Logo

Dönemsel durum ve partinin sorumlulukları


 

Dönemsel durum ve partinin sorumlulukları

 

Sonu gelmeyen krizleri
 yönetme başarısı

Burjuva düzen cephesinde işlerin nasıl seyrettiği üzerinde durmayacağız. Bu, son kriz vesilesiyle basınımızda bir kez daha birçok yönüyle irdelenmiştir. Burada özellikle vurgulanması gereken nokta, sonu gelmeyen ekonomik krizlere rağmen, burjuvazinin işleri iyi-kötü götürdüğü, kendi ifadesiye krizi yönetmeyi başardığıdır. Ciddi zorluklarla karşılaşmadan faturanın bir kez daha işçi sınıfına ve emekçilere ödetilmesi bunun ifadesidir.

Bu kendi başına burjuvazi için sorunu çözmüyor ve yarına katmerleşerek devredilen sosyal-siyasal sorunların ağır yükünden kurtarmıyor. Ama güncel planda duruma hakim olmayı başardığı da bir gerçek. Bunu başarabilmesinin gerisinde özellikle işçi sınıfının denetim altında tutulmasının olduğu da bir başka gerçek. İşçi sınıfının güçlü bir çıkışı ve mücadelesi olmadan bu gidişin yönünü değiştirmek ve emekçi hareketinin önünü açmak olanaklı görünmüyor.

Sınıf ve kitle hareketinde
 tıkanıklık

Krizin yıkıcı etkilerine ve onu tamamlayan yeni sosyal yıkım programına rağmen sınıf ve emekçi hareketi cephesinde anlamlı sayılabilecek çıkışların yaşanmaması, kitle hareketinin bugünkü durumu hakkında bir fikir vermektedir. İşçilerin ve emekçilerin derin bir hoşnutsuzluk içinde olduklarından ve ardı arkası kesilmeyen saldırılara karşı bir çıkış yolu aradıklarından kuşku duyulamaz. Fakat bu çıkış yolunun bir türlü bulunamaması, sınıf ve emekçi hareketini iyice yormakta, onu halihazırda ağırlaşan bir tıkanıklıkla yüzyüze bırakmaktadır. Bu durum, sınıf ve emekçi kitleler içinde bir çaresizlik duygusuna, bunun da beslediği bir atalete yolaçmaktadır. Bu çok yeni bir durum da değildir. ‘99 Temmuz’unda tabandan gelen ve sendika bürokrasisini aşan büyük dalganın depremle birlikte kırılmasından beri durum aşağı yukarı budur.

Burjuvazinin çok yönlü baskı ve denetim mekanizmaları ile bunun bir parçası olan sendikal ihanet çetesinin sınıf ve emekçi hareketini düşürmeyi başarabildiği bir durumdur bu. Yıllardır kendini tekrarlayan ve bir kural olarak hava boşaltma işlevi gören eylem tarzına işçilerin ve emekçilerin güven ve inancı artık kalmamıştır. Buna rağmen bu eylemlere zaman zaman gösterilen ilgiyi ve yer yer gerçekleşen güçlü kitle katılımını, bir türlü kırılamayan mücadele isteğinin bir göstergesi saymak gerekir yine de. Fakat özellikle işçiler cephesinden sendika bürokrasisini bu tür eylemlere zorlayan eski taban basıncının şimdilerde büyük ölçüde zayıfladığı da bir gerçektir.

Reformist solda çürüme
ve düzene yamanma

Sol hareketin durumu, kitle hareketinin mevcut durumunun da olumsuz etkisi altında, bir bakıma çok daha kötüdür. Reformist ve devrimci kanatlarıyla geleneksel sol akımların kitlelerin mücadelesine, eylemliliğine ve örgütlülüğüne hemen hiçbir katkıları yoktur. Dahası, genelde düzenin, özel planda ise sendika bürokrasisinin yedeği olarak hareket eden sosyal-reformist akımlar, bu konum ve tutumlarıyla, kitle hareketini ve örgütlenmesini üstüne üstlük tahrip de etmektedirler. 28 Şubat üzerinden ordu yardakçılığı; EP üzerinden kurulan tuzaklara verilen tam boy destek; KESK’in düşürüldüğü vahim durum; zindan direnişine utanç verici ilgisizliğin zaman zaman devletin argümanlarıyla konuşmaya vardırılması vb., tüm bu güncel tutum ve davranışlar bu gerici rolün göstergeleridir.

Reformist sol son zamanlarda düzenin icazet sınırlarına tam olarak teslim olmuştur. 8 aydır süren ve toplumdaki tüm güçleri, kurumları ve kişileri yerli yerine oturmakta paha biçilmez açıklıklar sunan zindan direnişi, tüm kanatlarıyla reformist sol akımdaki çürüme ve kokuşmayı da gözler önüne sermiştir. Bu akımlar geçtik sol siyasal iddiaları, sıradan demokratların gösterebileceği bir ilgi ve desteği bile sunamamışlardır politik sonuçları bakımından hayati önem taşıyan bu direnişe. Üstelik Perinçekçi çete hariç tümü de hücre saldırısının, sınıfa ve emekçilere yönelik kapsamlı bir saldırının kritik bir alanı olduğunu bildikleri, bunu hep söyleyegeldikleri halde bu böyle olabilmiştir.

Reformist sol akımlar tüm kritik siyasal sorunlarda düzene tam teslimiyet içindedirler ve bunu davranışlarıyla döne döne kanıtlamaktadırlar. Birbirini izleyen yenilgi dönemlerinin dejenere ürünleri durumundaki bu akımların mücadelenin daha da sertleşeceği bir aşamada sahneden silineceğinden ya da düzenle tam bütünleşme yolu tutacaklarından kuşku duyulmamalıdır.

Kaldı ki düzenle doğrudan ya da dolaylı yollarla bütünleşmenin ciddi adımları daha şimdiden vardır. Milliyetçi-kemalist Perinçekçi İP artık devletin baskı ve terör aygıtlarının bir uzantısı olarak hareket etmekte, onların avukatlığını yapmaktadır. Dağılma noktasına gelen Avrupacı liberal ÖDP ise kaderini kendisi gibi bunalım içindeki düzen soluyla birleştirmek hazırlığı içerisindedir. Sınıf hareketi üzerinden çığırtkanlık yapmayı özgün bir kimlik haline getiren kuyrukçu liberal EMEP’in geldiği noktayı ise krizi izleyen olaylar göstermiştir. Sınıfa kendi adına söyleyebilecek hiçbir şeyi kalmayan, sendika bürokrasisinin kritik bir dönemde sınıf ve emekçi hareketine karşı kurduğu en büyük tuzağa en hararetli desteği veren bu çevrenin siyasal iflası bu vesileyle bir kez daha görülmüştür.

Tüm bunlar, reformist solun durumuna ilişkin tespitler, gözler önündeki olgusal durumlardır. Bu durum reformist solu küçümsemeyi değil, ona karşı daha sistematik bir mücadeleyi gerekli kılmaktadır. Komünistler, reformist solun maskesini indirme ve kitle hareketinde hala yapmayı başarabildiği tahribatın önünü alma mücadelesini bundan böyle de güçlendirerek sürdüreceklerdir. 

Devrimci-demokrat akımlarda
 kötürümleşme

Zindan direnişi süreci, geride kalan 8 ay boyunca geleneksel devrimci demokrat akımları hemen tümüyle kendine kilitledi ve bu akımların içinde bulundukları durumu da gözler önüne serdi. İçerde büyük bedeller ödenerek bu denli uzun bir zaman diliminde ayakta kalmayı başarabilen bir direnişe rağmen bu akımların sergilediği manzara, onların tıkanıklıktan da öte bir kötürümleşme içinde olduklarını bütün açıklığıyla ortaya koymuştur. Bir tek kendini tümüyle zindan direnişine endekslemiş bulunan DHKP-C bir ölçüde bunun dışında kalmayı başarabilmiştir.

Bu akımlar, zindan direnişi ötesi toplumsal gündemden, sınıf ve emekçi hareketinin yakıcı sorunlarından büyük ölçüde koptukları halde, zindan direnişinin başarısını kolaylaştıracak hemen hiçbir anlamlı politik açılım ve çaba içerisinde de olamamışlardır. Bu, bu akımların bugün geldiği yerdir ve bu akımlar bünyesinde yeni yıkımlar ve tasfiyeci savrulmaların da rahatsız edici zeminidir. Yenilmemiş, tersine büyük bir sabır ve inatla süren bir direnişi yenilmiş sayarak kendi ataletlerine dayanak yapanların, önümüzdeki dönemde kendilerini böyle bir akibetten kurtarmaları kolay olmayacaktır.

Kürt hareketinde bekleyiş
 içinde çürüme

İmralı teslimiyetinin üzerinden geçen iki tam yıl, bu çizginin içyüzünü ve iflasını bütün açıklığıyla gözler önüne sermekle kalmadı, bu çizgiye angaje olan Kürt hareketini de aktif bir güç olarak siyaset sahnesinden neredeyse tümden sildi. Kürt hareketinin yaşanan kan kaybına rağmen kitle gücünü bir ölçüde koruması, bu sonucu değiştirmemektedir. Hareket siyaset sahnesindeki belirgin varlığını çoktan kaybetmiştir ve saflarda sürekli büyüyen bir umutsuzluk vardır. Umutların tüketildiği bu edilgen bekleme süreci safları da günden güne çürütmektedir.

İmralı çizgisindeki Kürt hareketi bu duruma karşı çaresizdir ve son zamanlarda sık sık yinelenen savaş tehditleri bir anlam taşımadığı gibi kimse tarafından ciddiye de alınmamaktadır. Durumdan biricik çıkış yolu, İmralı çizgisinin tümden red ve mahkum edilmesi temelinde yenilenmiş bir devrimci mücadele çizgisidir. Bunun bir gereği olarak da Türk işçi ve emekçileriyle birleşik mücadele yoluna girilmesidir. Bunun ötesindeki herşey boş bir laftır. Umutsuzluğu büyütmekten, çürümeyi derinleştirmekten başka bir sonuç vermeyecektir.

***

Buraya kadar ortaya en özet biçimde koyduklarımız, genel çizgileriyle bir mevcut durum tablosudur. Bizim için öznel bir değerlendirme olmaktan çok bir nesnel/olgusal durum tespitidir. İyimserlik ya da karamsarlık nedeni değil, dönemsel görev ve sorumluluklarımızı doğru, isabetli ve başarılı bir biçimde üstlenebilmemizin bir olanağıdır.

Kısa dönemli başarının diyalektiği

Krizi yönetme ve kitleleri dizginleyerek denetim altında tutma alanındaki güncel başarısı ne olursa olsun, Türkiye’nin burjuva düzeni uzun vadede güçsüz ve gelecekten yoksundur. Bunu hiç de genel bir teorik gerçek olarak ya da tarihsel iyimserlik içinde söylüyor değiliz. Onyılları bulan tablonun gelişim seyri ortadır. Son 20 yılın ardından bugün varılan nokta bile, kendi başına işaret edilen bu gerçeğin bir göstergesidir.

Kısa dönemli olarak krizi iyi-kötü yönetmek ve kitlelerin tepkisini kontrol edilebilir ve katlanılabilir sınırlar içinde tutabilmek bir başarı olsa bile, bu aynı sürecin sonu gelmez krizler olarak işlediğini ve krizi yönetme imkanlarını da adım adım tükettiğini bilmek gerekir. Baskı ve şiddeti bu denli kesintisiz ve yoğun bir biçimde kullanan, tam denetimindeki sendika bürokrasisini sürekli bir biçimde ihanet çizgisinde davranmaya mecbur eden bir sınıfın elinde, kullandığı bütün bu araçlar, eski gücünü ve işlevini de zamanla kaçınılmaz olarak yitireceklerdir. Büyük güç ve itibar kaybına uğramış, her biri için yüzde on barajını aşmak bile ciddi bir sorun haline gelmiş düzen partileri tablosu, bunun daha şimdiden açıklayıcı bir örneğidir. Halkın en az güvendiği kurumların başında meclis, medya ve politikacıların gelmesi de bir rastlantı değildir. Kriz süreçlerinin ve krizi yönetme başarısının zamanla tüketip itibardan düşürdüğü kurumlardır bunlar.

Aynı süreç, örneğin şu an için en güvenilir kurumlar arasında gösterilen cumhurbaşkanı ve ordu için de adım adım işlemektedir. “Hukuk adamı” görüntüsü altında sergilediği birkaç göstermelik jestle bir anda büyük itibar kazanan cumhurbaşkanı, şimdi her biri birer “vatana ihanet” belgesi niteliğindeki İMF yasalarını peşpeşe tam bir uysallıkla onaylamaktadır. Krizin kurumları tüketen çarkıdır bu; “hukuk adamı” parıltısını bir anda uysal İMF memuru derekesine düşürmektedir bu çark.

Aynı şey ordu için de geçerlidir. Halk hareketlerini acımazsızca ezen faşist askeri darbelerin, ABD emperyalizmine ve NATO’ya elli yıllık uşakça sadakatin, Kürdistan’daki kirli savaşın, kontr-gerillanın beyni ve omurgasını bünyesinde taşımanın biriktirdiği büyük itibar kaybını, gözlere kül serpmek anlamına gelen 28 Şubat çıkışıyla bir ölçüde ve bir süre için hafifletmeyi başaran sermaye ordusunun bu manevrası da artık sınırlarına varmıştır. Bu aynı ordu, şimdilerde, İMF’nin sosyal yıkım programlarına verdiği tam destek ve bunların engelsiz uygulanmasına yaptığı dipçikli bekçilikle de gözler önündedir. Bu aynı ordu şimdilerde, emperyalizmin ve NATO’nun Ortadoğu bekçisi olmakla yetinmeyerek, dünya jandarması ABD ve siyonist İsrail’le Ortadoğu halklarına karşı kurduğu yeni saldırgan askeri ittifakla da gözler önündedir. Emperyalizmin tam denetim altına almak için bölüp parçaladığı, kanlı boğazlaşmalar içerisinde tükettiği Balkanlar’da, emperyalizmin hizmetindeki işgalci güç olarak da gözler önündedir. Hortumlanarak batırılan hemen bütün batık bankaların yönetim kurullarından bu ordunun generalleri çıkmaktadır. Çoğaltılacak tüm bu temel önemde olgusal gerçeklerin, kriz süreçlerine paralel olarak, kitlelerin bilincinde izler bırakmaması ve anlam kazanmaması elbette düşünülemez.

Özetleyerek yineliyoruz: Burjuva düzenin bugün için belli kurumlar ve araçlarla krizi yönetmede gösterdiği başarı, uzun vadede onu zora sokacak tüketici bir süreç olarak da işlemektedir. Bir başka ifadeyle, düzenin stratejik/yapısal zaafları onun güncel üstünlüklerini kemirmekte, adım adım zaafa uğratmaktadır.

Burjuvazinin güncel üstünlüklerini ve olanaklarını asla küçümsememeli, fakat bunu özetlediğimiz tablonun içinde ele alarak, uzun vadede onulmaz zayıflıklarını da görmeliyiz. Bu bize devrim mücadelesine güvenli ve soluklu bakmak olanağı sağlayacaktır.

Sınıf ve kitle hareketindeki
 zayfılığın öteki yüzü

Sınıf hareketi ve emekçiler cephesinde güncel durum görünürde fazlasıyla umut kırıcıdır. Fakat bu görüntüye aldanmak aldananları temelsiz bir karamsarlığa, ve bunlar sol siyasal oluşumlarsa eğer, kaçınılmaz biçimde tasfiyeci savrulmalara da götürür.

Kendini tekrarlayan ve elle tutulur herhangi bir sonuç yaratmayan kitle eylemleri çizgisi, burjuvazinin uşağı durumunda olan ya da ona tam teslimiyet çizgisinde hareket eden sendika bürokrasisi tarafından sınıf ve kitle hareketine kurulmuş en büyük tuzak durumundadır. Bu eylem çizgisi, eylem içerisindeki kitlelerin kendine olan güvenlerini ve mücadele yeteneklerini geliştiren, birlik, dayanışma ve örgütlenmelerini güçlendiren değil, tersine, tüm bunları zayıflatan ve parça parça tüketen bir etkide bulundu bugüne kadar.

Bugün bu çerçevedeki eylemliliklerin işçileri ve kamu emekçilerini artık yorduğu, dahası onlarda bir güçsüzlük ve çaresizlik ruh haline yolaçtığı bir olgusal durumdur. Fakat bu aynı olgunun gerisinde, sendika bürokrasisine derin bir güvensizlik ve onların inisiyatifine dayalı eylemlere giderek büyüyen bir inançsızlık da vardır. Bu ise tutarlı ve güvenilir önderlik arayışlarını besleyen bir durumdur. Yanısıra, kitlelerin kendi iç birikim ve dinamizmlerinden gelen eylemler için uygun koşulların adım adım oluşması ve olgunlaşması demektir.

Dönemin gerçek devrimcileri, somutta komünistler, mevcut durumu, umutsuzluk ve kitlelere güvensizlik nedeni haline getiren tasfiyeci yaklaşımların ve yakınmaların aksine, işçilere ve emekçilere güven veren ve onlara çıkış yolu gösterebilen enerjik bir çalışmanın olanağı olarak görmeli ve değerlendirmelidirler.

Reformist akımların güçten düşmesi

Bu bizi yeniden sol hareketin mevcut durumuna getiriyor. Dönemin tüm gelişmeleri devrimci ve reformist kanatlarıyla geleneksel sol akımları ezmekte, bunaltmakta ve onlarda sürekli bir biçimde güç ve moral kaybına yol açmaktadır. Reformist akımların tüm hesapları ve umutları rejimin yumuşaması beklentisi üzerine kuruludur. Oysa Türkiye, sonu gelmez krizler ülkesi olarak, sosyal çelişki ve çatışma etkenlerinin döne döne güç kazandığı bir yerdir. Temel önemde bu olgusal gerçek ise, burjuvaziyi yumuşama bir yana baskı ve terör rejimini daha da güçlendirme zorunluluğuyla yüzyüze bırakmaktadır.

Öte yandan, rejimin devrimci akımları ezme ve teslim alma politikası, son zindan direnişi sürecinde de görüldüğü gibi, beraberinde sıradan ilerici demokrat kuruluşları bile kapsayan bir baskı ve terör uygulaması getirmektedir. Doğal olarak bundan reformist sol da yer yer payına düşeni almakta, bu da onu daha geri ve teslimiyetçi konumlara itmektedir. Bu gelişme ise reformizmi güçten düşüren bir etkide bulunmaktadır. Zira düzenin basıncına bu denli bir kaba teslimiyet, içlerinden bir kısmı hala bir ikiyüzlülük örneği olarak devrimcilik iddiasında bulunan bu akımların maskesini de indirmekte, gerçek konumlarını gözler önüne sermekte, bu da onları itibar ve güç kaybına sürüklemektedir. Bu çerçevede, reformist sol akımların son zamanlarda iyice itibarsızlaşması ve sürekli güç kaybetmesini, son bir yılın olaylarından, özellikle de zindan çatışmasının ayrıştırıcı ve kimlikleri yerli yerine oturtucu yönünden ayrı düşünemeyiz.

Bütün bunların ışığında, reformist solun eski gücünü ve etkisini yitirmesi anlaşılır bir durumdur. Türkiye gibi bir ülkede, sahte kimliklerin olayların akışına ve çatışmanın sertliğine dayanma gücü ve olanağı yoktur. Bu düzen kurumları için olduğu kadar sol akımlar için de böyledir. Hele ki, yenilgi dönemlerinin ezip pelteleştirdiği güçlere dayanan reformist sol akımlar için.

Tasfiyeci tahribatı göğüsleme görevi

Bir hayli zedelenmiş, erozyona uğramış devrimci-demokrat bir kimliğin düne kadar iyi-kötü taşıyıcısı olmuş geleneksel küçük-burjuva akımların, aynı sürecin altında ezilmelerinde de anlaşılmaz bir durum yoktur. ‘90’ların ortasında semt hareketlenmesinin sağladığı geçici soluklanmanın olanaklarını çoktan tüketen bu akımlar, o zamandan beri sürekli bir gerileme, zayıflama ve moral erozyon içerisindedirler. Son zindan süreci ise içlerinden bazılarının ideolojik ve politik açıdan tasfiyeci bir girdaba nasıl sürüklendiklerini gözler önüne sermiş bulunmaktadır. Bu gruplardan bazıları önlerini bile göremedikleri gibi, geleneksel direnişçi kimliklerini de hızla yitirmektedirler. Sol ve keskin bir söylemden sağ ve teslimiyetçi tutumlara savrulmaları için, yalnızca birkaç ayın olayları yetebilmektedir.

Her zaman vurgulayageldik; yenilenme ve kendini aşma yeteneği gösteremeyen bu gruplar, gerçekte tarihsel ömürlerini çoktan doldurmuş durumdadırlar. İçlerinden küçük-burjuva konumu belirli bir ısrarla tutma yeteneğini gösteren bir-ikisi hariç tüm ötekiler biraz erken ya da geç, kaçınılmaz bir biçimde tasfiye olacaklardır.

Komünistler olarak biz bunu anlaşılır buluyor ve olağan karşılıyoruz. Bizim için önemli olan; devrimci direnme çizgisini güçlendirerek ve güven veren bir çekim merkezi oluşturarak bu tasfiyeci sürecin etkilerini sınırlandırmak, bu arada mümkün olduğu ölçüde hala diri kalmayı başarabilen güçleri/kadroları partinin devrimci çizgisine kazanmaktır.

Tasfiyeci sürecin panzehiri sınıf ve
kitle hareketindeki gelişmedir

Tasfiyeci bir batağın içerisinde umutları ve güçleri tüketen Kürt hareketi içinse söylenebilecek olan kısaca şudur: Kürt hareketi içinde köklü bir iç hesaplaşmanın ve ayrışmanın yaşanması, böylece devrimci çıkışların önünün açılması, Türkiye’nin genelinde sınıf ve emekçi hareketinin gelişme gücü ve temposuyla sıkı sıkıya bağlantılıdır. Bu açıdan, bugün Kürt hareketi bünyesindeki emekçilere yapılabilecek en büyük yardım, genel devrimci görevlere yüklenmek, özellikle de sınıf hareketinin halen sıkıştırılmış bulunduğu cendereyi parçalamasını kolaylaştıracak bir çaba içinde olmaktır. Bunun ötesinde, ideolojik mücadele, teslimiyet ve tasfiye sürecinin teşhiri ve katı gerçeklerin gözler önüne serilmesi mücadelesi elbette kesintisiz bir biçimde sürdürülmek durumundadır.

Şunu da ekleyelim ki, teslimiyet ve tasfiye çizgisinin iflasının herkes tarafından görülebilir hale gelmesi, kendi başına bu cephede devrimci ayrışmalar ve çıkışlar için yeterli değildir. Bu kadarı en fazla hareketin en diri kadrolarının devrimci yönelişini kolaylaştırabilir. Fakat tersinden, taban kitlesinin geniş kesimlerinin umutsuzluk içerisinde dağılmasına yolaçan bir etkide de bulunabilir. İşçi sınıfı ve emekçi hareketindeki genel gelişme, bir kez daha bunun önüne geçebilecek biricik gerçek olanaktır. Boş hayallere kapılmamak için bunu hep gözönünde bulundurmak gerekir.

Günü kurtarmak değil
geleceği kucaklamak

Partimiz dönemin tablosunu böyle görmekte, kendi güncel görev ve sorumluluklarına da buradan yaklaşmaktadır. Mevcut tablo altında ezilmek bir yana onu bütün bir gerçekliği içerisinde yüreklilikle kavramakta, görevlere her zamankinden daha büyük bir enerjiyle sarılarak devrimci çıkış yolu hazırlama misyonuyla hareket etmektedir.

Tam da öngörüldüğü gibi, devirmeyen darbe güçlendirdi; yeniden inşa sürecinde katedilen mesafe, partimizi sınıf hareketine ve genel devrimci mücadeleye karşı sorumluklarını her açıdan daha güçlü bir biçimde üstlenecek bir noktaya getirdi. Solda tasfiyeci süreçlerin derinleştiği bir zaman kesitinde, kendini yeniden örgütleyerek devrimci sınıf mücadelesi görevlerini daha etkin ve çok yönlü olarak üstlenecek bir hazırlık düzeyine ulaşmayı başarmak doğal olarak bir rastlantı değildir. Partimizin teorik temeli, ideolojik çizgisi, taktik açıklığı, örgüt birikimi ve geleneği ve tüm bunlardan kaynaklanan moral gücü, tüm bunlar birarada bu başarıyı olanaklı kılan etkenlerdir.

Sınıf ve kitle hareketinin mevcut durumu ile sol hareketin iç karartıcı tablosu, güncel sorumluluklarımızı daha yakıcı hale getirmektedir. Bu sorumlulukları cesaret ve güvenle omuzlayacağız. Sorunumuz günü kurtarmak değil fakat geleceği kucaklamaktır. Bu devrimci bakışaçısı, güncel durumu ve olanakları en iyi bir biçimde değerlendirebilmenin de temel önkoşuludur. Geleceği kucaklamak, gündelik kaygı ve beklentilerden uzak bir biçimde, geleceğe yönelik sabırlı ve soluklu bir çalışma da demektir. Başarının güvencesi bu bakışaçısında, buna dayalı çalışma tarzındadır.

Kitle hareketindeki gündelik dalgalanmalara, iniş-çıkışlara hiçbir biçimde takılmamalı, buna ilişkin beklentiler içerisinde olmamalıyız. Kitle hareketinin mevcut tablosu, zaman zaman umut veren ve hareketin kendini aşabileceği izlenimi yaratan bazı çıkışlar sayılmazsa, son on yıldır kendini yineleyip duran kısır bir tablodur. Kendiliğinden büyük bir patlama ya da etkili bir devrimci önderlik müdahalesi olmadıkça bu tablo değişecek gibi görünmemektedir. Bunlardan ilkine, kendiliğinden bir patlamaya, umut bağlamak ve eli böğründe böyle bir olanağı beklemek bizim sorunuz olamaz. Kaldı ki, ortaya çıktığında böyle bir olanağı etkili ve başarılı bir biçimde değerlendirebilmenin zorunlu temel koşulu da, yine önden iyi bir hazırlık çalışması içinde olmaktan geçmektedir. Bu ise bizi kendiliğinden ikinci duruma, yani devrimci önderlik müdahalesinin özel önemine getirmektedir. Etkili ve sabırlı bir hazırlık çalışmasıyla, özellikle sınıf kitleleri içerisinde adım adım güç, etki ve mevzi kazanmak zorundayız. Mevcut kısırlıktan ve açmazdan tek gerçek çıkış yolu olarak, devrimci sınıf çizgisi ve programına işçileri ve emekçiler kazanmak zorundayız.

Taktik alanda ve örgütte
yoğunlaşma

Teorik temelimiz, ideolojik kimliğimiz, bunların tarihi devrimci alternatif olarak somutlanmış biçimi olan programımız, ortaya koyduğumuz iddianın, üstlendiğimiz misyonun temel güvencelerinden biridir. Fakat bunu devrimci taktik ve örgüt alanındaki üstünlüklerle de bütünleştirebildiğimiz oranda, partimizi sınıfla gerçek manada buluşturabilir ve böylece devrimci gelişmeyi güvence altına alabiliriz. Henüz zayıf olduğumuz bu alan, doğallığında dikkatlarin ve enerjinin da yoğunlaştırılacağı asıl alandır. Kuruluş gündeminin özel ağırlığına rağmen parti kongresinin devrimci taktik ve örgüt sorunları üzerinde kapsamlı bir yoğunlaşma yaşaması bu çerçevede bir rastlantı değildir.

Bu iki sorun organik bir bütünlük de oluşturmaktadır. Dönemsel devrimci görevleri kucaklayan isabetli ve etkili bir taktik çizgi izlenmeksizin, örgütsel ve dolayısıyla kadrosal gelişme olanaklı olamaz. Bunun tersi de aynı ölçüde doğrudur. Etkili bir devrimci siyasal çalışma için güçlü bir örgüte ve sağlam kadrolara sahip olmak zorundayız. Fakat güçlü bir örgüt ile sağlam kadroları da ancak etkili, sistematik ve çok yönlü bir siyasal çalışma içinde yaratabiliriz.

Bu organik bütünlüğü kavramak önemlidir. Bugünün koşulları ve ihtiyaçları içerisinde bu ikisi arasında ayrım yapacak, birinden birine ağırlık tanıyacak durumda değiliz. İkisi de aynı ölçüde öncelikli ve yakıcıdır; çözümleri ise biribirine sıkı sıkıya bağlıdır, içiçedir.

Sınıf çalışmasında araç ve
 yöntem zenginliği

Sınıf çalışmasında yeni ve bu kez sonuç alıcı bir yüklenme çabası içindeyiz. Burada en önemli güncel sorun, sınıf kitlelerini etkilemenin ve örgütlemenin çok yönlü olanaklarını birarada başarıyla kullanabilmektir. Bunu araç, yöntem ve biçim zenginliği olarak da kavrayabiliriz. Sınıf çalışmasında tek biçimliliğe, salt belli araçlara ve yöntemlere takılıp kalmak, kendi başına bununla yol alınabileceğini sanmak, geçmiş sınıf çalışmamızın en zayıf yanıydı.

Bir takım yeni araçlar ve biçimler denediğimiz şu dönemde, kendi başına bunlara büyük anlamlar ve işlevler yüklemek; sınıf çalışmasına tüm cepheler üzerinden ve olanaklı, döneme uygun düşen tüm araçlarla yüklenmemek, bizi geçmişin kısırlığı ve sonuçta başarısızlığı ile yüzyüze bırakır. Devrimci taktikte ustalaşmak, bir yanıyla da, çalışma ve mücadele araç ve yöntemlerinde bu zenginliği kavramak, somut olarak geliştirmek, bunları dönemin koşullarına başarıyla uygulayabilmektir.

Başarıyla kadrolaşmanın
önemi ve aciliyeti

Görevlerin başarıyla üstlenebilmesi için örgütsel yapımızın güçlendirilmesi ve bu çerçevede kadrolaşmanın önemi özel bir açıklama gerektirmiyor. Burada kadrolaşmanın önemini ve aciliyetini özellikle vurgulamak istiyoruz. Konuya ilişkin değerlendirmelerimizde hep ifade edilegeldiği gibi, kadrolaşma kendi başına insan kazanmak değil, bu insanları parti çalışmasının ve mücadelesinin ihtiyaçlarına göre eğitmek, dönüştürmek ve hazırlamaktır. Bugün bu açıdan ciddi sorunlarımız var. Saflarımıza sürekli yeni, genç ve deneyimsiz insanlar akmaktadır. Fakat bunların parti içinde ya da çeperinde örgütlenerek eğitilip kadrolaştırılması sorunu, hala ciddi bir yetersizlik alanı olarak durmaktadır önümüzde. Bunda yeterli başarıyı sağlayamamak, parti örgütlenmesini geliştirmeyi güçleştirmekte ve dolayısıyla da görevlerin daha etkili bir biçimde üstlenilmesini zora sokmaktadır.

Bu, bu dönem üzerinde özellikle durmamız gereken bir sorundur. Zamanında kucaklanamayan, çok yönlü teorik ve pratik, politik ve örgütsel, legal ve illegal eğitimden ve deneyimden geçirilemeyen parti militanlarının gelişimi zaafa uğramakta, sonuçta bu insanların bir kısmı ya kaybedilmekte, ya da imkandan çok soruna dönüşmektedirler. Kadrolaşma alanındaki yetersizliğin örgütsel darlıkla sıkı sıkıya bağlı bulunduğunu, fakat tersinden de, başarıyla kadrolaşamamanın örgütsel gelişme ve yetkinleşmeyi zora soktuğunu bilmek, buradaki içiçeliğin bilinciyle sorunun çözümüne yüklenmek durumundayız.

Saldırıları göğüsleyerek ilerleyeceğiz

Bütün bu görevleri üstlenmeyi ve bütün bu sorunları çözmeyi, burjuva rejiminin çok yönlü ve tümden tasfiye etme hedefine yönelmiş kesintisiz saldırıları altında başarmak durumundayız. Son bir yılın olayları, özellikle de hücre saldırısı üzerinden sahnelenen vahşet ve gösterilen kararlılık, rejimin devrimci hareketi devrimci kimlik yönünden ezmek niyetini gözler önüne sermiştir. Bu olaylar, tam da devletin gizli Siyaset Belgesi’nde öngörüldüğü çerçevede, ehlileştirip teslim alınmış, düzenin icazet sınırlarına mahkum edilmiş bir sol yaratma politikasının anlamını somut olarak ortaya koymuştur.

Partimiz devletin bu niyetleri ve hesapları konusunda yeterli açıklığa, düşünsel ve moral hazırlığa sahiptir. Türkiye’de devrimciliği bitirmek, burjuva gericiliğinin boş bir hayali, gerçekleşmeyen bir umudu olarak kalacaktır. Partimiz, devrimci tarihimizin bu alandaki birikimlerinin mirasçısı ve günümüzdeki taşıyıcısı olarak devrimci kimliği ayakta tutmakla kalmayacak, bunu sınıf devrimciliği şahsında ileri ve tutarlı bir düzeye de yükseltecektir. Bugüne kadarki tutumu ve pratiği, bunun daha şimdiden yeterli kanıtlarını sunmaktadır.

Sorunun bu yönüyle ilgili tüm bu açıklığa rağmen, dahası bu açıklığın da bir gereği olarak, rejimin saldırılarını göğüslemek, bunu güvenceye alacak bir politik ve örgütsel konum ve tutum içinde olmak, günün bir başka temel görevidir. İllegal örgütsel temelimizi büyük bir dikkat ve özenle koruyacağız, geliştirip güçlendireceğiz. Aynı şekilde, legaliteden de etkin ve yaratıcı bir biçimde, çok yönlü olarak mümkün mertebe yararlanacağız. Bu ikisini başarıyla birleştirip bütünleştirmek, siyasal ve örgütsel başarının zorunlu koşuludur. Bu hayati sorunun bilincinde olarak ve bu bilinci derinleştirip kökleştirmek üzere, partimizin bu alandaki düşünsel birikimini ve pratik deneyimini döne döne yeniden incelemek ve pratik gerekleri konusunda en büyük dikkati ve özeni göstermek durumundayız.

(Ekim, Sayı: 223, Haziran 2001, Başyazı)


Üste