Logo

Sarsıcı ve aydınlatıcı gelişmeler


 

Sarsıcı ve aydınlatıcı
gelişmeler

 

Son ayların olayları sarsıcı olduğu kadar aydınlatıcı da oldu. Özellikle zindan direnişi eksenli mücadele süreci ve bunu izleyen katliam saldırısı, ikisi bir arada, siyasal tabloya ve yönelimlere olduğu kadar, siyasal güçler planında gerçek konumlara, kimliklere, karakterlere de yeni açıklıklar getirdi. Bu gelişmeler yalnızca devrimci mücadelenin imkanlarına değil, yanısıra burjuva düzenin buna karşı tahammülsüzlüğüne de; yalnızca devrimci direniş çizgisinde kararlılığa değil, sol reformist ve liberal akımların, bunların temsil ettiği ara güçlerin tutarsız, kaypak ve ikiyüzlü konum ve kimliklerine de bir kez daha ışık tuttu.

“Cezaevleri sorunu” ve burjuvazinin
acelesi

Haftalardır partimizin konuya ilişkin değerlendirmelerinde bu sorunlar yeterli ölçüde işlendiği ve halen de işlenmekte olduğu için, burada yinelemelere girmiyoruz. Devletin hücre saldırısıyla burjuvazinin işçi sınıfına ve emekçilere yönelik sosyal yıkım saldırısı arasındaki kopmaz bağın son gelişmelerle açık-seçik ortaya çıkmış olmasını, bu temel önemde noktayı, burada bir kez daha vurgulamakla yetiniyoruz.

Burjuvazi için bütün sorun, sosyal yıkım saldırıları altında inleyen yığınların hoşnutsuzluğunun devrimci mücadele çizgisine kaymasını engellemektir. Bu hoşnutsuzluğu gidermek olanaklı olmadığına göre hiç değilse tehlikeli patlamalara dönüşmesini engellemek, çok değişik yol ve yöntemlerle ne edip edip düzen kanalları içerisinde tutmaktır. İşte bunun temel güvencelerinden, olmazsa olmaz koşullarından biri de, bir bütün olarak devrimci akımın ezilip etkisizleştirilmesi, böylece en azından solun reformist kesimleri gibi düzenin icazet sınırlarına razı edilmesidir. Dahası burjuvazinin bunda acelesi de vardır; işçi ve emekçilerin mücadelesi kontrol edilebilir sınırları aşmadan, hele hele devrimci önderlikle bir ilk anlamlı buluşmayı gerçekleştirmeden, bu alanda sonuç almak istemektedir. Bunu başaramazsa, bu türden bir buluşmayı engelleyemezse eğer, gelişmelerin kontrolden çıkacağını, işinin bu noktadan sonra çok daha zor olacağını, deneyimlerden hareketle çok iyi bilmektedir.

Hücre saldırısındaki aşırı ısrarın ve bu saldırıyı başarıya ulaştırmak için toplu katliamlara varan acımasızlığın, “cezaevleri sorunu” olarak kodladığı alanda bir an önce sonuç almak istemesinin gerisinde, işte bu türden bir temel sınıfsal-siyasal amaç ve hedef vardır. Son olayların ayan-beyan görülür hale getirdiği temel gerçek budur. İşbirlikçi burjuvazinin en deneyimli temsilcilerinden olan ve ömrünün bu son evresini ona unutulmayacak hizmetlerde bulunmaya adayan Ecevit’in “cezaevleri sorunu”na ilişkin veciz ifadeleri, bütün bunları her türlü tartışmanın ötesinde zaten ortaya koymaktadır. Daha önceleri içeriyi kontrol edemezsek dışarıyı hiç edemeyiz diyen bu yeminli sol ve devrim düşmanı; katliamın hemen ardından ve bir yeni yıl mesajı olarak, “cezaevleri sorununu” güya artık nihayet çözmüş olmayı, “geleceğe umutla bakma”nın en temel gerekçesi olarak ortaya koyabilmiştir. Bu sözler aslında herşeyi özetlemektedir.

Sosyal yıkımın siyasal sonuçlarına
hazırlık

Bu temel gerçeğin ışığında, Türkiye’nin direnişe ve katliama eşlik eden güncel gerçeklerine kısaca yeniden bakalım.

Sürekli yenilenerek ve böylece daha da ağırlaştırılarak birbirini izleyen sosyal yıkım saldırıları, düzenin işçi sınıfı ve emekçilere karşı bugünkü konum ve tutumunu özetlemektedir. Türkiye kapitalizminin yapısal sorunlarının ağır faturası sürekli olarak işçi sınıfı ve emekçilere ödetilmektedir. İşbirlikçi burjuvazinin çözümsüz sorunlara biricik çözümü budur, bundan farklı bir alternatifi de yoktur. Kendisi bunu ve bunun yaratacağı sosyal ve siyasal sonuçları çok iyi bildiği için, sürekli bir biçimde siyasal sahneye çeki düzen vermeye çalışmakta, baskı ve terör aygıtlarını güçlendirmekte, bunun yasal önlemlerle tamamlamakta, tüm bunların asıl nedeni olarak da muhalif olan her sesi boğmaya, her akımı ezip etkisizleştirmeye çalışmaktadır.

Öte yandan, sosyal yıkım saldırılarına karşı sık sık tekrarlanan kitle hareketliliği, işçi ve emekçi kitlelerdeki hoşnutsuzluğu ve mücadele arzusunu ortaya koymaktadır. Bu mücadele artık tüm emekçi ve ezilen toplum katmanlarına yayılmış bulunmaktadır; işçilerden memurlara, kent yoksullarından kırsal emekçilere, öğrencilerden doktorlara ve mühendislere kadar, hemen tüm kesimleri şu veya bu biçimde kapsamaktadır. Bu gelişmelerin de etkisi altında, giderek yeni bir sol aydın ve sanatçı duyarlılığı gelişmekte, çürüyerek düzene ve devlete yamanmış durumdaki geleneksel aydın kesimi bir yana iterek kendini hissettirmektedir. Tüm bunlar bugünün Türkiye’sinde emekçi tabanına dayalı yeni bir sol hareketlenmenin, giderek devrimci gelişmelerin zeminini günden güne güçlendirmektedir.

Fakat, devrimci bir önderlikle buluşamamak, böylece soluklu ve devrimci bir mücadele çizgisinde ilerleyememek, mevcut kitle hareketinin halihazırdaki en temel sorunu olmaya da devam etmektedir. Zaman zaman büyük öfke birikimleri halinde kendini açığa vuran, hızla yaygınlaşan, ama çok geçmeden de sonuçsuz kalarak geri çekilen kitle eylemlilikleri çizgisi, giderek bir kısır döngü halini almakta, emekçilerde çaresizlik ve umutsuzluk duyguları yaratmaktadır. Buna seyirci kalmanın ötesinde bu durumu bilerek yaratan sermaye uşağı sendikal bürokrasi ile bazı emekçi örgütlerinin tepesine çöreklenmiş reformistlerin emekçi hareketine en büyük kötülüğü ve burjuvaziye en büyük hizmeti de bu olmaktadır.

Burjuvazi de yıllardır tekrarlanan bu durumun çok açık bir biçimde farkındadır. Temel zaafın nereden geldiğini çok iyi bilmekte, bunu süreklileştiren önlemler almaktadır. Devrimci bir önderlikle, onun yolgösterici devrimci çizgisiyle, kararlı ve militan bir devrimci pratik yönlendiricilikle birleşemediği sürece, kitle hareketinin yaşamakta olduğu bu kısır döngüyü aşamayacağını açıkça görmektedir. Dahası, sınıf ve emekçi hareketi bünyesindeki uşakları tarafından buna bilinçli olarak mahkum edildiğini de bilmektedir.

Devletin “Siyaset Belgesi” ve
 reformist akımlar için düzlenen zemin

Bu nedenledir ki, bir yandan emekçi hareketi içindeki uşaklarını her yolla desteklerken; öte yandan tüm potansiyel devrimci önderlik güçlerini ezip etkisizleştirmeye çalışmaktadır. Devrimci harekete soluk aldırmamaya dayalı sistematik saldırısı bundan dolayıdır. Burjuvazi, bu çerçevede çok hesaplı bir tutumla hareket etmektedir. Baskı, terör ve işkenceyle, kanlı katliamlarla ve hücre saldırısı ile direniş çizgisini kırmaya ve böylece kitleleri de terörize edip yıldırmaya çalışmaktadır.

Bu çabanın kendiliğinden bir sonucu, meydanın gitgide daha çok reformist akımlara kalmasıdır. Böylece devrimci mücadeleye akan yeni güçler bu akımlar tarafından düzen zeminlerinde tutulmakta, reformist sol politikalar ekseninde çürütülüp kötürümleştirilmektedirler. Fakat bu kendiliğinden bir sonuç olmanın ötesinde, burjuvazinin, onun adına ülkeyi yönetenlerin çok bilinçli bir tercihidir. Bu, devletin temel politika ve tercihlerini içeren “Milli Güvenlik Siyaset Belgesi”nin açık biçimde tanımladığı bir temel devlet politikasıdır. Sorun burada, devrimci olanın ezilmesi ve “ılımlı” olanın düzene entegre edilmesi olarak formüle edilmiştir. Dolayısıyla, işçi ve emekçi hareketinin bugünü ve geleceği için hayati bir önem taşıyan hücre saldırısına karşı üstüne düşenleri pratikte yapmaya yanaşmayan; dahası, içlerinden bazıları daha katliam ve direniş sürüyorken meydan artık bize kaldı diye yazacak kadar kendinden geçen reformist solun konumuna ve misyonuna, devletin “Siyaset Belgesi”deki temel tercihleri üzerinden de bakılabilmelidir.

Katliamlara ve sistematik işkenceye rağmen zindanlarda kırılamayan devrimci direniş, düzenin ve emekçi hareketinin durumu, devletin amaç, hedef ve tercihleri ile ilgili bütün bu temel gerçeklerin açık bilincine dayanmaktadır. Devrimci tutsaklar, burjuvazinin devrimci hareketi ezerek toplumsal muhalefeti teslim alma, ülkeyi kendileri için dikensiz bir gül bahçesine çevirme hesabını ve hedefini çok iyi bilmektedirler. Bunu boşa çıkarmada kendilerine düşen tarihi değerdeki sorumluluğa da bu bilinçle yaklaşmakta, bu nedenledir ki, bunun gerektirdiği daha ağır bedelleri ödemeye hazır oldukların ortaya koymaktadırlar.

Ayrıştıran ve saflaştıran
devrimci direniş

Zindan direnişinin ateşlediği ve günden güne büyüyen bir dalgaya çevirdiği hücre karşıtı kitle mücadelesi döneminde, en radikalinden bayağı liberaline kadar sosyalist olmak iddiasındaki tüm sol güçler, ilerici kişi, çevre ve kuruluşlar, hücre saldırısının ne demek olduğu, onun başarı sağlamasının ne anlama geldiği konusunda azçok açık bir fikre sahip görünüyorlardı.

Oysa katliam sonrasında ve katliama rağmen zindan direnişi güçlenerek sürüyorken, bu temel gerçeği unutmuş gözüküyorlar. Elbette gerçekte kimse bir şey unutmuş değil. Sözkonusu olan; burjuva düzenin karşı saldırısı karşısında sinmek, faşist teröre boyun eğmek, böylece işçi sınıfının ve emekçilerin geleceğini ilgilendiren temel önemde bir çatışmada devrimcileri yüzüstü bırakmaktır. Hücre karşıtı mücadele yükseliyorken, bu yükselişin suyundan giderek siyasal prim yapmaya çalışanların, faşist terörle bu mücadelenin ezilmek istendiği bir sırada köşelerine çekilmeleri, sol hareketin reformist kesimlerinin konumuna, kimliğine ve karakterine bir kez daha ışık tutmuştur. Bir kez daha açığa çıkmıştır ki, çelişkilerin derin ve dolayısıyla çatışmanın sert ve acımasız olduğu bu ülkede bu akımların geleceği de yoktur. Bu, şu son ayların en önemli açıklıklarından biri olmuştur.

Son ayların temel çatışması, 28 Şubat eksenindeki Kemalist ve devletçi solun yüzündeki maskeyi tümüyle indirerek katliam destekçiliği eşliğinde devletten yana saf tutmaya iterken, Kürt hareketini belli sınırları içinde yeniden Türkiye devrimci hareketine yakınlaştırmıştır. Direnişin ayrıştıran ve saflaştıran rolü kendini burada da etkili biçimde göstermiştir. 28 Şubat solu artık herşeyiyle düzenin bir parçası ve devletin bir uzantısıdır. Perinçek’in toplu bir faşist katliama alkış tutacak kadar soysuzlaşıp alçalan İP’i artık karşı-devrimin ileri bölüklerinden biridir, buna uygun söylem ve davranışlar içerisindedir ve bunun gerektirdiği bir tutumun ve mücadelenin konusu olmalıdır.

Kürt hareketinde yeni arayışlar 

Kürt hareketi ise kısmi ve henüz son derece iğreti bir olumlu yönelim göstermektedir. Bu zindan direnişi ile birlikte belirginlik kazanmakla birlikte, asıl olarak, düzenin Kürt sorunundaki çözümsüzlüğü ve bu çözümsüzlüğün de bir sonucu olarak, İmralı çizgisinin hızlı çöküşünün bir sonucu olmuştur. İmralı çizgisiyle birlikte tüm temel ulusal demokratik taleplerden vazgeçildiği halde, sorun salt bir kimlik ve kültürel hak kırıntılarına indirgendiği halde, rejim bu sınırlarda bir çözüme bile yanaşmamış, sorunun çözümünü inkar politikasını sürdürmekte ve Kürt hareketini tümden ezmekte görmüştür.

Bugünkü durum budur ve doğal olarak İmralı çizgisini resmen kabul etmiş bir PKK bile bunu hiçbir biçimde kabul etmemekte, bu inkar ve imha yönelimine karşı kendini savunmakta ve yeni çıkış yolları aramaktadır. Bu arayışların gücü ve sınırları konusunda henüz bir açıklık yoktur. İmralı ile girilen yeni yönelim hala resmi çizgi olarak korunmaktadır. Fakat rejimin katı ve esnemez tutumu, dahası Kürt hareketini yoketme hesabı farklı arayışları da kaçınılmaz biçimde zorlamaktadır.

Zindan direnişi ve katliamının yarattığı sarsıntı ortamında, Kürt hareketinin direnişe sahip çıkması ve katliama tavır alması, bu çerçevede anlaşılır bir durumdur. Nedenleri ve halihazırdaki zayıflığı ne olursa olsun, buradan doğan imkanları devrimci siyasal mücadele için bir kazanım olarak değerlendirmek gerektiğini partimiz, bu eğilim kendini hissettirdiği andan itibaren sık sık açıkça vurgulamıştır.

Kitlelere, sınıfa ve emekçilere!..

Hep yineleyegeldiğimiz gibi, sermaye rejimiyle zindan cephesinde ve hücre saldırısı üzerinden yaşanan çatışma, doğrudan toplumsal muhalefetin kaderiyle ilgiliydi; bunun gerektirdiği bir siyasal duyarlılık ve devrimci kararlılıkla ele alınmalıydı. Fakat tam da bu aynı nedenle, bu mücadele ile sınıfın ve emekçilerin genel mücadelesini birleştirmek, dahası bu mücadeleyi sınıf ve emekçilerin mücadelesinin bir parçası haline getirmek de temel bir ihtiyaçtı. İhtiyaçtan da öte bir zorunluluktu bu. Sorunu kendi içinde devrimci tutsaklar ve devlet arasında bir çatışmaya indirgemek gibi bir bakışaçısı zaafiyeti olmadığı halde, fiiliyatta böyle bir görünümün bir ölçüde de olsun ortaya çıkması, yaşanabilecek en temel zaaf, düşülebilecek en büyük tuzak olacaktı.

Katliam öncesi iki aylık süreçte tüm ilerici kesimlerin desteğinin açığa çıkarılması, giderek ilerici emekçi tabanda bir ilgi ve duyarlılık yaratılması, bu zaafa ve tuzağa karşı önemli bir imkandı. Yine de sorunu tümden çözmüyordu. Genel mücadele ile zindanlar cephesindeki mücadele arasında rahatsız edici bir mesafe kalmaya devam etti. Katliamdan sonra ise bugün bu mesafenin çok daha büyümesi tehlikesi doğmuş bulunmaktadır.

Bundan çıkan bazı sonuçlar ve bu sonuçların işaret ettiği yaşamsal görevler var. Zindanda sürmekte olan ve en kritik evresine gelmiş bulunan mücadelenin anlamı ve önemi ne olursa olsun, sınıf mücadelesi görevlerine bütünlüğü üzerinden yaklaşmalı, sınıf ve emekçi hareketine karşı görevlerimize en etkin bir biçimde sarılmalıyız. Sermayenin sınıfı ve emekçileri bunaltan saldırısı ile girmekte olduğumuz bahar dönemi, bu alandaki sorumluluklarımızı ayrıca yakıcı hale getirmektedir. Her iki mücadele cephesini bağdaştırmak, giderek birbirine bağlamak durumundayız. En kritik safhasına ulaşmış bulunan zindan çatışmasına ilişkin yakıcı görevlerimizi, sınıf ve kitle çalışmasının ihmal edilemez ve ertelenemez görevleriyle birarada ele almak durumundayız.

Bunlar pratikte sanıldığı kadar biribirinden uzak ya da kopuk görevler de değil. Bunun böyle sanılmasının gerisinde, zindan direnişine duyarlılık yaratmak ve destek oluşturmak sorununa doğru yaklaşamamanın da belli bir rolü var. Bu duyarlılık ve destek, duygu ve vicdandan yoksunluğunu şu son süreçte yeniden göstermiş bulunan resmi kamuoyunda ya da çürümüş, henüz çürümemişse bile sinmiş bir konumdaki sendika ve kitle örgütleri bürokrasisinde değil, fakat işçiler ve emekçiler arasında yaratılmak durumunda. Çalışma alanımız da, hedef kitlemiz de dolaysız olarak işçi sınıfı ve emekçi kitlelerdir.

En yakıcı sorunları ve ihtiyaçları üzerinden sınıfa ve emekçilere giderken, onlara seslenirken, bugünün en yakıcı siyasal çatışmasının anlamını ve önemini de onlara anlatacağız. Duyarlılıklarını geliştirmeye ve desteklerini büyütmeye çalışacağız. Bizim için gerçek umut kaynağı, bundan da öte gerçek siyasal yaşam alanı, işçi sınıfı ve emekçilerden başkası değildir. Buradaki etkimizi ve desteğimizi büyütmeden şimdiki yalnızlığımızı ve güçsüzlüğümüzü kırmanın olanağı yoktur. Devrimci mücadele fabrikalardan, atölyelerden, işçi-emekçi semtlerinden geliştirilip güçlendirilebilir ancak. Zindan direnişi döneminde kamuoyu duyarlılığı yaratmak ve geliştirmek adına, kendi gerçek alanlarımızın biraz fazla uzağına düştüğümüzü görmeli, bu duruma bir an önce son vermeliyiz. Tüm güç ve olanaklar değilse bile, bunun onda dokuzu doğrudan işçi ve emekçi çalışmasına yöneltilmelidir. Bahar dönemi, bunun gerektirdiği özel yoğunlaşma, bu çerçevede bahar kampanyası, buna vesile olmalıdır.

(Ekim, Sayı: 220, Şubat 2001, Başyazı)


Üste