Logo

Hücre saldırısını püskürtmenin sorunları ve sorumlulukları


 

Hücre saldırısını püskürtmenin
sorunları ve sorumlulukları

 

Mücadelede ulaşılan önemli aşama

Hücre saldırısını püskürtme mücadelesinde önemli bir aşamaya ulaşılmış durumda. Bugün ulaşılan nokta saldırıyı püskürtebilmek için henüz yeterli değildir kuşkusuz. Fakat üçbeş ay öncesiyle kıyaslanamaz bir mesafe katedildiği de bir gerçektir.

Buraya kolay gelinmedi elbette. Devrimci tutsakların Ulucanlar’da ve Burdur’da sergiledikleri ölümüne kararlılık; Ulucanlar’daki katliamın ve Burdur’daki katliam girişiminin etkin çabalarla açığa çıkartılması ve sarsıcı kanıtlarıyla kamuoyuna sunulması; binlerce tutsak devrimcinin tek bir ses halinde döne döne dile getirdiği hücrelere girmeme kararlılığı; bu kararlılığın toplumun ilerici katmanları içinde günden güne yayılması ve desteğe dönüşmesi; bu arada devletin F tipi ile gerçekte neyi amaçladığını kamuoyuna ve kitlelere anlatmak için gösterilen yoğun ve sabırlı çabalar, vb., vb., tüm bunlar sayesinde olanaklı oldu bu aşmaya ulaşmak. Tüm bunlar sonucunda, hücre karşıtı mücadele önemli bir mesafe katetti ve kamuoyuna maloldu. Tüm bu çabaların sonucudur ki, düne kadar “F tipi’ne ne pahasına olursa olsun geçilecektir” tehditlerini yüksek perdeden yineleyip duran devlet bugün savunma çizgisine itildi.

Yineliyoruz, bu henüz saldırının püskürtülmesi değildir. Böyle olduğunu sanmak son derece tehlikeli bir hayale kapılmaktan başka bir şey değildir. Tam tersine saldırının kaderini bundan sonra yapılacaklar tayin edecektir. Fakat dünle kıyaslanarak bugüne bakıldığında, varılan yer, bu saldırının pekala püskürtülebileceğinin önemli bir göstergesidir.

Katedilen mesafenin anlamını ve değerini doğru ölçebilmek ve yerli yerine oturtabilmek için, bugüne kadar yapılanların hemen tamamen, devrimci tutsakların sergilediği kararlılığın, devrimci akımların yürüttükleri henüz çok sınırlı faaliyetin, bir avuç tutsak yakınının yorulmak bilmez fedakar çabalarının, bazı hukukçuların, gazetecilerin ve insan hakları çevrelerinin duyarlılığının bir sonucu olduğunu gözönünde bulundurmak gerekir. Reformist sol partiler ile ilerici olmak iddiasındaki bazı sendikal çevreler, hücre karşıtı tutumlarını sık sık açıklamakla birlikte, bugüne kadar bu doğrultudaki mücadeleye henüz sözü edilebilir bir pratik katkı sunmuş değiller ya da bu sembolik olmanın ötesine geçmiş değil.

Mücadeleni yeni güçleri ve olanakları

Buna rağmen, bu hayli dar güçlere dayanılarak da olsa yürütülen mücadele, gelinen yerde, düne kadarki yalnızlığı kırmış ve dünle kıyaslanmayacak ölçüde önemli bir hücre karşıtı potansiyeli açığa çıkartmıştır. Son haftalarda, özellikle de Burdur vahşetinden beri, hücre karşıtı cephe hızla genişlemekte, özgüven kazanmakta ve daha tok bir kararlılık göstermektedir. Birçok kentte farklı kesim ve örgütlerin katıldığı hücre karşıtı platformlar giderek yaygınlaşıyor. Semtlerde ve öğrenci gençlik içerisinde örgütlenen benzer platformlar günden güne çoğalıyor. Aydınlar duyarlılıklarını bir eylemlilik süreciyle birleştiriyorlar, kuru açıklamaların ötesinde emek harcıyorlar. Barolar, tabip odaları ve öteki kimi meslek kuruluşları giderek daha duyarlı davranır ve daha ileri tavırlar sergiler hale geldiler. İlerici demokrat yazarlar konuyu basında sürekli işlemeyi sürdürüyorlar.

Bu gelişmeler, halıhazırda son derece pasif davranan, sorunu sınıfa taşımak için hemen hiçbir şey yapmayan ilerici sendikal çevreleri de pratik değeri olan tutumlara muhakkak ki yöneltecektir. Yıllardır zindanlarda teslimiyetçi politikaları bir çizgi haline getiren, İmralı’daki teslimiyetin ardından ise dayanaksız af beklentileri içerisinde tümden teslim olma yolunu seçen PKK’li tutsakların, gelinen yerde bu saldırının kendileri için ne ifade ettiğini nihayet görmelerinin etkisiyle de olsa hücre karşıtı bir tutuma yönelmeleri, bir başka önemli gelişme ve olanaktır.

Özellikle Burdur katliamından sonra tekelci medya bünyesinde bile çatlaklar oluştuğunu, bir kısım yazarların devletin niyetini ve hesaplarını açıkça tartışma konusu etme yoluna gittiklerini de bunlara ekleyelim. (Hala kılını kıpırdatmayan tek çevre Perinçekçi İP’tir. Politik amaçlarında mesafe almak için generallere yaranmayı biricik davranış ölçüsü haline getiren ve bu gerektirdiği için Ulucanlar katliamına ve Burdur vahşetine bile sessiz bir onay veren bu çevre, hücre saldırısı konusunda tutumunu hala açıkça ortaya koymuş değil.)

Yukardaki tablodan kendiliğinden çıkan sonuç bellidir. Hücre karşıtı mücadele düne kadarki darlığını parçalamıştır. Mücadele bundan böyle bu yeni güçlerin katılımı, katkıları ve desteğiyle sürdürülecektir. F tipi şahsında siyasal açıdan imha edilme ve teslim alınma saldırısının asıl hedefi olan devrimci hareket, şimdi saldırıyı püskürtmek için bu güçlerden en iyi bir biçimde yararlanmak sorumluluğuyla yüzyüzedir. Bu sorumluluğu doğru bir çizgide ve başarılı bir tutumla ortaya koyabildiği ölçüde, mevcut desteği günden güne büyütmeyi, işçilerin ve emekçilerin geniş kesimlerine yaymayı da başarabilecektir. Bu başarıldığında ise, her halükarda belli bedeller gerektirse bile, hücre saldırısının püskürtülmesi işte o zaman güvenceye alınabilecektir.

Devrimci tutsakların kararlığı
belirleyici önemdedir

Sözü edilen başarıya ulaşabilmenin bazı zorunlu önkoşullarını burada en özet biçimde ifade etmeye çalışalım.

En temel önkoşul, zindanlardaki devrimcilerin, hücrelere girmeme ve buna karşı ne pahasına olursa olsun direnme kararlılığını en ufak bir zaaf belirtisi göstermeksizin sürdürmeleridir. Saldırı kuşkusuz dışardaki mücadelenin gücü ve etkisi ölçüsünde püskürtülebilecektir. Fakat dışardaki mücadelenin gücü ve etkisi ise, doğrudan içerdeki devrimci kararlılığa bağlıdır, bu bir an bile unutulmamalıdır. Ulucanlar’daki ve Burdur’daki ölümüne direnişler olmasaydı, bugün dışarıda ulaşılan güç ve etki de yaratılamazdı.

Devletin bu kararlılık karşısında yalnızca iki seçeneği var. Ya çaresizlik, ya katliam! İkincisinin neyi ne kadar çözeceği de Ulucanlar ve Burdur’da somut olarak görülmüştür. Her iki vahşi saldırı da siyasal sonuçları bakımından ters tepmiş, devletin ayağına dolanmış, devletin teşhirine ve belli bakımlardan geri çekilmesine neden olmuştur. Bundan çıkan sonuç, devletin vahşete başvurmasının da belli sınırları olduğu gerçeğidir.

Devrimci tutsakların büyük bir titizlik ve hayatiyetle gözönünde bulundurması gereken temel nokta şudur: İçerden yansıyacak ve zayıflık ya da zaaf olarak anlaşılabilecek en ufak bir belirti, dışardaki desteği de zaafa uğratır ve saldırıyı püskürtmenin bedelini kat kat arttırır. Bu sorunu, taşıdığı çok özel önemden dolayı ve dışarıda büyüyen desteğin içerde en ufak bir rehavete yol açmaması gerektiğini vurgulamak için hatırlatmış oluyoruz.

Devrimci akımların sorumlulukları

İkinci temel önkoşul, saldırının öncelikli siyasi ve fiziki hedefi durumundaki devrimci hareketin, bu konumun verdiği bir sorumluluk bilinciyle hareket etmeyi başarabilmesidir. Bu öncelikle, saldırının anlamının ve sonuçlarının tam bilincinde olarak, saldırıya karşı etkin bir siyasal çalışma içinde olmayı gerektirir. Gündemleşen ve başarısı halinde ağır sonuçları olacak olan bir büyük saldırı ile yüzyüze bulunulduğuna göre, tüm devrimci çevreler güç ve olanaklarını bu doğrultuda en etkin bir biçimde seferber edebilmelidirler.

Öte yandan, ilerici kamuoyunu ve emekçilerin geniş kesimlerini bu saldırıya karşı birleştirmek isteyenler, bunda tutarlı ve inandırıcı olabilmek için, aynı konuda devrimci akımlar olarak kendi aralarında da sağlam bir birlik ve iletişim kurmalıdırlar. Aynı saldırının hedefi oldukları halde kendi aralarında bu birliği başaramayanlar, bu doğrultuda başkalarını birleştirme çabasında tutarlı ve inandırıcı olamazlar.

Zindanlarda bu birlik vardır ve CMK örgütlenmesinde ve işleyişinde somut ifadesini de bulmaktadır. Aynı birlik, saldırıya ilişkin özel konumlarından dolayı öncelikle tutsak yakınları arasında olmak üzere dışarıda da her alanda kurulmalıdır. İller ya da semtler düzeyinde kurulan hücre karşıtı platformlar, bu birliğin bize işlevsel örgütsel zeminlerini de kendiliğinden vermektedir. Devrimci hareketin sorumlulukları bahsinde, dönemin hiçbir ciddi hatayı kaldırmadığını, karşı-devrimin istismar edeceği ya da provokasyonlara konu edeceği davranışlardan özenle kaçınmanın büyük sorumluluğunu da vurgulamış olalım.

Sorun işçi sınıfına ve emekçilere
malledilmelidir

Üçüncü temel koşul, hücre saldırısına karşı tutumu işçi sınıfına ve emekçilere maletmek sorumluluğudur. İlerici siyasi çevrelerde, demokratik kitle örgütlerinde ve aydınlar içinde oluşturulan duyarlılık ile resmi kamuoyunda kısmen de olsa yaratılmış çatlak, amaca önemli ölçüde ulaşıldığı türünden bir rehavet yaratmamalıdır. Kitlelere malolmayan her dava gerçekte güçsüzdür ve başarı şansı ya yoktur ya da çok zayıftır kuralı burada da geçerlidir. Bugün hücre karşıtı mücadelenin en zayıf yanı da budur. Bu sorunun ve mücadelenin işçi sınıfının ve emekçilerin geniş katmanlarına henüz taşınamamış, maledilememiş olmasıdır. Gelinen aşamada dikkatlerin ve enerjinin özellikle yoğunlaştırılması gereken bir görev alanıdır bu. Demokratik kuruluşların, sendikaların, meslek odalarının ve aydınların gösterdiği duyarlılık, kendi içinde ele alınmak yerine, sorunun geniş kitlelere ve elbetteki öncelikle de bu kuruluş ve örgütlerin taban kitlelerine taşınmasının bir imkanı olarak değerlendirilmelidir.

Bu son görevle bağlantılı olarak üzerinde kısaca durulması gereken önemli bir sorun var. Bu saldırının püskürtülmesi mücadelesinin başarılı olup olmamasında, işçi hareketinin çok özel rolü küçümsenemez. Komünistler ve devrimciler sorunu işçi kitlelerine maletmek için elbetteki öncelikle kendi öz çabarına dayanmalı, bunu esas almalıdırlar. Ama bu hiçbir biçimde ilerici, hatta hatta devrimci ya da sosyalist olma iddiası taşıyan sendikal kesimlerin sorumluluğunu ortadan kaldırmaz. Oysa zaman zaman hayli anlamlı açıklamalar yapsalar bile halihazırda bunu herhangi bir ciddi girişimle birleştirmeyen tek kesim de denebilir ki ilerici sendikalardır. Ve bu, gözaltında işkenceyle sendikacıların katledildiği, salt sendikal girişimlerden dolayı sendikacıların ve işçilerin gözaltına alındığı, grev yasaklarından baraj saldırısına kadar birçok alanda işçi sınıfının doğrudan siyasal saldırılara hedef olduğu bir sırada oluyor.

İlerici sendikal çevreler bugün hala her zaman yapmakta pek ustalaştıkları gibi salt gönül alıcı açıklamaların ötesine hiç geçmiyorlar, pratik adımlardan ısrarla yan çiziyorlar. Buna pek iddialı bir çıkış yapan ve daha kuruluş toplantısında hücre karşıtı mücadeleyi işçilere maledeceğini ilan eden İEP gibi platformlar da dahil. Bu, bu sendikaların tabanlarının duyarsızlığı ile de açıklanamaz. Zira zaten bütün sorun, hücre saldırısını bu tabana maletmek, bu konuda duyarlılık yaratmak olarak duruyor orta yerde. Hücre saldırısına karşı henüz kolunu kıpırdatmayanların tabanında duyarsızlığın egemen olması ise, eğer gerçekten durum buysa, hiç de şaşırıtıcı değildir. Kaldı ki konumlarını büyük ölçüde ilerici bir tabana sahip olmaya borçlu bu sendikaların tabanında bir duyarlılık yoksunluğundan sözetmek de gerçeklerle bağdaşmaz, inandırıcı da olmaz.

Sonuç olarak, hücre saldırısı çerçevesinde girmiş bulunduğumuz dönem, gerçek konumların ve kimliklerin, taşınan iddiaların ve yapılan açıklamaların samimiyetinin sınandığı kritik bir dönemdir. İlerici sendikal çevrelerin bunun bilincinde bir pratik sorumlulukla hareket etmeleri beklenir.

İkiyüzlü burjuva manevralara ve
reformist hayallare karşı mücadele

Bu arada, özellikle reformist sol çevrelerde belli yanılgıları besleyebileceği kaygısıyla, bir özel noktaya daha değinmek istiyoruz. Bütün bu saldırılar burjuvazinin sınıf çıkarları ve ihtiyaçları için gündeme getiriliyor. Bütün kanlı ve kirli işler, çete örgütlenmeleri, cinayetler ve katliamlar, işkenceler ve zindanlar, bu sınıfın, asalak sermaye sınıfının saltanatını güvencede tutmak için gerçekleştiriliyor. Bütün suçların, kanın ve pisliğin siyasi ve ahlaki sorumluluğunu bu sınıf doğrudan taşıyor. Bütün buna yönelik politikaları el altından bizzat tezgahlıyor, tezgahlatıyor. Ama suç ve pislik açığa çıktığında da, bunun sorumluluğundan ikiyüzlü manevralarla sıyrılmaya çalışıyor. Kitlelerin tepkilerinden sıyrılmak, kurulu düzene ilişkin olarak duyabilecekleri güvensizliği bloke etmek, yaşananları yoldan çıkmış ya da ölçüyü kaçırmış bir kısım yöneticilerin, idarecilerin sorumluluğu olarak sunmak vb. amaçlara yöneliktir tüm bu manevralar.

Bunu Susurluk pisliğinde gördük. Ulucanlar’daki vahşi katliamın içyüzü açığa çıkarıldığı ölçüde özellikle bir kısım medyadaki sahte duyarlılık gösterileri şahsında gördük. Son olarak aynı şeyi Burdur vahşetinin ardından çok daha belirgin bir biçimde izleme olanağı bulduk.

Bu ikiyüzlü manevralar karşısında zaafa düşmek ve dayanaksız hayallere kapılmak için kuşkusuz hiçbir neden yoktur. Fakat bu hayallerin, burjuvazinin AB’ye giriş ihtiyaçları ve bu çerçevede Kopenhag Kriterleri gerekçe gösterilerek, reformist solun bir kesimi tarafından körüklendiği de bir gerçektir. Bu tür hayalleri boşa çıkarılmalı ve burjuvazinin bu sinsi manevralarını deşifre edilmelidir. Bunda ne denli başarılı olursak, düşülen açmazın etkisiyle girişilen ikiyüzlü manevraların karşı-devrim kampında yarattığı çatlaklardan da o denli etkin ve amaca uygun bir biçimde yararlanmayı başarmış olacağız.

Devletin sinsi hazırlıkları
ve af saldırısı

Burdur vahşetiyle aldığı darbe ne olursa olsun, saldırının yolunu yeniden düzlemek için devletin şu an hummalı bir hazırlık ve sinsi bir planlama içinde olduğundan kuşku duyulmamalıdır. Halihazırda F tipini şirin göstermek ve kamuoyuna buna inandırmak için harcanan yoğun çabalar, işin açıktan yürüyen yönüdür. El altından nelerin tezgahlandığını ise çok geçmeden görme olanağı bulacağız. Fakat bunlardan biri, af yasası ile F tipi saldırısı arasında kurulan ilişki bütün açıklığı ile bilinmektedir.

Devlet, siyasal tutukluları dışında bırakan bir af yasasıyla toplumda bir af rüzgarı estirerek devrimcileri tecrit etmeyi, bu sayede F tipini nispeten kolayca uygulamaya geçirmeyi hesaplıyor. Bu eski hesapta son zamanlarda düştüğü durumu telafi eden bazı rötuşlar yapması da ihtimal dışı değildir. Örneğin 169. maddeyi af kapsamına alarak ya da infaz yasasında yapacağı bir değişiklikle bu aftan kısmen siyasal tutukluları da yararlandırırak, masum bir pozisyona geçmek ve böylece geleceğe dönük bu büyük saldırısını nispeten kolayca gerçekleştirmek yolunu da tutabilir. Devletin tüm bu manevralarına karşı hazırlıklı olmak, hücre karşıtı muhalefetin bu tür manevralarla zaafa uğramasının önüne geçmek durumundayız.

“Anti-Terör Yasası kaldırılsın!”
“Zindanlar yıkılsın, tutsaklara özgürlük!”

Konuya ilişkin son bir nokta daha. Hücre saldırısını püskürtmek bugün en öncelikli görevdir; bu hedefe kilitlenmek, zindan cephesine yönelik olarak dikkatleri ve güçleri buraya yoğunlaştırmak gerekir. Fakat kamuoyunun ve kitlelerin dikkatlerinin tam da bu sayede siyasal tutuklular gerçeğine yöneldiği bir sırada, bunu iki önemli konuya ilişkin bir propaganda-ajitasyonla da birleştirmek durumundayız. Bunlardan ilki, “Anti-Terör Yasası kaldırılsın!” istemi, ötekisi “Zindanlar yıkılsın, tutsaklara özgürlük!” şiarıdır. Bu iki sorun mahiyeti gereği hücre karşıtı mücadele sorunuyla sıkı sıkıya ilişkilidir.

Anti-Terör Yasasının kaldırılması isteminin içeriği ve anlamı yeterince açıktır. Devrimci tutsakların af istemedikleri, kendilerinin af yasasına dahil edilmemelerine yerinde bir davranışla zerre kadar aldırmadıkları bir durumda, “Zindanlar yıkılsın, tutsaklara özgürlük!” şiarının ileri sürülmesi, bu tutumla çelişkili gibi görünebilir. Gerçekte ise böyle bir çelişki yoktur. Devletten af beklemekle, siyasal tutsaklara özgürlük istemek tümüyle iki farklı şeydir. Devrimcilerin eyleminde tarihsel ve siyasal olarak en ufak bir suç unsuru yoktur; onlar tarihsel ya da siyasal açıdan değil, yalnızca bugünkü düzenin yasaları çerçevesinde “suçlu”durlar. Gerçekte ise onlar haklı bir davanın savaşçılarıdırlar; bu uğurda büyük fedakarlıklara katlanarak ve ağır bedeller ödeyerek mücadele etmektedirler. Bundan dolayıdır ki, yalnızca ağır baskı ve işkencelerin hedefi olmakla kalmıyorlar, zindanlara kapatılarak özgürlükleri de gaspediliyor.

“Zindanlar yıkılsın, tutsaklara özgürlük!” şiarı bu çerçevede gerçek suçluları oluşturan egemen sınıfa ve düzene, onların devletine karşı devrimcilerin tarihsel haklılığını ve mücadelelerinin siyasal meşruluğunu vurguluyor. Önemli olan, bu gerçeği kitlelere maletmek ve buradan gelen basınçla devrimcilerin özgürlüklerine kavuşmalarını sağlamaktır. Düzen ve devlet kitlelerden gelen bu basınç ve istem karşısında boyun eğdiğinde, buna hangi hukuksal ya da siyasal biçimler içerisinde karşılık vereceği ise tümüyle bizim dışımızda bir sorundur.

Sorun böyle kavranmalı, bu çerçevede hücre karşıtı faaliyet, Anti-Terör Yasasına karşı ve siyasal tutsakların özgürlüğü için etkin bir ajitasyonla birleştirilmelidir.

Hücre karşıtı mücadelenin başarısı, F tipi saldırısının püskürtülmesi, beraberinde yeni mevziler de getirecektir. Bundan kuşku duyulmamalıdır ve hücre karşıtı mücadelenin kesin başarısına kilitlenmeye buradan da bakılabilinmelidir.

(Ekim, Sayı: 217, Ağustos 2000, Başyazı)


Üste