Logo

AB’ye ilişkin dayanaksız hayalleri yıkmak, devrim ve sosyalizm alternatifine güç kazandırmak demektir


 

AB’ye ilişkin dayanaksız hayalleri yıkmak, devrim ve sosyalizm alternatifine güç kazandırmak demektir

 

9 Ekim’de 2004’te Almanya’nın Frankfurt kentinde yapılan
Parti Gecesi’nde  TKİP Yurtdışı Örgütü adına yapılan konuşma...

Sevgili dostlar, yoldaşlar!

Bugün burada partimizin 6. kuruluş yıldönümünü devrimci bir kültür şenliği halinde kutlamanın sevincini ve coşkusunu yaşıyoruz. Bu coşkuyu bizimle paylaşmaya gelen sizleri, partimizin Yurtdışı Örgütü adına içten devrimci duygularla selamlıyoruz. “Partinin bayrağı ellerimizde!” şiarıyla düzenlediğimiz gecemize hoşgeldiniz!

Halkların direnme gücü ve iradesi!

Dostlar, işçi kardeşler!

Amerikan emperyalizmi Irak’ta çıkışı olmayan bir batağa saplanmış bulunmaktadır, bu konuda artık herhangi bir tartışma kalmamıştır. Amerikan politikasında etkin yer tutan bazı kimseler bile bugünkü durumu, “Irak Vietnam’dan da kötü” biçiminde tanımlama noktasına gelmişlerdir. Olayların akışı, Amerikan emperyalizmi payına durumun daha da ağırlaşacağını, içinden daha da çıkılmaz bir hal alacağını göstermektedir.

Peki ne oldu da, çürümüş Saddam rejimini üç haftada tepelemiş olmanın zafer sarhoşluğunu yaşayan dünyanın bu küstah jandarması, birbuçuk yıl gibi kısa bir süre içinde böylesine acınacak duruma düştü? Ne olduğunu hepimiz biliyoruz; Irak halkı ulusal onur duygusuna sahip her halk gibi davranmasını bildi, kaba ve çirkin hesaplara dayalı bir emperyalist işgale boyun eğmeyi reddetti. Ülkesine zorbalıkla el koymuş emperyalist haydutları topraklarından söküp atmak için direniş yolunu tuttu. Karşılarında Saddam rejimi şahsında modern bir devlet ve ordu gücü varken, Irak’ın tümüne üç haftada el koyanlar, kentleri peşpeşe ele geçirenler, bugün bir dizi Irak kentine ve kasabasına adım atamaz duruma düşmüşlerdir. Çünkü emperyalist zafer naralarının hemen ardından, gücünü halk kitlelerinin desteğinden ve katılımından alan Irak direnişi gerçeğiyle yüzyüze kalmışlardır.

Irak’a karşı savaşa girişirken çok şeyi hesaplayan emperyalist haydutların hesaba katmadığı gerçek tam da bu oldu. Onlar halkların bir onur duygusu, bir yurtseverlik bilinci olduğunu hesaba katmayı unuttular. Irak halklarına kendilerini özgürlüğün ve demokrasinin temsilcileri olarak yutturabileceklerini sandılar. Ortadoğu halklarının emperyalizm, özellikle de Amerikan emperyalizmi hakkındaki bilincini ve duygularını fazlasıyla küçümsediler. Bu arada, ellerindeki o muazzam savaş makinasının, direniş yolunu tutmuş bir halk karşısında bir noktadan sonra işe yarayamayacağını da gözden kaçırdılar.

Tüm bunlar yanlış hesaplardı ve atasözünün de vurguladığı gibi, “Yanlış hesap Bağdat’tan döner!” ABD’nin tüm yanlış hesapları gerçek hayatta da Bağdat’tan dönmüş bulunuyor. “Irak Vietnam’dan da kötü” sözü bunun itirafından başka nedir ki?

ABD çözümü, siyonist İsrail’in onyıllardır Filistin halkına karşı uyguladığı yol ve yöntemlerde arıyor. Uçaklarla ve tanklarla kentleri bombalıyor, kurbanlarının çoğu kadın ve çocuk olan kitlesel katliamlar yapıyor. Fakat bunlarla bir sonuç alamayacağını kendi de dahil tüm dünya biliyor. Tersine, bu barbarlık örneği yol ve yöntemler, Irak halkının daha geniş kesimlerine acı ve yıkım getirdiği ölçüde, sonuç direnişin daha da genişlemesi ve boyutlanmasından başka bir şey olmuyor, olmayacaktır.

Irak’ta olayların bu seyri üzerinde iyi düşünmek, bundan gerekli sonuçları çıkarmak durumundayız. Devrim dönekliğinin, halklarının direnme gücü ve kapasitesine kaba inançsızlığın hala da güçlü olduğu bir dönemde, buna özellikle ihtiyacımız var. Irak’ın ardından İran’ı ve Suriye’yi de kendi emperyalist hesapları çerçevesinde tepelemeyi hesaplayanlar, şimdi Irak batağından nasıl çıkabilecekleri üzerine kara kara düşünüyorlar.

İşte bu, halkların direnme gücü, kapasitesi ve iradesidir! Buradaki yenilmezliğin bir örneğini biz Filistin direnişi şahsında da görmekteyiz. Halklar yok edilemediği sürece bu gücü yoketmek olanaksızdır. Emperyalizmin Irak’ta ve siyonizmin Filistin’de düştüğü çaresizlik durumu bir kez daha bunu göstermekte, bu temel önemde tarihsel gerçeği kanıtlamaktadır.

“Kırk yıllık rüya” ya da
en büyük aldatmaca!

İşçi kardeşler, dostlar!

Türkiye’deki güncel duruma geçmek ve özel olarak gündemi oluşturan AB sorunu üzerinde durmak istiyoruz. Bilindiği gibi şu günlerde Türkiye’nin düzen çevrelerinde resmen ilan edilmemiş bir bayram havası yaşanıyor. Düzen propagandası “kırk yıllık rüya”nın nihayet gerçekleşmekte olduğunu, Türkiye’nin Avrupa Birliği’nin kapısına dayanmış bulunduğunu söyleyerek, işçi sınıfını ve emekçileri Avrupa Birliği’ne ilişkin dayanaksız hayallerle sersemletmeye çalışıyor.

Türkiye’nin gerçekte Avrupa Birliği’nin kapısına dayanıp dayanmadığını, Avrupa Birliği’nin Türkiye’yi o sözü edilen kapıdan içeri alıp almayacağını bir yana bırakalım. Biz burada sorunun daha temel önemde bir yönüne parmak basalım. Avrupa Birliği’ne girişin Türkiye’deki düzenin yapısal sorunlarına bir çıkış yolu ve çözüm olanağı olarak sunulması tutumu bile, işin aslında tarihsel bir iflasın kaba bir itirafından başka bir şey değildir. Kendi işçisine ve emekçisine onyıllardan beridir iş, insanca yaşam düzeyi, eğitim, kültür, konut, sosyal güvenlik ve temel demokratik hak ve özgürlükler vermeyen, veremeyen bir düzenin, bütün bunların Avrupa’ya girişle artık nihayet kazanılacağını söylemesi, Avrupa’nın refah ve özgürlük demek olduğunu propaganda etmesi, halk kitlelerini buna inandırmaya çalışması, ibretle izlenmesi gereken bir olaydır.

Peki, Türkiye kapitalizminin onlarca yıldır kendi emekçisine vermediklerini ve veremediklerini, doğası gereği işi halkların emeğini ve zenginliklerini sömürmek ve yağmalamak olan emperyalist Avrupa neye göre verecektir ki! Tam tersine, Avrupa bütün bunları son 20-25 yıldır bizzat kendi emekçisinden geri almıyor mu? Avrupa’da sosyal haklar sistematik saldırılarla sürekli olarak gaspedilmiyor mu? İşsizlik günden güne büyümüyor mu? Yoksullaşma ve gelir dağılımı uçurumu hızlı ve sürekli bir biçimde derinleşmiyor mu? Teröre karşı önlemler adı altında demokratik haklar sistemli bir şekilde budanarak polis devleti uygulamaları kıta çapında yaygınlaştırılmıyor mu? Yabancı düşmanlığı körüklenip, faşist akımlar alttan alta desteklenip, şu veya bu nedenle Avrupa’ya gelen mülteci insan gruplarına hayvan muamelesi yapılmıyor mu?

Böyle bir Avrupa Türkiye’nin işçisine ve emekçisine niçin ve neye göre iş, refah ve özgürlük verecekmiş? Avrupa’da bütün bunlar gereğince varsa ve güvence altındaysa, daha geçen hafta Hollanda gibi durgun bir toplumda 200 bini aşkın işçi ve emekçi neyin kavgasını vermek üzere alanlara çıkmıştı? Avrupa iş ve refah kapısı ise eğer, aynı Avrupa’nın amiral gemisi konumundaki Almanya’da Hartz yasaları neyin nesi oluyor? Doğru dürüst bir önderlik ve örgütleme çabası olmadığı halde onbinlerce emekçi neden Pazartesi Yürüyüşleri yapmak ihtiyacı duyuyor? Onbinlerce kişi neden Berlin’deki gösterilere akıyor? Avrupa bir çıkış yoluysa eğer, Yunanistan emekçilerinin, İspanyol ve İtalyan işçilerinin grev ve direnişlerinin neden yıllardır ardı arkası kesilmiyor?

İşçi kardeşler, sizler Avrupa’da yaşıyorsunuz ve bütün bunları kendi yaşamınız üzerinden dolaysız olarak biliyorsunuz. Avrupa’da “sosyal devlet” ve “refah toplumu” çoktan çöktü ve geride kaldı. Avrupa artık, düne kadar devrimden ve sosyalizmden duyduğu korkuyla işçi sınıfına ve emekçilere tanımak zorunda kaldığı sosyal hakları ve demokratik özgürlükleri bugün sistemli saldırılarla geri alma yolunu tutmuş bir vahşi kapitalizm örneğinden başka bir şey değildir. Avrupa artık, dünya siyaseti sahnesinde başa güreşen; işçi ve emekçi kitlelerini işsizliğe, yoksulluğa ve giderek sefalete mahkum etmek pahasına kaynaklarını da bu doğrultuda kullanan emperyalist bir büyük oluşumdan başka bir şey değildir. Avrupa Birliği, emperyalist Avrupa tekellerinin küresel düzeyde güç ve etkinlik kazanmak hedef ve niyetlerinin somutlanmış bir ifadesinden başka bir şey değildir.

Böyle bir Avrupa’nın halkımıza, işçi ve emekçimize bir çözüm ve çıkış projesi olarak sunulması, günümüz Türkiye’sinde ileri sürülen en büyük yalan ve aldatmacadır. Bu aldatmacaya liberal solun bir kesiminin ve Kürt hareketinin tamamının destek vermesi ise utanç vericidir. Bu çevreler insanımıza kan kusturan İMF reçetelerinin, bu çerçevede uygulanan sosyal yıkım programlarının, dizginsiz sömürü ve yağmanın arkasında, aynı zamanda bizzat Avrupa Birliği’nin bulunduğunu bilmezlikten geliyorlar. Türk devletinin vahşi katliamlarla hayata geçirdiği F Tipi hücrelerin Avrupa’nın tam desteğine sahip olduğunu görmezlikten geliyorlar. Kürt halkının temel ulusal haklarının hala inkar edilmesinin Avrupa’yı zerre kadar ilgilendirmediği katı gerçeğine gözlerini kapıyorlar vb. Bir bakıma bu kör ve sağır rölünü bile bile oynuyorlar. Çünkü onlar emekçilerin ve ezilenlerin direnme ve mücadele gücüne olan inançlarını artık tümden yitirmişlerdir. Çünkü onlar dünkü cellatlarına bugün tapacak, tüm umutlarını onlara bağlayacak kadar alçalıp düşmüşlerdir. Çünkü dmevrim dönekliği bu çevreleri dün sömürünün, yağmanın ve her türden siyasal gericiliğin kaynağı olarak gördükleri o aynı emperyalizmi bugün refah ve demokrasi kaynağı olarak görme ve gösterme noktasına getirmiştir. Onlar bu tür hayaller yayarak iflas etmiş Türk burjuvazisinin değirmenine su taşıyorlar, devrim ve sosyalizm davası karşısında düzen safında yer almış oluyorlar.

Sahte hayaller ve gerçek çözümler

Kardeşler,

Buraya kadar söylediklerimizi Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne giriş ihtimalini varsayarak söyledik. Oysa gerçekte böyle bir ihtimal yok denecek kadar zayıftır. Kendi bünyesinde sorunları sürekli ağırlaşan bir Avrupa, Türkiye gibi sayısız yapısal sorunla yüzyüze olan bir ülkeyi içine alacağını düşünmek olacak iş değildir. Dahası, Türk egemen sınıflarının temsil ettiği bugünün Türkiyesi, Avrupalı emperyalistler nazarında, ABD emperyalizminin bir “Truva at”ndan başka bir şey değildir. AB neden bünyesine bile bile bir “truva atı” alsın ki?

Bu temel önemde nedenlerden dolayı, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne gireceği iddiası her türlü dayanaktan yoksundur. Buna rağmen Türk burjuvazisi bu iddiayı ayakta tutmaktadır; çünkü hem gerçekten bunu istemektedir, ve hem de Türkiye’nin emekçilerini bu hayallerle sersemletmek işine gelmektedir. Aynı şekilde Avrupa’nın başını çeken emperyalist devletler de bu iddiayı ayakta tutmaktadırlar; çünkü bu onlara Türkiye’ye daha kolay hükmetme, AB’ye uyum adı altında ardı arkası kesilmeyen dayatmalarda bulunma olanağı vermektedir.

Avrupa Birliği hakkında körüklenen hayaller ve bu konuda yaratılan yapay fırtınalar üzerinde belki gereğinden fazla durmuş olduk. Fakat gerçekte bu fazlasıyla gereklidir. Zira Avrupa Birliği hayali, kokuşmuş Türk burjuvazisinin halihazırda emekçi insanımıza çıkış yolu olarak sunabildiği biricik sözde projedir. Komünistler ve devrimciler olarak biz, bu sahte hayallerin dayanaksızlığını emekçi insanımıza anlatabildiğimiz ölçüde, böylece gerçek çıkış ve çözüm yolu olan devrim ve sosyalizm alternatifine de güç kazandırmış oluruz. Avrupa Birliği sorunu bu çerçevede sanıldığından da fazla bir önem taşımaktadır ve yaratılan dayanaksız hayallere karşı sistematik mücadele temel önemde bir devrimci görevdir.

Devrimclikle kazanılanlar devrime
düşmanlık içinde tüketiliyor

Dostlar, yoldaşlar!

Kürt sorunu ve hareketi üzerine de bir-iki noktaya işaret etmek istiyoruz. Kürt hareketinin bugün içinde bulunduğu durum hüzün verici olduğu kadar utanç vericidir de. Bugüne kadar biriktirdiği tüm kazanımlarını devrim adına ve devrimcilik sayesinde elde eden Kürt hareketi, gelinen yerde devrim dönekliğini genelleşmiş bir çizgi haline getirmiş bulunmaktadır. Bugünün Kürt hareketi içerisinde Amerikancılık, AB’cilik ve kemalizm şahsında TC’cilik harekete egemen moda akımlar durumunda. Örgütlü güç planında yazık ki en zayıf durumda olanlarsa Kürt devrimcileridir.

Oysa yineliyoruz; Kürt hareketi yıllardır devrim dönekleri tarafından tepe tepe kullanılan o muazzam güç ve olanaklara tam da devrimcilik sayesinde ulaşmıştı. Kürt devrimcileri, Kürt sorununun çözümünü emperyalizme ve kurulu düzene karşı mücadelede gördükleri içindir ki, büyük yiğitlik ve fedakarlık örnekleri göstererek direndiler, savaştılar ve deyim uygunsa, Kürt özgürlük mücadelesini yoktan varetmeyi başardılar. Elde edilen başarı benimsenen dünya görüşü, izlenen çizgi ve temel alınan değerlerle sıkı sıkıya bağlıydı ve hepimizin bildiği tüm bunların ekseninde devrim düşüncesi ve amacı ile sosyalizme yakınlık vardı.

Oysa bugünün egemen Kürt akımları, devrim ve sosyalizm düşmanlığı eşliğinde, devrim mücadelesi içerisinde yaratılmış bu birikimi Amerikan emperyalizminin, Avrupa emperyalizminin ya da dosdoğru Türk burjuvazisinin hizmetine sunmakta, bu güçlerin uzantısı ya da yedeği olarak hareket etmektedirler. Emperyalizmden ya da gerici Türk burjuvazisinden Kürt sorununun çözümünü beklemektedirler. Bu, sorunun kaynağını oluşturanlardan sorunun çözümünü beklemekle aynı anlama gelmektedir. Buradan hiçbir çözüm çıkamayacağı kesindir. Fakat bu arada olan, Kürt halkının en değerli evlatlarını feda ederek yarattığı devrimci birikime ve kazanımlara olmaktadır. Olan gerçek bir özgürlük ve eşitlik için büyük bedeller ödeyen ve deni acılar çeken Kürt halkına olmaktadır.

Kürt hareketindeki gelişmelere bu gözle bakmalı, emperyalizm ve Türk gericiliği hakkında yaratılan her türlü hayale karşı mücadele etmeli, Kürt ve Tük halklarının devrimci birliği için azami bir çaba sarfetmeliyiz. Bu, Kürt sorununun çözümünde özgürlüğe, eşitliğe ve gönüllü birliğe götürecek biricik doğru devrimci tutumdur. Bunun dışında Kürt sorunun herhangi bir gerçek ve kalıcı çözüm olanağı ve yolu yoktur.

Zor dönemin partisi!

Yoldaşlar, dostlar, kardeşler!

Sözü 6. kuruluş yıldönümünü kutladığımız Partimize bağlayarak bitirmek istiyoruz. Partimiz her bakımdan zorluklarla yüklü bir tarihi dönemin ürünüdür. Zorluk, sanılabileceği gibi salt baskı ve terör ortamından değil, fakat bundan da önemli olarak Türkiye’de ve dünyada yaşanan yenilgiler sonrası ortamdan kaynaklanmaktaydı. Bu, devrimden ve sosyalizmden yüz çevirmenin moda haline geldiği, devrim dönekliğinin kitleselleştiği, iyi bir gelecek umudunun yitirildiği, toplumun sindirildiği, emekçilerin örgütsüzlüğe ve çaresizliğe itildiği bir özel tarihi dönemdi.

TKİP işte böyle bir dönemin zorluklarına dayanarak, engellerini aşarak varolmayı ve güç olmayı başardı. Rüzgarlara göğüs germesini bildi, devrimci ilke ve değerleri kararlılıkla savundu, devrim ve sosyalizm davasında ısrar ve kararlılık gösterdi ve bugüne geldi. 20-30 yıllık örgütlerin dağılıp gittiği ya da kimliklerini ve değerlerini terkederek düzeni icazetine sığındığı, ancak böylece, yani yerlerde sürünerek yaşama olanağı bulabildiği bir tarihi dönemde, partimiz devrimci bir ideolojiyi, programı, çizgiyi ve değerler bütününü kimlik edinerek ve bayrak yaparak varolmayı başardı. Çünkü o Türkiye devrimci hareketinin düşünsel ve pratik en iyi değerlerinin oluşturduğu bir birikimin üzerinde yükselmekteydi. Bu birikimi marksist-leninist eleştirinin süzgecinden geçirerek devraldı ve onu daha üstü ve ileri bir düzeyden sürdürmeyi başardı TKİP.

Dolayısıyla TKİP’yi inşa etme, geliştirme ve büyütme mücadelesi, bizim için aynı zamanda Türkiye’nin devrimci birikimini, geleneklerini, büyük yiğitlikler ve fedakarlıklar pahasına oluşturulmuş değerlerini savunma ve ileriye taşıma mücadelesiydi. Partimizin Kuruluş Bildirisi; “Partimizin kuruluşu, onyıllardır bu topraklarda devrim ve sosyalizm davası uğruna kavga vermiş, emek harcamış, acı çekmiş, büyük yiğitlik örnekleri sergilemiş dünün ve bugünün devrimci kuşaklarının yarattığı birikimin güvenceye alınmasıdır.” derken, bu temel önemde gerçeği dile getirmiş oluyordu.

Bugün bu sözlerin her zamankinden çok daha fazla anlam kazandığı bir tarihi dönemden geçiyoruz. Partimiz tarihi misyonunun ve güncel sorumluluklarının bilincindedir. TKİP devrimi, devrimci iktidar iradesini, sosyalizmi temsil eden bir partidir. İlkeleri, programı, pratiği, gelenekleri, değerleri bunun kanıtı ve güvencesidir.

Partimiz başarılı bir politik-örgütsel gelişme çizgisine oturarak, sınıf mücadelesini daha geniş ölçekte ve daha etkin bir biçimde sürdürebileceği bir döneme girmiştir. TKİP, işçi sınıfı devrimciliği çizgisinde kararlılıkla yolunu yürümekte, dinamik gelişme çizgisini günden güne güçlendirerek sürdürmektedir.
Geçen seneki kutlamada vurgulamıştık, bu sene daha güçlü ve inançlı bir biçimde yineleriyoruz: Türkiye işçi sınıfı ve emekçilerinin artık gerçek ve giderek güçlenen devrimci bir sınıf partisi var! Bugün Türkiye’de TKİP var!

Hepinizi içten devrimci duygularla selamlıyorum...

Yaşasın Türkiye Komünist İşçi Partisi!

Yaşasın proletarya devrimi ve sosyalizm!


Üste