecek Kürt sorunu, burjuvazinin bu oyunu ve Kürt hareketinin bunu kolaylaştıran politikaları sayesinde, gericiliği azdırmanın, emekçileri devrimci sosyal mücadeleden alıkoymanın bir olanağına dönüşmüş durumda yıllardır.

Bir NATO ülkesi olan Türkiye gibi bir ülkede, Kürt sorunu kesin olarak bir devrim sorunudur. Bu gerçeği, Kürt hareketinde gitgide daha çok güç kazanan emperyalizmin desteği ve müdahalesiyle sorunu çözme hayallerine karşı temel önemde bir uyarı olarak bir kez daha hatırlatıyoruz. Bu da dayanaksız boş bir hayaldir ve tıpkı İmralı üzerinden kurulan hayallerin çökmesi türünden yıkılmaya mahkumdur.

Kürt sorunu düzenle barış ve uzlaşma arayarak, bu olmayınca da emperyalist müdahalelere bel bağlayarak değil, iki ulustan emekçilerin birleşik devrimci mücadelesi içerisinde çözülebilir ancak. Komünistler olarak kesin inancımız budur ve son yılların tüm deneyimi bizim bu inancımızı bütün açıklığı ile doğrulamış bulunmaktadır.

Dostlar, emekçi kardeşler,

Dışta Ortadoğu halklarını hedef alan ABD-İsrail-Türkiye ittifakının yeniden güçlendirilmesi, Türk burjuvazisinin emperyalizmin hizmetinde yeni maceralara hazırlanması, içerde baskı ve terör rejiminin tahkim edilmesi, sosyal yıkım saldırılarının tüm pervasızlığı ile sürmesi, ve nihayet, azdırılan şovenizmin halklar arası kardeşlik ilişkilerini tehdit eder düzeye çıkması, tüm bunlar bir arada, devrimci hareketin omuzlarına büyük sorumluluklar yüklüyor. Fakat yazık ki ülkemizin devrimci hareketi şu sıralar tarihinin en güçsüz ve etkisiz dönemlerinden birini yaşıyor. Devrimci hareket egemen yapısal zaaflar kadar, işçi ve emekçi hareketinde sürmekte olan zayıflık ile burjuvazinin bunu süreklileştiren oyunları ve manevraları, tüm bunlar bir arada bu güçsüzlük durumunun alt edilmesini zora sokuyor.

Fakat biz buna rağmen devrimci bir iyimserlik içindeyiz. Türk burjuvazisinin izlediği tüm politikalar orta ve uzun vadede ona karşı güçlü bir sosyal çıkışın koşullarını hazırlıyor. Bu, sorunlara ve görevlere soluklu ve uzun vadeli olarak yaklaşmamız gerektiğini gösteriyor. Türkiye’nin bugünkü koşulları içinde kısa dönemli hesaplar boşa çıkmanın ötesinde büyük hayal kırıklıkları ile sonuçlanma riski de taşımaktadır. Türkiye solunda sonu gelmeyen tasfiyeci yıkımların bir nedeni de bu türden dar görüşlü sabırsızlıklardır.

Yapmamız gereken gereken; bir yandan olanaklı olduğunca güncel devrimci görevlere yanıt vermeye çalışmak, fakat öte yandan bunu asıl geleceğin büyük çıkışlarına yönelik bir perspektif, soluk ve dayanıklılık içinde ele almaktır. Önemli olan, geleceğin büyük mücadelelerine bugünden en iyi biçimde hazırlanmak, gündeme gelmesi kaçınılmaz devrimci patlamaları yeterli bir ideolojik, politik ve örgütsel hazırlıkla karşılayabilmektir.

Bütün bunları aynı zamanda partimizin kendi görev ve sorumluluklarına nasıl yaklaştığın vurgulamak için de söylüyoruz. Türkiye Komünist İşçi Partisi gündelik çalışma ve mücadelesinde hummalı temposunu hiç bir biçimde zayıflatmaksızın kendini geleceğe hazırlıyor, geleceğin büyük devrimci mücadelelerini kucaklamaya hazırlıyor. Bugün her koldan ve tüm olanaklarıyla işçi sınıfı içinde yoğunlaştırdığı çalışmasına yön veren çizgi, geleceği kucaklama ve kazanma perspektifine dayalıdır. İşçi sınıfı devrimci bir çizgide kazanılmadan geleceği kazanabilmenin olanağı yoktur. Bu bilimin ve tarihin en büyük dersidir Yeni bir yıldönümünü kutlamakta olduğumuz Ekim Devrimi’nin kendi başarısı şahsında kanıtladığı da tamı tamına budur.

Hepinizi içten devrimci duygularla selamlıyorum...

Yaşasın Türkiye Komünist İşçi Partisi!

Yaşasın proletarya devrimi ve sosyalizm!


Üste