Logo
< Gençlik hareketi ve reformizm - D.Demir

Politik gençlik hareketi geleneği


H. Fırat

(Gençlik hareketi ve örgütlenmesi üzerine Haziran 2014’te yapılmış parti içi bir tartışmanın kayıtlarının yayınlanabilir bölümleridir...)

‘70’li yılların halkçılığı büyük ölçüde gençlik hareketine dayanıyordu. Bu nedenle biz başından itibaren çubuğu belirgin bir biçimde sınıf sorununa ve dolayısıyla yönelimine büktük. Bu tümüyle doğru bir tutumdu ve saflarımızda proleter sınıf bakış açısının bu denli kökleşmiş olmasını buna borçluyuz. Ama biz halkçı bakış ve kimliğe en kapsamlı eleştirilerimizi yönelttiğimiz o aynı dönemde bile, gençlik sorununu ve dolayısıyla çalışmasını ne küçümsedik, ne de ihmal ettik. Ekim’in daha 6. sayısından itibaren yayınlanan üç bölümlük gençlik hareketi değerlendirmesi bile bu önemsemenin bir göstergesidir.

Öte yandan biz, çok sınırlı güç ve olanaklarımızı daha başından itibaren hemen tümüyle sınıf çalışmasına yönelttiğimiz halde, çıkışımızın yarattığı etki ile gençlik içerisinde de her zaman belli güçlere sahip olabildik. Bu güçlerle ilgilendik, kendi içinde çeki düzen vermeye ve onlarla gençlik içerisinde etkimizi artırmaya çalıştık. Bu sayededir ki gençlik hareketi içerisinde hep bir sürekliliğimiz oldu. Gençlik yayınımızın halen gençlik hareketi içerisinde en eski ve sürekli yayınlardan biri, belki de birincisi olması, bu konuda bir şey anlatmaktadır.

Geride kalmakta olan otuz küsur yıllık tarihsel dönem, dünyada ve Türkiye’de genel bir gericilik ve sosyal durgunluk dönemi idi. Bu çerçevede Türkiye’de toplumsal mücadelenin sınırlarını ve dolayısıyla uzun yılları bulan kısırlığını biliyoruz. Ama tam da bir dönemin aşılmakta olduğu bir geçiş evresinin de içerisindeyiz. Tam da bu aşamada gençlik alanında farklı bir çıkış bize önemli imkanlar yaratabilir. Bu sınıf çalışmamızı zayıflatmaz, tersine ona her zamanki gibi ek imkanlar da yaratır. Kendi gelişme sürecimize baktığımızda, gençlik çalışmamızın toplamında sınıf çalışmamızı hiçbir zaman zayıflatmadığını görüyoruz. Tersine, sonradan sınıf çalışması içerisinde değerlendirebilmek olanağını bulduğumuz birçok kadroyu biz tam da gençlik çalışması içerisinde kazandık. Gençlik güçlerimizden sınıf çalışmasına destek güçler olarak ayrıca yararlandık.

Parti olarak temel önemde bazı üstünlüklerimiz var; ideolojik açıklık ve sağlamlık, devrimci kimlik, sınıf yönelimi, ihtilalci örgüt, bütün bunların ifadesi olarak tasfiyeci solun bozulan ve çürüyen tablosu karşısında tümüyle farklı bir konum, vb. Bunlar gençlik alanındaki yeni adımlarımızı da besleyecek ve güçlendirecek üstünlüklerdir. Ayrıca bizler geçmiş gençlik hareketinin içinden geliyoruz, dolayısıyla birikimlerini ve deneyimlerini de en dolaysız bir biçimde temsil ediyoruz. Gençlik hareketinin sorunlarını ele alırken bunun yararını fazlasıyla gördük bugüne kadar, bundan böyle de göreceğiz.

Gençlik her toplumda önemli bir dinamik kesimdir. Bir sınıf ya da kendi içinde homojen bir sosyal katman değil, tersine farklı sınıfları dikey olarak kesen bir toplum kategorisidir. Sınıfsal bakımdan heterojen bir toplum kesimi olması gerçeği, beraberinde gençlik içinde her türden ideoloji ve politika akımının varlığını getirmektedir. Bizi doğal olarak alt sınıflar gençliği, bu kapsamdaki işçi, emekçi ve öğrenci gençlik ilgilendirmektedir. Alt sınıflardan gelen gençlik, özellikle de öğrenci gençlik, bu ülkede toplumsal-siyasal sorunlara büyük ilgi göstermiş, toplumsal muhalefet içinde etkin bir biçimde yer almıştır.

Gerçekte öğrenci gençliğin toplumsal sorunlara bu ilgisi, hiç de modern sınıf mücadeleleri ile belirlenen ‘60’lar sonrası yeni dönem Türkiye’si ile de sınırlı değildir. Daha ondokuzuncu yüzyılın ikinci yarısından itibaren, Osmanlı’nın hızlanan çöküş sürecine de bağlı olarak, dönemin öğrenci gençliği toplumsal sorunlara ilgi duymuş, bu temelde hızla politize olmuştur. Dönemin Tıbbiye ve Harbiye öğrencileri, çözülmekte olan imparatorluk sorununa ilgi gösteriyorlar ve bu durumdan çıkış ve çözüm için yollar arıyorlar, böylece hızla politize oluyor, gizli örgütler kuruyorlardı. Daha henüz öğrenci iken, daha henüz toplumsal yaşam içerisinde çok dolaysız olarak yer almadıkları bir evrede, bunu yapıyorlardı. Nihayetinde uluslararası siyasi literatüre “Jön Türk” kavramını katmış bir toplumsal-siyasal kültürden sözediyoruz. Bu ülke gençliğinin güçlü bir politikleşme geleneği var demek istiyorum. Her toplumda bu vardır ama bizde belirgin biçimde güçlü bir damardır demek istiyorum.

Cumhuriyet’ten sonra gençliğin kurulu düzen tarafından denetim altına alındığını ve bunun ‘60’lı yıllara kadar da böyle sürdüğünü görüyoruz. 1940’larda iktidar tarafından güdümlenen gerici bir gençlik hareketi var, Tan Matbaası’nın yakılması örneğinde olduğu gibi gerektiğinde sol muhalefetin üzerine sürülebilen. Ama bu bile gençliğin toplumsal sorunlara ilgisinden gerici bir biçimde yararlanmanın getirdiği bir durumdur. Menderes’e karşı en etkin toplumsal muhalefet öğrenci gençlikten geldi. Menderes’in düşüşünü hızlandıran eylemlilikler de büyük ölçüde gençlik eylemlilikleridir. Ünlü “555K” eylemi de bunun bir örneğidir ve yalnızca üç hafta sonra Menderes’in düşüşü ile sonuçlanmıştır.

‘60’lı yıllar Türkiye’de modern sınıflaşmanın görünür hale geldiği ve giderek sınıf mücadeleleri halinde kendini somutladığı bir evredir. Aynı dönemde hemen tüm dünyada büyük toplumsal çalkantılar ve devrimci kaynaşmalar, bunun da her topluma şu veya bu biçimde bir etkisi var, dolayısıyla Türkiye toplumuna da. ‘60’lı yıllar boyunca, Türkiye’de günden güne güçlenip yayılan bir sosyal uyanış ve sola kitlesel bir akış var. Bu ilerici toplumsal gelişmede gençliğin de etkin bir yer tuttuğunu biliyoruz. Bu yeni dönemin gençlik hareketi bakımından en belirgin özelliği, mücadeleci gençliğin hızla düzenin denetimi dışına çıkması, devrime ve sosyalizme yönelmesidir. Bu nedenledir ki ‘70’li yılların öne çıkan Türkiyeli ve Kürdistanlı hemen tüm devrimci örgütleri daha baştan gençlik hareketi içinden filizlendiler. Hemen tümünün önder kadroları gençlik hareketi içinden geldiler. Deniz Gezmiş bir bakıma bu dönemin gençlik hareketinin bütün bir özeti ve idamının ardından geçmiş kırk yıla rağmen bugüne efsaneleşerek kalmış simgesidir.

Bütün bu tarihsel çizgiden çıkan ortak bir sonuç var. Gençliği, özellikle de öğrenci gençliği politize eden ve eyleme çeken her zaman genel toplumsal-siyasal sorunlar olmuştur. Dar akademik-demokratik sorunların bunda esasa ilişkin bir rolü yoktur. Öğrenci gençlik bu dar alanda politize olamadığı gibi bir bakıma kurulu düzene de bağlanıyor. Gençliğin akademik sorunları onu bir parça hareketlendirebilir; ama bu, bu sınırlarda kalırsa, böylece onu gerisin geri kurulu düzene de bağlar. Mesleki gelecek ve kariyer kaygısı önplana geçer. Gençliğin politik kitle hareketleri, tam da onun ülke ve dünya sorunlarına gösterdiği ilgiden kaynaklanmıştır. Başlangıçta şu veya bu özel sorundan başlamış olsa bile, gençlik toplum sorunlarına ilgi gösterebildiği ölçüde politize olmuş, kitlesel gençlik hareketleri de bunun ürünü olmuştur. Dünya ve Türkiye deneyimleri bunu açıklıkla tanıklık etmektedir.

Bakınız, son yirmi küsur senedir dar sorunlar üzerinden gençliği hareketlendirmeye yönelik çokça çabalar oldu. Akademik sorunlar, demokratik sorunlar, öğrenci dernekleri, öğrenci sendikası vb., birçok yol denendi, ama bütün bunlar ciddi hiçbir sonuç yaratmadı. Gençlik hareketindeki darlık ve kısırlık bir türlü kırılamadı. Oysa Haziran Direnişi gençliğin geniş kitleler halinde politize oluşuna sahne oldu. Bunun gerisinde ise bir kez daha gençliğin toplumsal-siyasal sorunlara gösterdiği geniş çaplı duyarlılık vardı. Nitekim o zamandan beri de bu aynı politizasyon kendini değişik vesilelerle dışa vuruyor. Gençlik Berkin Elvan’ın ölümü üzerine kitlesel eylemlere girişiyor. Gençlik ve liseli gençlik Soma madenci katliamına karşı aynı hareketliliği yaşıyor. Bunlar tümüyle politik olaylardır, etki ve yankıları toplum düzeyindedir. Ve gençlik kitlesel olarak tam da böyle olaylara etkin tepkiler veriyor.

Sınıfın iktisadi sorunları ve mücadelesine ilişkin bakışı mekanik bir şekilde gençliğin akademik sorunlarına aktarmaktan özellikle kaçınmak gerekir. Biz ‘70’li yılların büyük gençlik hareketliliğini içinden yaşadık. Hiç de akademik-demokratik sorunlar üzerinden değil fakat tümüyle politik sorunlar üzerinden hareketlenen bir gençlik sözkonusuydu o günün Türkiye’sinde. Tam da toplumsal-siyasal sorunlar gençliği hareketlendiriyor, binlerce-onbinlercesini döne döne sokak gösterilerine sürüklüyordu. Dönemin ilk büyük gençlik eylemleri, 1974 yılı sonunda Şahin Aydın ile Kerim Yaman’ın birer ay arayla katledilmeleri üzerine patlak vermiştir. Bu iki faşist cinayet onbinlerce genci eyleme, forumlara, üniversite işgaline ve nihayet işçilerin de geniş biçimde katıldığı onbinlerce kişilik cenaze törenlerine çekmiştir. Böylece bir anda tümüyle politik bir mecrada gençlik hareketinin önü açılmıştır. Dönemin akademik gibi görünen en önemli istemlerinden biri özel okulların devletleştirilmesiydi. Fakat bu bile hiç de dar akademik değil tümüyle politik bir istemdi.

‘60’lı yılların FKF’si gerçekte politik bir çıkıştır. Onu izleyen Dev-Genç, sol hareketin o günkü özgün durumunun da bir sonucu olarak, bir tür gençlik partisidir. Toplumsal sorunlara ilgisi, yönelimi bu kadar güçlü ve yoğundur demek istiyorum. Özetle dönemin gençlik hareketi, çıkışında da, vardığı noktada da politik nitelikte bir hareketidir. Çıkışı FKF, vardığı yer Dev-Genç’tir. Her iki durumda da sözkonusu olan açık politik kimlikli gençlik örgütleridir.

1960’lı yılların hemen başında işçi hareketindeki canlanma, TİP’in kuruluşu ve sonraki gelişmesi, Yön dergisinin aydın kesimler üzerindeki etkisi, yaygınlaşan toplumsal hareketliliklerin yarattığı genel atmosfer, sol uyanış ve sola kitlesel kayış, bu arada dünyadaki büyük olayların, sürmekte olan genel devrimci dalganın kaçınılmaz etkisi, bütün bunlar gençlik üzerinde de yankısını buldu. 1966’dan itibaren Fikir Kulüpleri oluştu ve hızla TİP’in etkisi altına girdi. Daha doğrusu bu örgütler daha baştan TİP’li gençlerin inisiyatifi ile kuruldu. Ama başlangıçta FKF hala da dar bir elit yapıdır, henüz tabandan gelen kitlesel bir gençlik hareketine dayanmamaktadır.

Bunu yoldaşlardan birinin sorusunu yanıtlamak için de söylemiş oluyorum. Bazı genç yoldaşlar, Dev-Genç, gençliğin kitle mücadelesinin içinden çıkan bir öz örgütlenme idi, diyorlarmış. Oysa durum gerçekte hiç de böyle değildir. Dev-Genç FKF’nin sonraki gelişimi ile ortaya çıktı. FKF ise başlangıçta dar bir elit örgüttür ve ‘68’deki kitlesel patlamaya kadarki durumu budur. Çeşitli üniversitelerde politik kimlikli gençlerin kurduğu Fikir Kulüpleri’nin sonradan ülke çapında federasyonlaşmasıdır FKF. Ama bu gençler Vietnam savaşı ile dayanışma örgütlüyorlar, bildirilerinde mevcut hükümeti kapitalistlerin hükümeti olarak suçluyorlar, dolaysız bir sosyalist dil kullanıyorlardı. Bu da açık bir politik kimlik anlamına geliyordu.

FKF’nin kitleselleşmesi ‘68 patlaması ile birliktedir. Dünyadaki ‘68 olaylarının Türkiye’de de gençlik kitlelerine yansıması, büyük üniversite işgaller ile birliktedir. Ama FKF burada örgütlü, bilinçli politik bir güç olarak hazırdır, bu noktaya özellikle dikkat etmek gerekir. Patlak veren işgal hareketlerini hızla kendi denetimi altına alması ve buradan giderek kitleselleşmesi tam da bu sayededir. Yani Dev-Genç’in kitleselleşmesi, Haziran 1968 olaylarının sonrasıdır. Ve bundan sonra artık Dev-Genç şahsında politik kitlesel bir gençlik hareketi sözkonusudur.

Dolayısıyla Dev-Genç, daha baştan gençlik hareketinin kitlesel dinamizminden çıkmış bir gençlik örgütü değildir. Başlangıçta politize olmuş aydın gençlik gruplarının oluşturduğu dar bir yapıdır sözkonusu olan. Kitlesel bir hareketlenme olmadığı sürece bu yapının sınırları bellidir. Bir ideolojik tutumu vardır, bir politik mesajı vardır, ama bir kitle hareketinin ürünü, temsilcisi ve dolayısıyla taşıyıcısı değildir henüz. Kitle hareketlerinin taşıyıcısı olması ‘68 olayları ile birliktedir. Bu tür bir patlamayı hem bizzat örgütleyenler arasındadır, hem de böyle bir patlamayı toparlayıp, kendi yönetimine alıp bir yere götürme başarısını gösterebilen bir örgüttür.

‘70’li yılları ise zaten içinden yaşadık. Başlangıçta yine devrimci bir öncü bir gruptuk ve çok dar görünüyorduk. ‘71 Devrimci Hareketi’nin etkisi altında şekillenen çeşitli gençlik gruplarının sınırlı sayıda sempatizanlarıydık. 1974 öğrenim yılı başında durum hala da kabaca böyleydi. Ama çok geçmeden kendimizi kitlesel bir gençlik hareketinin önünde bulduk. Başlangıçta, örneğin Şahin Aydın’ın öldürülmesini protesto olayında, bir forum çağrısı yaparken bile ne kadar insanı katacağımızdan emin değildik. Ama İTÜ’de çağrıyı yaptığımızda, sınıfların kitlesel olarak boşaldığını biraz da şaşırarak gördük. Forum sonrasında bir grup devrimci olarak belediye otobüsüyle İstanbul Üniversitesi işgaline gidecektik. Ama forumdan çıkan binlerce öğrencinin kendiliğinden bizi takip ettiğini yine şaşırarak gördük ve bir anda binlerce kişilik bir yürüyüş kortejine dönüştük, Dolmabahçe üzerinden Karaköy’e akan... Öylesine güçlü bir hareketti ki sözkonusu olan, 15-16 Haziran’dan sonra devlet bir kez daha köprüleri açmak, boğaz köprüsü ve vapur trafiğini durdurmak zorunda kalmıştı. Zira benzer protestolar başta Yıldız Teknik ve İstanbul Üniversitesi olmak üzere öteki okullarda da aynı kitlesellikte yaşanmıştı.

‘70’li yılların gençlik hareketi çıkışından itibaren tümüyle politik bir gençlik hareketiydi. Akademik-demokratik sorunların burada sözü edilebilir bir rolü yoktu. Hızla politize olan bir toplumsal ortam sözkonusuydu ve işçilerin yanısıra ilk hareketlenenler öğrenciler olmuştu. Aynı yoğun politizasyon karşı-devrim cephesi için de geçerliydi. MHP güdümündeki faşist Ülkü Ocakları, MSP güdümündeki dinci Akıncılar Derneği, bunun örnekleridir. İkisi de kendince kitlesel ve ikisi de karşı devrimin hizmetinde tepeden tırnağa politik gençlik örgütleriydi. Neydi bu politik gençlik örgütlerinin motivasyon kaynağı? Gerici faşist ya da dinci ideoloji üzerinden gene toplumsal-siyasal sorunlar!

Akademik sorunlar ise sözkonusu olduğu ölçüde toplumsal sorunların içinde gündeme gelmiştir. Örneğin ‘68 işgallerinde eğitim sorunu kuşkusuz gündemde var, ama genel toplumsal sorunlarla bağı ve bütünlüğü içinde. Eğitim sorunundan sözedilirken emperyalizme bağımlılıktan, çarpık kapitalizmden sözediliyor. İşçi sınıfının, emekçilerin, yoksulların ihmalinden sözediliyor, zengin-fakir ayrımından sözediliyor. Sorun genel toplumsal bağlamında yerine buluyor, demek istiyorum. Yani bir fabrikadaki dar bir ekonomik sorun gibi, çalışma koşulları, ücretler, ikramiyeler sorunu gibi dar bir sınır içinde kalmıyor.

‘70’li yıllarda ortaya çıkan kitlesel gençlik örgütleri başlangıçta birleşik örgütlerdi. Devrimci hareket parçalıydı ama o sıralar henüz örgütlü güç olarak ortada yoktu. Zira ‘71 Devrimci Hareketi’nden arta kalan kadrolar henüz zindanlardaydı. Böyle bir dönemde, önemli ölçüde bu akımlarının etkisi altındaki devrimci gençler birleşik örgütler kurdular. Ankara’da AYÖD, İstanbul’da İYÖKD bunun ifadesiydi.

Bu kitlesel gençlik örgütleri yasal açıdan dernek formu üzerinden kurulmuş olsalar bile, ki derneklerin politika yapmalarının yasak olduğu bir dönemdi, tümüyle politik bir gençlik hareketinin taşıyıcısı oldular. Parçalanma ve giderek her bir siyasal yapının kendi gençlik örgütünü kurmaya yönelmesi ise sonradan geldi. ‘74 affını izleyen bir-iki yıl içinde parti ve örgütler toparlanıp şekillendikleri ölçüde, örgütsel bakımdan birleşik bir yapıda bulunan gençlik hareketi de parçalanmaya başladı. Dönemin verimli kitle hareketi koşullarında her bir önemli siyasal grup binlerce, onbinlerce kişiyi etrafına toplayabildiği için, bunun verdiği bir kolaycılıkla gençlik içinde de kendi başına hareket etmeye ve kendi kitlesel gençlik örgütünü kurmaya yöneldi. Bu son derece sağlıksız, dar görüşlü, grupçu ve tekkeci bir zihniyetin yansımasıydı ama hissedilir kitle desteği bu kaba zaafı gizleyebiliyordu. Dönemin önplandaki başlıca siyasal akımlarının denetimindeki gençlik örgütleri, yapıları, programları, şiarları, isimleri ve pratikleriyle tümüyle birer politik gençlik örgütü idiler.

Sözkonusu parçalanmanın dönemin gençlik hareketi üzerindeki etkisi son derece yıkıcı olmuştur. Ama ben burada bundan çok, gerek birleşik örgütlerin gerekse parçalanma sonrası örgütlerin, tümüyle politik nitelikte kitle örgütleri oldukları gerçeğine, böylece de Türkiye’nin politik gençlik hareketi geleneğine dikkati çekmeye çalışıyorum.

Bu tarihsel çizgide uzun süreli bir kırılma 12 Eylül’den sonra yaşandı. 12 Eylül sonrası yalnızca bizde değil tüm dünyada bir genel gericilik dönemidir. Dünyada neoliberal akımların, her biçimiyle gericiliğin önplana çıktığı, Ortadoğu’da gerici dinci akımların güç kazandığı, bütün bunların öteki yüzü olarak toplumsal mücadelenin gerilediği, devrim dalgasının düştüğü, Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa’daki yıkılışla birlikte sosyalizmin büyük itibar kaybettiği bir dönemde, gençlik hareketi de bunun sonuçlarıyla yüzyüze kalacaktı. Kaldı ki bizde faşist 12 Eylül rejimi, gençliği ve gençlik hareketini özellikle hedef almıştı. Bunun bir yanı örgütlü gençlik hareketini ezmek, öteki yanı ise gençliği her yolla denetim altına almak, bunun için her yolu ve yöntemi kullanmak oldu. Bunda büyük başarı sağlandığını, gençliğin bin bir yolla uyuşturulup yozlaştırıldığını, apolitik, toplum sorunlarına ilgisiz bir gençlik kuşağı yaratıldığını biliyoruz. Sözkonusu kırılma böyle yaşandı.

Kuşkusuz ‘80’li yılların sonuna doğru ve sol akımların yeniden toparlanmasına da bağlı olarak, gençliği yeniden politize etmeye yönelik çeşitli çabalar da güç kazandı. ‘80’lerin sonunda bazı önemli ilk girişimler oldu, fakat bunlar anlamlı bir sonuç yaratmadı. ‘90’lı yılların ortasında bir takım yollarla mevcut durum yeniden zorlandı, fakat yine anlamlı sonuçlar yaratılamadı. Dikkat ediniz, bu aynı yıllar aynı zamanda genel toplumsal mücadelede canlanma işaretlerinin ortaya çıktığı yıllardır. ‘89’da İşçi Baharı’nı, ‘90’da madenci fırtınası ile kamu çalışanları hareketindeki ilk önemli canlanmayı hatırlayınız. ‘90’ların ortası ise çeşitli biçimleriyle sınıf hareketliliğine, bazı yoksul semtlerde patlamalara varan hareketliliklere ve nihayet ‘95 ve ‘96’daki güçlü 1 Mayıslar’a sahne oldu. Bu aynı dönemlerde öğrenci gençlik içinden de çıkışlar zorlanmıştır. Fakat bunlar da anlamlı sonuçlar yaratamamış, gençlik hareketindeki darlık ve kısırlık bir türlü aşılamamıştır.

Bu gericilikle belirlenen bir tarihsel dönemin gençlik hareketine de kaçınılmaz yansımasıydı. Ama işte bu dönemi geride bırakacak bir geçiş sürecinin içindeyiz. Yeni dönemin belirtileri gitgide çoğalıyor ve bunun sonuçları kendini gençlik cephesinde de gösterecektir. Bizde Haziran Direnişi başlı başına bu yeni dönemin güçlü bir işareti olmuştur. Genel kitle hareketi ve özellikle de gençlik hareketi yönünden. Sorun bu yeni döneme hazırlıktır. Her cephede olduğu gibi gençlik hareketi cephesinde de. Gençlik örgütlenmesini yeni bir gözle ele alış da bu hazırlığın bir parçasıdır.

Bugünün Türkiye’sinde sosyalizm iddialı reformist sol gençlik örgütleri var, Kolektifler, Öğrenci Muhalefeti, şimdi FKF adını alan TKP Gençliği, Emek Gençliği vb. gibi. PKK çizgisinde Kürt ulusal gençlik örgütleri var. Burjuva çizgide ulusalcı gençlik örgütlenmeleri var, İP’in TGB’si gibi. Ama ciddi bir devrimci gençlik örgütü yok, bu alanda halen belirgin bir boşluk var. Bu boşluğu sınıf devrimciliği çizgisinden esinlenen ama kendini buna daraltmayan, gençlik hareketi bünyesindeki genel devrimci eğilimi kucaklamaya çalışan bir gençlik örgütlenmesi doldurabilir ancak. Böyle bir gençlik örgütü devrimci çizgide kitlesel bir gençlik hareketi geliştirmeyi ve tam da bu çaba içinde onun örgütsel formu haline gelmeyi hedeflemelidir.

‘60’lı yılların dar FKF’si, bir yandan Vietnamlı devrimcilerle dayanışmasını ilan ederken, öte yandan mevcut Adalet Partisi hükümetini kapitalistlerin hükümeti diye suçlayan siyasal metinler yayınlıyordu. Bu çok dolaysız bir politik tutum ve dildir. 1960’lar Türkiye’sinde, yani geçiş süreci içindeki bir toplumda. FKF’nin çok geçmeden Dev-Genç şahsında militan ve kitlesel karakter kazandığını, Dev-Genç’in ise açık bir devrimcilik iddiası ile dönemin gençlik hareketini kucakladığını biliyoruz. O günden bu yana Türkiye, kapitalist ilişkilerin belirgin bir biçimde oturduğu bir toplum haline geldi. Artık bu toplumda proletarya ve burjuvazi var. Egemen sermaye sınıfı ile onun karşısında güçlü bir emek ordusu var. Bu toplumda sermayeye karşı işçi sınıfından yana olmak zaten bu düzene karşı olup olmamak sorunudur. Bugünün Türkiye’sinde devrimci olmak ancak emeğin yanında ve sermayenin karşısında olmakla olanaklıdır. Bunun gerisindeki her tutum son tahlilde düzen içi bir konumu anlatır, bu anlama gelir.

Politik bir gençlik örgütünün nitelenmesinde ve dolayısıyla isimlendirilmesinde devrimcilik tanımı en asgari noktadır. Bugünün gençlik mücadelelerinde devrimcilik asgari nokta ve temel kimliktir. Bunu sol ya da sekter, daraltıcı bir isimlendirme olarak görmek, ilkin bu ülkenin gençlik hareketi tarihini anlamamak demektir. İkinci olarak bugünün Türkiye’sinin sınıf ilişkileri gerçeğini gözden kaçırmak demektir. Ciddi bir devrimci gençlik hareketi ve örgütlenmesinin temel şiarlarından biri, belki de birincisi, tam da “Düzene karşı devrim!” olmalıdır.

Biz kurulu düzene karşı devrimci bir gençlik hareketi geliştirmek istiyoruz. Her biçimiyle bütün bir gençlik hareketini kucaklamak diye bir sorunumuz ve dolayısıyla hedefimiz olamaz. Bu toplumdaki sınıflar gerçeğini unutmak demektir. Kitlesel olmak iddiası taşıyan bir gençlik örgütü kendini açıkça devrimci olarak tanımlarsa bu onu bazı güçleri kucaklamaktan alıkoyar kaygısı tümüyle yersizdir. Biz işçi sınıfına ve öteki emekçi katmanlara mensup ya da hiç değilse bunların davasına yakınlık duyan gençlik kesimlerini kucaklamak ve harekete geçirmekle yükümlüyüz. Biz nesnel toplumsal konumlarıyla devrimden çıkarı olan ve dolayısıyla devrime akma potansiyeli taşıyan gençlik kesimlerini hedeflemeliyiz.

Devrimci bir parti olarak biz burjuva katmanlardan gelen gençlik kesimlerinden ne bekleyebiliriz ki? Sorun bunlardan belli sınırlı güçlerin devrime katılıp katılmaması olanağı değildir. Bu her zaman olmuştur ve olacaktır. Ama bu özel olgu bize genel sınıflar gerçeğini hiçbir biçimde unutturmamalıdır. Hiçbir zaman kendi ilkelerimizi, siyasetimizi, temel istemlerimizi burjuva katmanların sınırlarına ve dolayısıyla beklentilerine uyarlayamayız. Bunu bu ülkede yapan yeterince reformist parti ve grup var, bırakalım onlar yapmaya devam etsinler. Biz ise tersine, bilinçli bir tutumla, gençlik içerisinde sınıfsal temellere dayalı ideolojik-politik bir ayrışmayı zorlamalı ve hedeflemeliyiz.

Parti olarak her zaman devrimci gençliğin birleşik örgütlenmesini savunduk. ‘60’lı yılların Dev-Genç’i ile ‘70’li yılların başlangıç dönemindeki birleşik gençlik örgütlerini bunun olumlu örnekleri olarak öne çıkardık. Bu konuyu 2004 yılında bir kez daha iki bölümlük özel bir değerlendirme ile solun gündemine taşımaya çalıştık. Fakat bu çaba herhangi bir karşılık görmedi. Bir ara belki Genç Sen bunun kısmen de olsa bir olanağı olabilir diye düşündük, ama ondan da bir sonuç çıkmadı. Solun bilinen tablosu düşünüldüğünde bu şaşırtıcı da değildir. Ama bu tablo karşısında çaresizce durup bekleyecek de değiliz. Hele de gençliğin hızla politize olduğu bir dönemde.

Bu durumda, gençlik hareketinin devrimci gelişme ihtiyaçlarına yanıt veren araçlar neyse, onları kendi bakış ve inisiyatifimizle yaratmakla yükümlüyüz. Önemli olan sözkonusu nesnel ihtiyacın anlamını ve mantığını doğru kavramak, ilkelerde ve izlenecek politik çizgide olduğu kadar örgütsel yapılanma ve işleyişte de bunun gereklerine uygun davranabilmektir.


Üste