Logo
< Kürt Sorunu Üzerine Konferanslar... / 2 - H. Fırat

Kürt Sorunu Üzerine Konferanslar... / 3 – H. Fırat


Kürt Sorunu Üzerine Konferanslar 3 - H. Fırat

Ulusal sorunda reform ya da devrim

(3 Ekim 2009)

Kapitalist toplum, köklü ve kapsamlı sorunlarla karakterize olan bir toplumdur. Kapitalist toplumda sömürü, baskı, tahakküm, yoksulluk, yoksunluk, işsizlik, kadın cinsinin ezilmesi, şiddet, savaşlar vb., tüm bunlar başlı başına birer sorundur. Kapitalizm sayısız sorunların kaynağı olan bir toplumsal düzendir. Bu öteki sorunların her biri nasıl ki kapitalizmin temellerine vuran bir mücadele içerisinde aşılmadığı sürece çözülmeden kalıyorsa, aynı şekilde ulusal sorun da çözülmeden kalır.

Elbette tüm bu sorunlar belirli sınırlar içinde yumuşatılabilir. Örneğin sömürü toplumsal bir sorundur; biz onun belirli dönemlerde ve belli sınırlar içerisinde yumuşatılabildiğini, emekçi sınıfların bir parça yatıştırılabildiğini biliyoruz. Nitekim tarihsel olarak sosyal demokrasinin misyonu bu olmuştur. Klasik sosyal demokrasi, II. Enternasyonal döneminden söz ediyorum, emekçi sınıfların belli sınırlar içerisindeki ekonomik, sosyal, siyasal hakları uğruna mücadelelerinin bir ürünü oldu. Burjuvazi bu mücadelelerin basıncı altında belli tavizler vermek zorunda kaldı. Bu tavizler verildiği ölçüde de bunu verebilen ülkelerde burjuva sınıf düzeni bir parça rahatlamak olanağı buldu. Toplumsal çelişkilerin bir parça yatıştırılması, toplumsal gerilimlerin bir süreliğine dizginlenmesi anlamında.  

Kapitalist düzende sorunları belli bir dönem ve belli sınırlar içerisinde reforme etmek, dolayısıyla bu sorunların beslediği dinamikleri hiç değilse bir dönem için belli sınırlar içerisinde yatıştırmak mümkündür. Bu, ulusal sorun için de geçerlidir. Ulusal sorunda da reformist bir program olanaklıdır. Ulusal sorun da kapitalist düzenin sınırları içerisinde belli ölçülerde reforme edilebilir. Buna bizzat egemen sınıfın kendisi ihtiyaç duyabilir, ya da ezilen ulus halkının mücadelesi bu sonucu doğurabilir. Bu aynı sonuç, devrim uğruna verilmiş zorlu mücadelelerin bir yan ürünü olarak gerçekleşebilir.

Türkiye’de Kürt sorunu eksenli modern ulusal akımlar, başlangıçta büyük ölçüde Marksizm bayrağı altında ortaya çıktılar, '60’lı ve özellikle '70’li yıllarda. '70’li yıllarda Kürt sorununu eksen alanlar parti ve gruplar, farklılaşan çizgileriyle bir sol akımlar çeşnisi oluşturuyorlardı. PKK de bunlardan biri olarak sivrildi. Kendisini üstelik en tutarlısından marksist-leninist olarak tanımlıyor, hedefini sınıfsız toplum olarak saptıyordu. Ulusal sorunu genel toplumsal sorunun bir parçası olarak gördüğünü iddia ediyordu. Aşamalı ama kesintisiz bir devrimden yana olduğunu söylüyordu. Ulusal bağımsızlığı kesintisiz nitelikteki bir devrim sürecinin yalnızca bir ilk aşaması olarak görüyordu. Bağımsız birleşik Kürdistan’dan sosyalist Kürdistan’a, elbette oradan da komünizme ilerlenecek iddiasında idi. İşte bu kültürden, bu gelenekten gelen, bu ideolojiye dayanan, mücadelesini de bu temel üzerinde ateşleyen, ilk önemli gücünü de bu sayede kazanabilen bir parti oldu PKK. '90’lı ilk yıllara kadar da, hiç değilse resmi söylem planında, devrim iddiasını hala da koruyan bir partiydi. Gerçekte ise daha çıkışından itibaren ulusal sorun eksenli halkçı küçük-burjuva devrimci demokratik bir akımdan öte bir şey değildi. Öteki her şey dönemin genel devrimci atmosferinin bu kimlik üzerinden yüzeysel bir yansımasından ibaretti. Nitekim Ekim Devrim’in açtığı çığırın ifadesi tarihsel cereyan geride kalır kalmaz bu yüzeydeki sırlar hızla döküldü ve küçük-burjuva ulusal demokratik kimlik tüm çıplaklığı ile açığa çıktı.

Yine de Türkiye’de Kürt sorununun toplumun gündemine devrimci demokratik programa ve kimliğe dayalı bir parti tarafından sokulması dikkate değer bir olgudur. Alt sınıfların ulusal enerjisini PKK eksenli mücadele açığa çıkardı. Bu Türkiye toplumunu da derinden sarstı. İnkarcılığa büyük bir darbe vurdu. Kürt realitesi devletin zirveleri tarafından kabul edilebilir hale geldi. Bunu önce Özal ve Demirel resmi konumlarıyla dile getirdiler. Sorun tüm toplumun gündemi haline gedi. Tüm bunlar genel bir Marksizm iddiası ile devrimci demokratik bir bayrak altında yapıldı. Mücadele alt sınıflara dayalı olarak ve devrimci söylemlerle yürütüldü. Kürt hareketinin bugüne kadar kazandığı herşey, şu anki pazarlık gücü de dahil, hep de bu devrimci dönemin kazanımları oldular ve bugüne kaldılar.

Son on yılda buna eklenmiş esaslı bir şey yok. Son on yılın başlangıcı İmralı teslimiyeti idi. Bunun ilk beş yılında Kürt hareketinde büyük bir demoralizasyon yaşandı. Hareket büyük bir kargaşanın içerisine girdi ve kısmi bir dağılma yaşadı. Son on yılın son beş yılında başarılan, bir yeniden toparlanmadan ibarettir. Ama bu da o eski kitlesel destek ve eski kadrosal güçle başarıldı. Daha önce üzerinde durduğum koşullarda yeniden bir moral güç ve özgüven kazanan aynı güçler, aynı kitle destektir temelde sözkonusu olan. Bu bile, Kürt sorununda ulusal reformun, tam da devrimci gelişmenin bir yan ürünü olduğunu gösterir.

Biz komünistler, ulusal sorun ya da herhangi bir başka toplumsal ya da siyasal sorun, bu düzen sınırları içinde köklü ve kalıcı bir biçimde çözülmez diyoruz. Ama bu, bu düzende hiçbir şey çözülmez, sorunun kapsamında herhangi değişiklik olmaz anlamına gelmez. Eğer bu sorunlar uğruna devrimci mücadele verirseniz, bu düzen içerisinde de bu sorunlar kapsamında epeyce kazanım elde edebilirsiniz. Sözkonusu sorunları reforme etmek, yarattığı ağırlığı hafifletme anlamında ve yalnızca bu sınırlar içinde.

Marksizmin reformlar konusundaki bakışaçısı açıktır. Marksizm reformlara karşı değildir. Tam tersine, onları devrimci mücadelenin kaçınılmaz yan ürünleri olarak görür ve kabul eder. Sorunun can alıcı noktası da işte burada, bu ele alıştadır. Reformlar devrimci mücadelenin yan ürünleri olarak mı kazanılacaklardır, yoksa kendi içinde bir program haline getirilip, böylece bu düzeni reforme etmenin, aynı anlama gelmek üzere onarmanın ve güçlendirmenin bir zemini mi olacaklardır? Sorunun ve dolayısıyla devrimci Marksizm ile sosyal-demokrat reformizm arasındaki anlaşmazlığın, buna uçurumun demek daha uygundur, özü işte budur.

Kürt sorununda halen fiilen ya da kısmen de resmen gerçekleşmiş bulunan reformları zamanında devrimci bir çizgide ve devrim uğrunda verilmiş bir mücadeleye borçluyuz. PKK’nın sürükleyici kadroları zamanında devrimcilerdan oluşuyordu. Mücadelede kendini feda ederek hareketi bugünlere taşıyan kadroların büyük bir bölümü de kendilerini marksist-leninist olarak görüyorlardı. Nesnel konumları buna uygun düşmese de, öznel niyet ve duygularıyla bunda tümüyle samimi idiler de. PKK böyle bir dönemden, bu konum ve eğilimlerden geçerek bugünkü düzen içi çizgisine geldi.

Biz Kürt sorunu devrimle çözülür derken, Kürt sorununda atılacak adımların da devrim sonrasına ertelenmesi anlamında hiçbir şey söylemiyoruz. Kararlı ve tutarlı devrimci mücadeleyi bugün ne kadar iyi yürütürseniz, daha bugünden o kadar çok da taviz elde edersiniz. Devrimci mücadeleyi terk ettiğiniz yerde ise geriye yalnızca reformlar kalır. Reformlar sınırları belli tavizlerdir, sorunu kökünden çözmezler. Yalnızca yumuşatır, yatıştırır, hafifletirler. Yani sendikalar iyi mücadele ederlerse ücretleri artırırlar, iş güvencesi elde ederler, çalışma koşullarını iyileştirirler. Ama bu işçileri ücretli köle olmaktan çıkarmaz, ücretli emek sömürüsüne tabi statülerini değiştirmez. Daha iyi bir gelire ve nispeten daha iyi yaşam koşullarına kavuşurlar, ama sermayenin ücretli köleleri olarak kalakalırlar. Reform sömürüyü ortadan kaldırmaz, hiçbir biçimde temeline dokunmaz ama onu bir parça hafifletir. Sömürü ilişkilerinden doğan gerilimleri azaltır. Kurulu kapitalist düzen zemininde reformlar bu anlama gelir. Buna kapitalist düzende reformaların iğreti, koşullara göre geçici, hep yeniden gaspedilebilir niteliğini de eklemek gerekir.

Kürt hareketi devrimci bir gelenekten geldiği için, aslında Marksizmde ulusal sorunun çözümünün ne olduğunu, ulusal özgürlüğün ve eşitliğin ne anlama geldiğini çok iyi bildiği için, reform platformuna geçtiği bir dönemde de devletsel oluşuma varabilecek bir eşitlik istiyor. Ama bu tutumunda zerre kadar bir tutarlılık yok. Devrime dayalı çözümü terkettiğiniz bir durumda ancak onunla kazanılabilir olanı isteyemezsiniz. İstersiniz ama alamazsınız. Ya ulusal reform çizgisi izleyeceksiniz, belli sınırlardaki tavizlere razı olacaksınız. Ya da köklü bir şekilde iki ulus arasındaki ilişkilerin yeniden yeni bir temel üzerinde kurulmasını mı istiyorsunuz, o zaman devrim yolunu tutacaksınız. Reformlarla, burjuva gericiliği ile uzlaşma arayışları içerisinde, emperyalistlerin hakemliğinde ve sonuçta anayasal düzenlemelerle ne özgürlük ne eşitlik elde edebilirsiniz. Bu temelsiz hayallerle oyalanmaktır, kendini ve daha da kötüsü Kürt emekçilerini aldatmaktır.

Sorunları yumuşatmak, sorunların yarattığı derin acıları hafifletmek, onların doğurduğu gerilimleri düşürmek değil, sorunların kendisini çözmek istiyorsanız devrimci olacak, devrim yolunu tutacaksınız. Devrimci konum ve kimliğin özü budur. Toplumsal devrim, toplumsal sorunların köklü bir biçimde çözülmesi demektir. Bu kapitalist mülkiyet düzeninin ortadan kaldırılması anlamına geliyor. İlk adımı iktidarın işçi sınıfı tarafından ele geçirilmesi ve büyük ölçekli özel mülkiyetin ortadan kaldırılmasıdır. Ardından zamanla her türlü ayrımın, her türlü mülkiyet ilişkisinin tasfiyesidir. Bu, toplumsal sorunun köklü çözümüdür. Çağımızın devrimciliği budur, devrimci Marksizm bu demektir.

Biz, PKK artık devrimci demokratik bir hareket değil derken, öznel bir tavırla kimseyi devrimcilik onurundan yoksun bırakıyor değiliz. Yalnızca nesnel gerçeklikten hareketle bilimsel bir tanım yapıyoruz. PKK, eksen aldığı sorunu kurulu düzen temeli üzerinde çözmek isteyen bir partidir artık. Kurulu düzen içindeki bir parti ise en iyi durumda reformcu bir partidir. Devrimcilik kurulu düzeni temelden aşmak, onunla cepheden karşı karşıya gelmek demektir. Kurulu düzenin temellerine vurmak demektir. Temellerinin değişmesini istemek demektir. PKK böyle birşey istemiyor, böyle bir sorunu yok artık. Abdullah Öcalan yeni kitaplarında devrim düşüncesini kategorik olarak karşı çıkıyor, devrim ilkesine, devrime ilişkin temel kavramlara savaş açmış durumda. Sınıfsal bakışı bir yana bırakmanın, sorunların toplumun sınıf yapısı ve mülkiyet düzeni ile derinden bağını bir yana bırakmanın bir sonucudur bu. Benim için sınıfsal öğenin sorunlardaki rolü en fazla yüzde ondur diyebiliyor. Sorunların temelinde zihniyet sorununu görüyor, yapılması gereken zihniyeti değiştirmektir, diyor. Böylece materyalizm ile de her türlü bağını kesmiş, felsefi idealizmin kampına da geçmiş oluyor.

Zihniyet sonuçta bir düşünsel durumdur, maddi ilişkilerden doğar, maddi ilişkilerin zihinlerde bir yansımasıdır. Bir düşünüş tarzıdır, adı üzerinde oturmuş bir zihinsel davranış biçimidir. Ama kulübedeki düşünüş kulübe koşullarından, saraylardaki düşünüş saray koşullardan doğar, bu bilimsel felsefe demek olan materyalizmin abc’sidir. Abdullah Öcalan sınıf sorununu yüzde ona indirgeyip, sorunların temeline zihniyet sorununu yerleştirdiğinden, böylece materyalizmden kopmuş, felsefi idealizm kampına geçmiş oluyor. Nitekim yeni kitaplarına tamamıyla bu idealist düşünce tarzı egemendir. Abdullah Öcalan’ın yeni kitaplarını okuyup, bütün bunları açıklıkla görmemek için ya körlük ya da bilinçli ve kasıtlı bir samimiyetsizlik içinde olmak gerekir.

Bugünün PKK'si tipik bir sosyal demokrat akımdır. Zira bütün sorunların yalnızca reforme edilmesinden yanadır. Kurulu düzenin temellerine herhangi bir itirazı yoktur. Zaten sorunları da bu temellere bağlamamaktadır artık. Kadın sorunu üzerine konuşup duruyor Abdullah Öcalan. Bu meselede çok derinleştiğini, önemli yeni sonuçlara ulaştığını söyleyip duruyor. Ama sonuçta kadın sorununu götürüp erkeğin beşbin yıllık tecavüz kültürüne bağlıyor. Sorunun toplumsal temellerini bir yana bırakıp yüzeydeki yansımalarını esas alıyor. Kadın cinsinin tarihsel ezilmişliği ile sınıflı toplum gerçeği, sömürü ve mülkiyet ilişkileri arasındaki kopmaz maddi ilişkileri bir yana bırakıyor. Toplumsal bilimin son ikiyüz yıldaki en tartışmasız verilerini görmezlikten geliyor. Bu materyalizmden, tarihin materyalist kavranışından, toplumsal gerçeğe sınıfsal bakıştan kopmanın kaçınılmaz bir sonucudur. Herşeyi zihniyetle izah etmek, kadın sorununu da götürüp erkek egemenliğinin tecavüzcü zihniyetine bağlamayı gerektiriyor. Tarih bir dizi toplum gördü ama cinsler arası ilişki, biçim değiştirmekle birlikte, özünde değişmeden kaldı. Zira özel mülkiyete dayalı toplumsal ilişkiler de, bir dizi biçim değişikliğinden geçmekle birlikte, özü bakımından değişmeden kaldı. Temel kaldığı için de o cinsel ezilmişlik bugün hala sürüyor. Temel ortadan kaldırılmadığı sürece de sürmeye devam edecektir.

Bu, tüm öteki toplumsal-siyasal sorunlar için de aynen böyledir. En demokratik bir burjuva toplumunda bile milliyetçi duygular, üstün ırk ya da kültüre ilişkin gerici düşünce ve eğilimler, bundan beslenen ya da bunu kullanan akımlar ortadan kalkmaz. Şovenizm, milliyetçilik duyguları hep bir zehirli silah olarak kalır. Bu sorunu kökünden kazımak, ulusların gerçek eşitliğini kurmak mı istiyorsunuz? Devrim yolunu tutmalı, devrime dayalı bir strateji izlemelisiniz. Devrimciler sorunları temellerinden çözmek yolunu tutarlar. Kapitalist bir toplumda devrimci olup olmamanın temel kıstası da budur. Bu hiçbir biçimde reform sınırlarındaki kazanımların önemini ortadan kaldırmaz. Tersine, tam da bu sayede onları olanaklı kılar ve güvenceye alır.

Kürtlerin bugün kazandığı herşey devrimci dönemin birikimiyle kazanıldı, bunu bir kez daha yineliyorum. Bugün kabul edilen herşey o dönemde zaten bir biçimde kabul de edilmişti fiilen. Şimdi ona yasal biçim vermek, o yasal biçimlerle Kürt emekçilerini aldatmak istiyorlar. Ama Kürt emekçileri kazanımların bu kadarını çoktan sindirdiler, onlar artık bundan ötesini istiyorlar. Özgürlük ve siyasal eşitlik istiyorlar. Ancak gerçek özgürlük ve siyasal eşitlik bu düzende reformla verilmiyor. Bunun için devrim yolunu tutmak gerekiyor.

Türkiye sol hareketinin kuyrukçu kesimlerinin ulusal sorun konusundaki tavrı utanç vericidir. Bunlar '70’li yılların devrimci geleneğinden gelen parti ve gruplar. Ulusal sorun, Kürt sorunu eksenli olarak, o dönemin en ilgi çekici, en çok incelenen ve tartışılan konularından biriydi. Bu inceleme ve tartışmalarda, Marksizm-Leninizm, PKK de dahil herkesin ortak beslenme ve başvuru kaynağı idi. Hemen tüm parti ve gruplar kendini bu ortak referans kaynağı üzerinden izah etmeye, doğrulamaya, haklı göstermeye çalışırlardı. Dönemin bütün devrimcileri ulusal soruna ilişkin marksist klasikleri okur, Marksizmin ulusal sorunu ele alışını iyi kötü bilirlerdi. '90’lı yılların ortasına kadar hala da iyi kötü biliyorlardı. '90’ların ortasından itibaren tüm bildiklerini görülmemiş bir hızla unutmaya başladılar. İmralı sürecinden sonra ise tümden unuttular. Örneğin bunlardan birinin 1994 tarihli Kuruluş Kongresi belgelerine bakınız. Orada, ulusal sorunda reformist program mahkum ediliyor, bu çizgideki Kürt ulusal partileri devrimin ezip geçeceği güçler arasında sayılıyordu. Ama bunu diyenler, bunu dediklerinden yalnızca bir iki sene sonra, üstelik tam da PKK devrimden hızlı bir kopma sürecine girdiği bir sırada, onun kuyruğuna takıldılar. Hala da orada öylece duruyorlar. PKK’de İmralı’dan geçip bugüne gelen onca köklü ideolojik, felsefi, programatik ve stratejik değişime rağmen üstelik.

Her sınıfın, herhangi bir sınıfı temsil etmek iddiasında her bir siyasal partinin, kendi ilkeleri, bağımsız programı, bunların ifadesi bayrağı vardır. Türkiye’nin kuyrukçu solunun kendi ilkeleri, kendi programı, kendi stratejisi, tüm bunların ifadesi kendi bayrağı yoktur. Marksizmin denenmiş, sınanmış, 20. yüzyılın tüm deneyimi ile doğrulanmış ulusal sorun programının bunlar için artık herhangi bir anlamı kalmamıştır. En kaba bir tutarsızlığın ifadesi olarak hala resmi programlarında buna ilişkin sözler duruyor olsa bile. Kuyrukçu solun mensupları, artık en pozitif bir tanımla, “Kürt halkının dostları derneği”nin mensuplarıdır.

Emperyalizm çağında ulusal sorun genel sosyalist devrim mücadelesinin bir parçasıdır. Ulusal soruna ilişkin leninist bakışın ve programın abc’sidir bu. Emperyalizm çağında ulusal sorunu genel demokrasi sorunundan, demokrasi sorununu ise sosyalist devrimden ayıramazsınız. Ayırdığınız bir noktada, kapitalist toplum düzeni karşısındaki devrimci konumu yitirirsiniz. Kapitalizme karşı demokrasi mücadelesi, kendi dar sınırları içerisinde yalnızca bir reform mücadelesidir. Kurulu düzeni devrimci tarzda aşabilmeniz için demokrasi mücadelesini toplumsal devrim mücadelesine bağlamak zorundasınız. Bunu '90’ların ortasına kadar herkes biliyordu, şimdiyse herkes unutmuş görünüyor. Kürt sorununu değil toplumsal devrim mücadelesinin bir parçası olarak ele almak, değil sosyalizm perspektifi içinde anlamlandırmak, demokrasi sınırlarında bir devrimden bile koparmış durumdalar. Türkiye gibi bir ülkede demokrasi sınırlarında bir devrim sorununun tüm teorik tutarsızlığını bir yana bırakarak söylüyorum bunu.

İşçi sınıfı, kapitalist toplum içindeki konumunun bir sonucu olarak, toplumun en kucaklayıcı sınıfıdır. İşçi sınıfının devrimci programında tüm öteki ezilen ve sömürülen sosyal katmanların yanısıra ezilen uluslara, ezilen cinse, ezilen mezheplere yer vardır. Sosyalizm işçi sınıfı eksenli olarak tüm ezilenleri birleştiren bir bayraktır. Sosyalizm programı toplumsal ve siyasal özgürlükler sorununu en kapsamlı bir biçimde içeren programdır. Siz toplumun karşısına kendi programınızla ve stratejinizle çıkarsınız. Ama sizin dışınızda da ulusal hareket bir güç olarak vardır, evet. Verdiğiniz mücadelede, izlediğiniz mücadele stratejisi içinde bu hareket bir yere oturuyorsa, sizin yürüttüğünüz mücadele ile bağdaşıyorsa ya da bağdaştığı sürece onunla birliktesiniz, değilse kendi bağımsız çizginizde kendi yolunuzu yürürsünüz.

Ulusal sorunda Marksizmin kendi denenmiş bayrağı vardır ve 20. yüzyıl devrimleri somut olarak göstermiştir ki bu bayrak altında yüründüğü sürece ulusal sorunun devrimci çözümü olanaklıdır. “Halklar hapisanesi”ne son veren ve onbeş sosyalist cumhuriyet ve sayısız özerk ulusal bölgeden oluşan Sovyetler Birliği, altı cumhuriyet ve iki özerk bölgesiyle Yugoslavya, yanısıra  Çin, yanısıra Çekoslavakya vb. bunun örnekleridir. Tüm bu ülkelerde yeni ulusal sorunlar, devrimler yozlaştıktan sonra, burjuva ilişkiler yeniden yeşerdikten ve özellikle de egemen hale geldikten sonra yeniden sökün etmiştir.

Marksizm bayrağı altında devrimci partilerin zafere yürdüğü her yerde ulusal sorun çözüme kavuşturulmuştur. Ezilen ulusların hakları eksiksiz olarak verilmiştir. Uluslar ve diller arasında eşitlik sağlanmıştır. Halklar kardeşçe yakınlaşmış ve kaynaşmışlardır. Ama bunu başarabilmek için devrim mücadelesinin ateşi içinde kaynaşmaları, devrimin zaferine birlikte yürümeleri gerekiyordu. Yugoslavya halkları dışarda Nazilere, içerde Nazi işbirlikçisi büyük burjuvazi ve toprak sahiplerine karşı Yugoslav halk devrimini birlikte başarıya ulaştırmasalardı, bu eşitliği bulamaz, o kardeşliği kuramazlardı. Ulusal sorunun gerçek çözüm yolu buradan, devrimden geçiyor.

Toplumda şovenizm zehirini akıtabilmenin, ezilen ulus milliyetçi dargörüşlülüğünü kırabilmenin tek yolu, sosyal-siyasal mücadele içerisinde kaynaşmaktır, bunun üzerinde gereğince durmuştum. Ama sosyal-siyasal mücadele bir bütündür. Ulusal sorunu kendi içinde ayıramazsınız. Hele önce bir Kürt sorunu çözülsün diyemezsiniz, zira bunu demekle gerçekte onun çözümünü de olanaksız hale getirirsiniz. Sorunları bütünlüğü içinde ele almak, demokrasi mücadelesi sınırlarında bile bunu böyle yapmak, Kürt sorununu, Alevi sorununu, kadın sorununu, bütün bunları içeren siyasal özgürlükler sorununu, bütünlüğü içinde ele almak zorundasınız. Devrimci demokrasi sınırlarında bile programınızın bir bütünlüğü olmalı. Elbette devrimciyseniz eğer, bunda tutarlı ve samimi olmak istiyorsanız eğer.

Sorunu kendi içinde Kürt sorununa indirgerseniz, böylece ezilen ulus dargörüşlüğünün tuzağına düşer, ezilen ulus milliyetçiliğinde öteye de gidemezsiniz. Bu ele alış sorunu kısırlaştırır ve zaman içinde de yozlaştırır. Bir taraftan ezilen ulus milliyetçiliğini besler, öte taraftan ezen ulus şovenizmini. Sorun çözülmez, tersine kangrenleşir. Daha karmaşık, daha zor, daha içinden çıkılmaz bir hal alır. Belki bir süreliğine yatışır gibi görünür. Yakıcı hale gelmiş bölgesel emperyalist ihtiyaçlarından dolayı ABD’nin baskısı, biti kanlanmış işbirlikçi burjuvazinin bölgesel taşeronluk hevesleri ve hesapları, yürütmekte olduğunuz mücadelenin de basıncıyla birleşince, bazı tavizlere dayalı geçici bir durum ortaya çıkabilir. Ama böylece sorun esası yönünden çözülmez, tersine, gerçekte yerli yerinde kalır. Üç-beş yıl, bilemediniz beş-on yıl sonra daha büyük ve belki de içinde çıkılması daha zor sorunlar demeti olarak karşınıza yeniden çıkar.

Kapitalizmde sorunlar çözülmez, süründürülür sadece. Geçici olarak hafifletilir, bir parça yumuşatılır, ama içten içe, derinden derine hep süregider. Kapitalizm dengesiz, ikide bir bunalımlarla, sorunlarla, çatışmalarlar yüzyüze kalan, bunları döne döne yeniden üreten bir toplumsal düzendir. Bu, ulusal sorun için de böyledir. Aynı burjuva toplumu içinde farklı uluslar ya da ulusal topluluklar olduğu sürece, onlar arasında eşitsizlik, önyargılar, düşmanlık, giderek boğazlaşmalar, burjuva düzenin dengesiz, çelişmeli, çatışmalı, karmaşık bunalımlara gebe yapısına bağlı olarak yeniden yeniden gündeme gelirler. Kapitalizmde sorun çözülmez, yalnızca bir süreliğine yatıştırılıp denetim altına alınabilir. Bu da gerçekte onun sürümcemede kalması, değişen koşullara bağlı olarak da yeniden yeniden depreşmesi anlamına gelir.

Devrim yolu, reformistlerin düzen tabanı üzerinde reformla elde etmek istediklerini, devrimci bir tarzda elde etmek olanağı sağlar. Artı böyle bir süreç içinde biriktirdiği güçle de devrimin zaferini, dolayısıyla da sorunların köklü ve kalıcı çözümünü hazırlar. Devrim mücadelesin yan ürünleri olarak elde edilecek olan reformlarla sürekli güç toplayarak, bu mücadele içinde tüm milliyetlerden emekçilerin her düzeydeki birliğini güçlendirip pekiştirerek ilerler. Demek istiyorum ki, sosyal devrim uğruna mücadele reformu ortadan kaldırmaz, tam tersine onu özellikle olanaklı kılar.

Hiçbir toplumsal ya da siyasal sorun tecrit edilerek kendi içinde ele alınamaz. Toplumsal-siyasal sorunlar aynı kurulu düzenin, aynı toplumsal temelin, aynı sınıf egemenliği sisteminin ürettiği sorunlardır. Siyasal özgürlük sorunu, ulusal özgürlük sorunu, kadın özgürlüğü sorunu, din ve vicdan özgürlüğü sorunu, bütün bu sorunlar bir bütündür. Temelde bunlar demokrasi sorunlarıdır. Ama kapitalist düzende demokrasi mücadelesi, burjuva düzenin temellerini hedef almadan köklü ve kalıcı bir başarıya taşınamaz. Bunun için gerekli olan bir toplumsal devrim programıdır.

(Devam edecek...)


Üste