Logo

Ekonomik kriz, olanaklar ve görevler


 Ekonomik kriz, olanaklar ve görevler


Sermaye sınıfı yaşadığı krizin faturasını bir kez daha işçi ve emekçilere ödetmek için saldırılarına hız vermektedir. Başta işten çıkartmalar olmak üzere ücretsiz izinler, ücret kesintileri, sosyal hak gaspları ve bir dizi uygulama bugün tüm fabrika ve işletmelerde görülmektedir. Kapitalistler bu yolla hem maliyetleri aşağı çekerek kâr oranlarını korumakta, hem de yeni saldırıları devreye sokmak için gerekli atmosferi yaratmaktadırlar.

Örneğin yeni asgari ücretin belirlenmesi, Ocak zammı gibi dönemlerde “kriz” bahanesi sermaye sınıfı için bulunmaz bir fırsat olmuştur. Bugüne kadar dillendirilen “bölgesel asgari ücret” vb. talepler şimdi kriz argümanıyla birlikte daha kuvvetli bir şekilde gerekçelendirilmeye başlanmıştır. Ocak zamları da aynı şekilde ertelenecek ya da sıfır zam dayatmalarıyla geçiştirilmeye çalışılacaktır. Dahası kimi yerlerde ücretlerin düşürülmesi bile işçilere, işten çıkartılma seçeneğine karşılık alternatif olarak sunulmaktadır. Kıdem Tazminatı’nın fona devri, İşsizlik Sigortası Fonu’nun sermayenin hizmetine sunulması gibi talepler de bu süreçte daha sık gündeme gelecektir.

Kısacası sermaye sınıfı, sorumlusu olduğu krizden bile en kazançlı çıkabilmek için ne gerekiyorsa onu yapıyor. Sınıfsal çıkarlarına uygun şekilde bu saldırıları hayatı geçirirken bir dizi aracı kullanmaktan da geri kalmıyor. Sermaye medyası bir yandan kriz gündemini, adeta bir kadermiş gibi ya da “ekonominin iyi yönetilememesi”nden kaynaklı bir sorunmuş gibi işlerken, diğer yandan da bu kötü günlerin her kesimin ortak fedakarlığı sonucunda aşılacağı söylemleriyle saldırıları meşrulaştıran, emekçilerin tepkilerini pasifize eden manipülasyonlara başvuruyor.

İşçi ve emekçiler de krizi artık daha yakıcı bir şekilde hissediyorlar. Bundan dolayı kriz, emekçilerin en temel gündem maddelerinden biri haline gelmiş bulunuyor. Şüphesiz bu durum emekçilerin henüz kendi sorunlarına daha duyarlı, çözüm yolları konusunda daha bilinçli hale geldikleri anlamına gelmiyor. Sermayenin tüm araçlarını kullanarak (medya, sendika bürokrasi, dini gericilik, ırkçı milliyetçilik, vb.) işçi ve emekçileri sürekli manipülasyona tabi tutması, mevcut durumu kabullenen ya da sorunun çözümünü farklı yollarda arayan bir tutum ve yaklaşıma yolaçıyor.

Açıktır ki, yaşanan her ekonomik kriz kendi başına devrimci bir kitle hareketinin doğmasına yol açmaz. Elbette kriz kitle hareketinin gelişmesi için daha elverişli koşullar yaratır. Ama esas olarak, sınıflar arasındaki güç dengeleri, bilinç ve örgütlülük düzeyi, mücadele deneyimi ve birikimi vb., bu süreci doğrudan belirleyen etkenlerin başında gelir. Nitekim bugün sermaye sınıfının, bir yandan yarının sert mücadele süreçlerine hazırlanırken, öte yandan kriz vesilesiyle saldırılarını bu kadar kolay hayata geçirme cüretini kendinde bulabilmesinin gerisinde, karşısında henüz bu saldırılara birleşik-militan bir hatta yanıt verecek bir örgütlü gücü görememesi vardır. Sınıf hareketini sendikalarda mevzilenen işbirlikçileri üzerinden hala da denetim altında tutmayı başarabiliyor olması da, sermayenin bu noktada kendine duyduğu özgüvenin nedenine açıklık getirmektedir.

Sonuç olarak, kriz vb. süreçler sosyal mücadenin ivmelenmesinde önemli bir etken olsa da, bunun kitle hareketinin gelişimine ne ölçüde yansıyacağı, bu mücadelede öne çıkan öznelerin göstereceği çabayla da bağlantılıdır. Sermaye sınıfı kendi cephesinden tüm araçları en etkin biçimde kullanarak bu süreci yönetmenin, dahası ondan faydalanmanın hesabını yapmaktadır. Sınıfın politik temsilciliği iddiası taşıyan biz komünistler de sürece aynı hassasiyetle yaklaşabilmeli, siyasal faaliyet kapasitemizi olağanın ötesine çıkarabilmeliyiz. Zira bu tür süreçlerin açığa çıkaracağı dinamikler, sınıfın devrimci partisinin toplumsal temeliyle daha güçlü bir  biçimde birleşmesinin ve devrimci bir sınıf hareketi yaratma hedefi doğrultusunda önemli mevziler kazanılmasının imkanlarını sunacaktır. Bu nedenle, önümüzdeki süreçte işçi ve emekçi hareketinde yaşanan en küçük bir gelişmeye bile müdahale büyük bir önem taşımaktadır.

Bugün işten çıkartmalar, ücretsiz izinler ve bir dizi saldırı neredeyse tüm fabrika ve işletmelerde yaygınlaşan bir hal almıştır. İşsizlik belasıyla korkutulan emekçilerin bu saldırılar karşısında pasif kalmalarının yanı sıra tepkisini çeşitli eylemlerle gösteren bir dizi örnek de çıkmaktadır karşımıza. Kendiliğinden gelişen bu eylemlerin önümüzdeki süreçte artması güçlü bir ihtimaldir.

Ancak bu hareketlenmelerin birleşik, militan bir sınıf mücadelesini besleyen dinamiklere dönüşüp dönüşmeyeceği sınıfın öncü, ilerici güçleri ile komünistlerin bu hedef doğrultusunda göstereceği çabaya bağlıdır. Bugünün en acil görevlerinden biri, sermayenin saldırılarına karşı meşru, militan mücadeleyi esas alan bir ajitasyonun sınıf kitleri içerisinde yükseltilmesidir. Zira sermayenin, sınıfı güçten düşürmek ve kendi gücüne güvenmesinin önüne geçebilmek için empoze etmeye çalıştığı her türden “şükürcü” ve kabullenici anlayışları kırabilmenin yolu, eylemsel hattın örülebilmesinden geçmektedir. Ancak militan bir mücadele hattı, sınıfın üzerindeki ölü toprağını atma, tepkisizliği bir yerde kırma işlevini yerine getirebilir.

İşten çıkartmalara, ücretsiz izinlere karşı işyerlerini terk etmeme eylemleri, ücret kesintileri ve sıfır zam dayatmalarına karşı işyeri işgalleri vb. somut eylem biçimlerinin sınıfın doğal eylemsel tepkileri olarak meşrulaştırılması gerekmektedir. Bu yönde gelişecek her bir örnek benzer sorunları yaşayan diğer işyerlerindeki işçilere de hangi yolu tutmaları gerektiği konusunda somut bir fikir verecektir.

Bugün bu tür eylemlerde daha çok sınıfın genç ve deneyimsiz kesimleri öne çıkmaktadır. Bunun gerisinde, sınıfın deneyimli öncü unsurlarının yıllardır sistematik bir şekilde tasfiye edilmiş olmaları, kalanların da geçmiş deneyim ve birikimleri aktarmaktan çok yılgınlığı ve ataleti yaymaları vardır. Tek tek yaşanan örneklerden de anlaşılacağı gibi, sınıf hareketine taze bir soluk katacak olan, sınıfın bu nispeten genç ve deneyimsiz kesimidir. Her bir direniş, eylem ve mücadele süreci bu kesime deneyimler kazandırırken, yorgun ve yılgın unsurlar üzerindeki ataleti kırmanın, güvensizliği yıkmanın da bir basıncına dönüşecektir.
Elbette tek başına fabrikalarda yaşanan sorunlarla sınırlı bir eylemselliğin, daha ileri bir düzeye çıkartılamadığı koşullarda, giderek darlaşması ve dinamizmini yitirmesi kaçınılmaz olacaktır. Bu yüzden, fabrika temellerine dayanan bu dinamiği, “krizin faturası kapitalistlere” şiarıyla belli bir program temelinde, yerel platformlar vb. araçlarla merkezi bir mücadelenin parçası haline getirebilmek, bu yönde somut planlamalar yapmak mücadelenin seyri açısından büyük bir önem taşımaktadır. Öte yandan, platformlar vb. araçlarla merkezileştirilen bir mücadele de ancak, tabandaki dinamik harekete geçirildiği, bu zeminden beslenebildiği koşullarda amaca hizmet edebilecektir.

Sınıfın eylemli tepkilerini açığa çıkarmaya dönük ajitasyon aynı zamanda taban örgütlenmelerinin yaratılması çağrısıyla birleştirilmelidir. Eylemsel süreçlerin sınıf kitlelerinin bilincinde yaratacağı değişimi bilinçli bir müdahaleyle daha ileri bir düzeye çıkarabilmenin yolu taban örgütlülüklerin kurulmasından geçmektedir. Çeşitli hedefler doğrultusunda oluşturulacak komiteler, bu ihtiyaca yanıt verecek en işlevsel araçlar olacaktır. Taban örgütlülükleri olarak komiteler, işçi ve emekçilerin kendi öz örgütlülüklerine, inisiyatiflerini açığa çıkaracak araçlara kavuşmalarının imkanı demektir. Kitle hareketinin durgun geçtiği dönemde bu tür örgütlenmelere pek yanaşmayan emekçilerin yeni dönemde bu tür örgütlenmelere daha açık hale geldikleri birçok örnek üzerinden görülmektedir.

Temel önemde bir diğer sorun ise sınıf dayanışmasının geliştirilmesidir. Sınıf dayanışmasının sınıf kitlelerinin sermayeye karşı verdiği mücadelede nasıl temel önemde bir yere sahip olduğu bilinmektedir. Saldırıların yoğunlaşıp yaygınlaştığı dönemlerde dayanışmanın daha güçlü bir ajitasyona konu edilmesi ise daha bir önem kazanmaktadır. Direniş ve eylemliklerin kazanımla sonuçlanması öncelikle eylem içerisinde yer alan işçilerin kararlılığına bağlı iken, sonuca ne kadar sürede varılacağı sergilenecek dayanışmaya bağlıdır. Dayanışma eylemleri ve bu yönde girişilecek her türlü faaliyet, işçi ve emekçilerde aynı sınıftan olma bilincinin geliştirirken, ortak mücadelenin öneminin bilince çıkarılmasını kolaylaştıracaktır.

Sınıf kitlelerinin verili bilinci üzerinden bunun çok kolay gerçekleşemeyeceğini söylemek mümkündür. Yanısıra, bugün kimi direnişler üzerinden siyasi öznelerce kurulan “dayanışma platformları”nda yaşanan zorlanmalarla birlikte küçük-burjuva soluksuzluğunun ve politik dar görüşlülüğün binbir örneğiyle karşılaşmaktayız. Ancak sınıf devrimcileri olarak, sınıf dayanışmasını emekçiler arasında örebilmenin çeşitli yol ve yöntemlerinin bulunmasının her şeyden önce bizlerin omuzlarında olduğunu unutmamalıyız.

Kapitalistlerin işten çıkartma, ücretsiz izin vb. saldırılarına karşı yürütülecek mücadele, sadece tek tek fabrikalarla sınırlı kalmamalı, “herkese iş tüm çalışanlara iş güvencesi”, “vergiden muaf insanca yaşamaya yeten asgari ücret”, “7 saatlik iş günü 35 saatlik çalışma haftası” gibi daha genel taleplerle birleştirilebilmelidir. Elbette bu iktisadi taleplerin yanı sıra sınıf kitlelerinin örgütlenme ve mücadele kapasitelerini geliştirmeyi kolaylaştıracak olan, “sınırsız söz, basın, örgütlenme, gösteri ve toplantı özgürlüğü”, “tüm çalışanlar için grevli ve toplusözleşmeli sendika hakkı”, “sınırsız grev ve genel grev hakkı”, “lokavtın yasaklanması” gibi bir dizi demokratik talebin de mücadeleye konu edilmesi gerekir. Bu aynı zamanda sınıfın, sermayenin saldırılarına karşı sadece savunmacı bir hatta kalmayıp, mücadeleyi daha ileri bir düzeye taşıması için de gereklidir. “Krizin faturası kapitalistlere!” şiarının yaşamda gerçek karşılığını bulması buna bağlıdır.

Ekonomik krizin devrimci sınıf mücadelesinin geliştirilmesine sunduğu en önemli olanaklardan birisi de, kapitalist düzenin çelişkilerini en çıplak bir şekilde görünür hale getirmesidir. Elbette sermaye sınıfı kendi düzenini savunmak için sınıf kitlelerini ve emekçileri yönlendirmeye, bu çelişkilerin nedenlerini çarpıtmaya çalışacaktır. Komünistler ve devrimciler açısından ise kriz dönemleri, kitlelere sömürü düzeni gerçekliğini anlatabilmek ve çözüm yolu olarak devrimci iktidar hedefinin gösterebilmek açısından diğer dönemlere göre çok daha daha elverişli koşulların oluşması demektir. Yaşamları çekilmez kılınan emekçilerin devrim ve sosyalizm propagandasına daha açık hale geldikleri 2001 krizi sürecinde de görülmüştür.

Yaşanan ekonomik krizin devrimci bir sınıf hareketini geliştirme hedefi doğrultusunda ne oranda değerlendirileceği sorunu başta komünistler olmak üzere sınıfın ileri, devrimci unsurlarına  tarihsel bir sorumluluk yüklemektedir. “Yeni Ekimler için TKİP saflarına!” çağrısının karşılık bulması, tüm partili militanların güne yüklenme planında göstereceği çabaya bağlı olacaktır.


Üste