Logo
< Sosyalizmin büyük şairi Pablo Neruda’nın 100. doğum yılı anısına...

Henri Barbuss’ün anısına...


Henri Barbuss’ün anısına...

 

“Cenazelerini sırtlarında taşıyanların hikayesi”

 

Onu bir gün “bir şair keşfettik” diye ortaya çıkardılar. İlk önceleri şiir yazdı. Sonra roman yazdı. Onun için, savaştan önceki, savaştan sonraki Henri Barbusse, diye ayırırlar. Savaşta Barbusse, “Asker Charles, Asker Paul, Asker Henri”dir. Nefer Henri. Ama o savaşa karşı çarpışmak için savaştığını söyler. Barbusse savaştan elinde Le Feu (Ateş) romanı ile döner. Ateş,  savaşın vahşetini anlatır, harpten yılan nesil içinde roman büyük sevgi kazanır. Ondan sonra Barbusse 1917 yılında “Eski Muharipler Cumhuriyetçi Derneğini” kurar.

Savaşa bir küçük-burjuva olarak katılan Barbusse, savaştan bir devrimci aydın olarak çıkar. Bundan sonra tüm yaşamını emperyalizme ve faşizme karşı enternasyonal kongrelere, eylemlere adar. Barbusse savaştan sonra anti-emperyalist ve anti-faşist cephede bir sıra neferi olarak mücadelesini sürdürür. Birçok kez Sovyetler Birliği’ne gider ve son olarak 1935 yılında yaptığı gezide hastalığı nükseder. 30 Ağustos 1935 tarihinde yaşamını yitirir. Ölürken dahi İtalyan faşizmine karşı döğüşen Habeşistan’ı düşünür, “Habeşistan’dan haber var mı?” diye inler. Hele iyileş de, onu sonra düşünürsün diyen Anet Vildal’a, Barbusse, “Bu anda kimsenin istirahat etmeğe hakkı yoktur” der ve “Habeşistan, Habeşistan” diye ölür.

Barbusse’ün başlıca eserleri, Ağlayan Kızlar, Ricacılar, Cehennem, Ateş, Aydınlık, Olmuş Olan Gene Olacaktır, Dişlerin Arasındaki Bıçak, Cellatlar, Lenin, Stalin’dir.

***

Ateş, gerçekten de cenazeleri sırtlarında taşıyan milyonlarca insanın yaşadığı vahşetin bir avuç insanın yaşamı üzerinden bizlere aktarılmasıdır.

Ateş, yazarının da bir sıra neferi olarak katıldığı kahramanı olmayan bir savaş romanı. Barbusse bir sıra neferi olarak savaşın gerçek yüzünü gösteriyor.

Roman, 1. Dünya Savaşı sırasında Fransa’nın kuzeyinde bir Alman cephesinde geçiyor. Askerler, Barbusse’ün dediği gibi, harbe karşı çarpışmak için harp ederler. Tüm savaşlarda olduğu gibi ölenler, acı çekenler yoksul ve sıradan insanlardır hep. Burjuvalar ise kendi çıkarları için yürütülen savaştan bir biçimde sıvışmasını bilmişlerdir.

İki yıl ön cephelerde savaşan ve bir kez geri kaldığı için bir hayvan gibi kazığa bağlanıp öldürülen ve arkadaşlarının arkasından, “Ağustos 1914’den beri silah altında bulunmuş olan Gajar’a Fransa’nın şükranları”, diye yazdığı Gajarlar’ın savaşıdır.

Vahşi, acımasız ve militarist olarak girilen, ama “savaşa karşı verilen savaş”la proleter olarak kazanılan savaşın öyküsüdür “Ateş”.

Barbusse’ün, “Ateş”i hakkında yazılacak çok fazla bir şey yok. Sadece “Ateş”i okumak ve hissetmek gerekiyor.

Barbusse’ü ölümünün 65. yılında saygıyla anıyoruz. Mücadelesi ve fikirleri bugün de bize rehberlik ediyor, edecektir.

Proletarya edebiyatı için bugün de en canalıcı görevlerimiz arasında, dostumuzun ve düşmanımızın ayrımını açıklıkla yapmak ve düşmanımızı yenmek için bu alanda da mücadeleyi kesintisiz sürdürmek vardır.

Bunun için hepimize düşen görevleri yerine getirmeli, Parti disiplini içinde, proletaryadan ve emekçilerden yana olmayan ama kendilerini öyle gösterenlere karşı geniş bir cephe açmalıyız.

D. Emre


Ek metin/1:

Henri Barbuss’ün proletarya edebiyatına ilişkin  görüşleri

Proleter edebiyat ile ilgili pek çok konuşulur, bahsedilir oldu. Fakat herşeyden evvel “proleter edebiyat nedir?” Onun hududunu tayin etmeli ve onu tanımalıdır. Yeni hareket, yeni bir teşekkül meydana getirmek için sondaj yapılıyor, araştırmalar icra ediliyor. Mademki, işe baştan başlamak lazım o halde proletarya edebiyatının bir tarifini bulmaya çalışalım.

Proletarya edebiyatı herşeyden önce devrimci bir edebiyattır. O kapitalist sistemin yanında için için teşekkül eden ve bugün Sovyetlerde faal bulunan yeni topluma intibak ederek, onu aydınlatan, anlatan, tasvir eden edebiyattır.

Dünyanın her yerine yayılıyor, bazı sahalarda gelişimine emek sarf ediliyor, o bir harp devresindedir.

Devrim yeni bir adam yaratmıştır. Bu adam ister fabrika işçisi, ister toprak işçisi, ister fikir işçisi olsun, bu adam, ceryanlara karşı gelecek, eskiden kalanları imha edecek, planı ile malzemesi hazır olan bir müesseyi yapacak olan bir savaşçıdır. Devrim onları kendi maneviyatına kendi özelliğine göre yarattı.

Proletarya edebiyatı bir savaşçı işçinin malıdır. Bu edebiyat bu işçinin hareketlerini faaliyetlerini, duygularını, eğilimlerini ifade etmelidir. O enternasyonal bir bütünün hücresidir. Onun en karakteristlik tarafı, şahsiyet çerçevesinden fırlayışı ve sosyal şeklidir. Bu vaziyet, şahsiyetleri vazgeçmeyi icap ettirmez, bilakis devrim halindeki vatanda, sosyalist vatanda, şahsiyet yükseltir.

Ona menfi bir vazife daha düşüyor: Biz yürüyen dünyanın yenileme ve tamiri ile meşgul olduğu eski usul olaylara hücum ile mükellefiz. Suistamaller, büyük, küçük, özel, genel ucubeler, sakatlıklar, bozukluklar gibi bunları da takip etmeliyiz.

Burjuva ve proletarya problemi diye iki türlü problem yoktur, iki türlü görüş vardır. Bundan başka teşhir edilecek şeyler de vardır. Seyircinin karşısına dizilmesi ve ona hatırlatılması icap eden manzaralar, sahneler mevcuttur.

Yeni edebiyat aynı zamanda eski anlayışa da hücum etmelidir. Kapitalist toplumun bütün şekillerini ihtiva eden burjuva edebiyatının, tenkidini yapmalıdır. Burjuva edebiyatı açıktan mağlup edilmelidir.

Edebiyat aleminde zengin fabrikatörler gibi geçinen bazı edebiyat temsilcileri teknik maharetlerinden dolayı henüz biraz etkisini muhafaza etmektedirler. Bu edebiyat; kitap yığıntısı, karışıklık, anlaşılmazlık, boşluk ve manasızlık ile karakterize olur. Bunlar tafsilata önem verirler,  Marcel Prust gibi, modern züppelikleri vardır. Ande Gide’de olduğu gibi eserleriyle kötülüğü beslerler. Pol Klodel’de olduğu gibi, kelime cambazlığı aşılarlar. Velhasıl hayat mahudur boğulur. Yalnız bencillik hüküm süren. Bu anarşiden yalnız menfi bir doktirin çıkar:  “Sanat, sanat içindir.” Bu müze bizi ancak harp sahnesi olduğu için alakadar eder.

Bu edebiyatta (popülistler) halkın menmunluğunu ortaya koyarlar onlar işçi ve köylüyü son moda şekle sokarlar. Ve bir kimsenin kravat değiştirir gibi konu değiştirebileceğini tasavvur ederler. Onlar bizim resmi demokratlarımız gibi halkın dostudurlar. Hakiki ve canlı temayüller onlara arkasını çevirir. Biz yeni bir şahsiyeti cebren ve kadroları kırmayı göze alarak sahneye sokarız. Bu kollektif şahıstır, halktır, kitledir. Yukarıdan beri sıraladığım görüşlerin neticesi şudur: Poreletarya edebiyatı fevkalede karakterize bir cepheyi ve fikir kuvvetlerinin bir kutup etrafında tekrar toplanması olayını ifade eder.

“Henri Barbusse” “Cenazelerini sırtlarında taşıyanların hikayesi”


Ek metin/2:

Lenin ve Nazım Hikmet’in gözüyle
 Henri Barbusse

“Kitlelerde inkılapçı şuurun göze batacak kadar arttığı, her yerde görülmektedir. Bunun en kuvvetli delillerinden biri de, Henri Barbusse’ün “Ateş” ve “Aydınlık” adlı romanlarıdır. Bu romanlardan birincisi, Fransa’da 230.000 nüsha basılmış ve daha şimdiden bütün dünya dillerine çevrilmiştir. Kendi görüşleri ve peşin hükümleri tarafından tamamiyle ezilmiş, tamamiyle cahil bir küçük-burjuvanın, tamamiyle cahil kalmış bir sokak adamının, en çok da savaşın etkisiyle, bir inkılapçı haline gelmesi, sonsuz bir hakikatla, ustalıkla gösterilmiştir.” (Lenin, 3. Enternasyonelin Görevleri Hakkında, 14 Temmuz 1919)

“Bence, Barbusse bir yüksek, hakiki sanatçının nasıl çalışması, nasıl yaşaması, nasıl ve niçin dövüşmesi lazım geldiğini, bütün bir insan soyuna en muazzam ölçülerle, gösteren bir abidedir.

“O bir küçük-burjuva muhit ve fikriyatının eşyayı karmakarışık ve silik gösteren alacakararnlığından, büyük bir harbin ateş ve kanıyla yıkanarak sıyrılmış, proleter saflarına yalnız imanlı bir nefer gibi değil, bir inkılap bayraktarı olarak da girmiştir.

“Henri Barbusse’ün “Ateş”ini okumayan bir işçinin, emekçinin ve hakiki aydının kafası bir parça yarımdır. Ve bu kitabı çevirerek kütüphanesine sokmayan bir dil, insan kafası ve yüreğinin en büyük değerlerinden birinden mahrum kalmış demektir.” (Nazım Hikmet)