Logo

Seçimler ve yeni dönem/1: 22 Temmuz seçimleri ve rejim krizi


Seçimler ve yeni dönem... / 1

 

22 Temmuz seçimleri ve rejim krizi

 

Rejim krizine dönüşen gelişmelerin gündemleştirdiği 22 Temmuz erken genel seçimlerinin politik anlamı ve önemi, egemen sınıf klikleri içindeki iç çatışmanın yeni dönemdeki seyri bakımından ortaya çıkaracağı politik tabloda odaklaşmaktaydı. Seçimlerin ortaya çıkardığı yeni parlamento tablosu, seçimi zorlayan çevrelerin umduklarının aksine, iç dalaşmaya dayalı rejim krizini besleyen dinamikleri potansiyel olarak daha da güçlendirmiş bulunmaktadır. AKP’nin ezici seçim başarısı bunun ifadesidir ve bu 22 Temmuz seçimlerinin kendi sınırları içindeki en önemli sonucudur.

Düzen bekçilerinin 27 Nisan muhtırası üzerinden burjuva siyaset sahnesine yaptığı kaba müdahale, yalnızca “dinci” bir cumhurbaşkanının seçilmesini önlemeye değil, fakat aynı zamanda gündemdeki yeni seçimler üzerinden parlamentodaki güç dengesini değiştirmeye de yönelikti. Bu hesabın ilk kısmının daha seçimler öncesinde (5 Mayıs’taki “Dolmabahçe görüşmesi”nde!) bir sonuca bağlandığı bugün açığa çıkmış bulunmaktadır. Halen Abdullah Gül’ü adaylıktan çekilmeye zorlayan belirgin çaba burada sağlanan gizli mutabakatın bir gereğidir ve seçimlerde elde edilen ezici başarıya rağmen AKP yönetimi bunu çiğnemek gücünden yoksundur. Güç yoksunluğundan da öteye, orta vadeli çıkar ve tercihleri bunu gerektirmektedir. Hiç değilse bir süreliğine olsun belli bir rahatlık elde edebilmesi bu mutabakatın gereklerini gözetmesine sıkı sıkıya bağlıdır. Düzen bekçilerinin yaptığı hesabın seçim sonuçlarına bağlı ikinci kısmı ise tutmamış, dahası ters tepmiştir. Bir yandan AKP’nin sağladığı büyük oy artışı, öte yandan parlamentonun temsil yeteneğindeki belirgin değişim, yeniden tek başına hükümet olmak olanağı kazanan amerikancı-dinci partiyi politik olarak güçlendirmiş, manevra alanını hiç değilse şimdilik genişletmiştir.

AKP’nin belirgin seçim başarısı rejim krizi üreten iç sorunların potansiyel olarak ağırlaşması anlamına gelse bile, 22 Temmuz seçimlerinin ortaya çıkardığı yeni parlamento tablosu, ABD ve AB emperyalizmi ile işbirlikçi büyük burjuvazinin tercih ve beklentilerine tümüyle uygundur. Türkiye’nin iç ve dış egemen güçleri, engelsiz icraat anlamında “siyasal istikrar” unsuru olacak tek partiye dayalı bir hükümet istiyorlardı ve bu doğrultuda yeni bir dönem için daha açık biçimde AKP’yi tercih ediyorlardı. İstek ve tercihleri seçim sonuçları üzerinden gerçekleşmiş bulunmaktadır. Bunun böyle olduğunu kendileri de, seçim sonuçlarının ardından yaptıkları açıklamalarla dolaysız olarak ve borsanın tutumuyla dolaylı olarak ortaya koymuş durumdadırlar.

Rejimin rengi ve iç dengeleri bakımından halen yarattığı ve ileride yaratacağı sorunlara rağmen AKP doğrultusundaki bu çok açık tercih, onun içinde bulunduğumuz dönemde emperyalizmin ve işbirlikçi büyük burjuvazinin çıkar, istem ve tercihlerine en iyi biçimde yanıt veren parti olmasından dolayıdır. AKP beş yıla yaklaşan hükümet icraatı üzerinden, işbirlikçi büyük burjuvazinin ve emperyalizmin dönemsel ihtiyaçlarına en iyi yanıt veren parti olduğunu fazlasıyla kanıtlamış bulunmaktadır. Düzenin iç ve dış efendileri, AKP’nin geride kalan dönem icraatını gelecek dönemdeki icraatının da bir güvencesi sayarak, onu yeni bir dönem için daha mevcut koşullardaki en iyi seçenek olarak değerlendirmiş ve bu çerçevede 22 Temmuz seçimlerinde açıkça desteklemişlerdir. İMF direktiflerini ve bunun ifadesi sosyal yıkım saldırılarını kesintisiz uygulamak, emperyalist ve yerli tekellerin sömürü ve yağma faaliyeti için her açıdan daha uygun koşulları oluşturmak, emperyalizmin bölgesel politikalarına tam uyum göstermek, bu çerçevede rejimi zorlayan ve emperyalizmin bölgesel politiklarına uyumu zora sokan Kürt sorununda sınırlı tavizlerle belli bir rahatlama yaratmak için, onların bir dönem daha AKP dayalı bir hükümete ihtiyaçları vardı ve açık tercihlerini belirleyen de bu oldu.

Bütün bunlar kuşkusuz onların, dinci kökenden gelen bir parti olarak AKP’nin rejimin yerleşik dengeleri ve rengi bakımından yarattığı ve yaratabileceği sorunları görmezlikten geldikleri ya da küçümsedikleri anlamına gelmemektedir. Gerçekte onlar, bilinçli yönlendirmelerle önünü açmakla kalmayıp başından itibaren denetim altına almaya ve terbiyeden geçirmeye çalıştıkları AKP’nin, gerek kökeninden ve gerekse çekirdek kadro ve tabanından dolayı hala da belli bakımlardan bir sorun kaynağı olduğu gerçeğinin herkesten çok bilincindedirler. Fakat anlaşılması güç olmayan nedenlerden dolayı da bu konuda herkesten daha fazla rahat davranmakta, “şeriat tehlikesi” üzerine koparılan büyük gürültülere rağmen sükunetlerini korumakta ve bugün için hala AKP’yi desteklemektedirler.

Bunun başlıca nedenleri şöyle sıralanabilir:

İlkin onlar, kendi çıkar ve ihtiyaçlarına uygun hükümet icraatının bu partinin ehlileştirilmesini kolaylaştırdığını düşünümektedirler ve geride kalan dönemin toplam bilançosu bu konuda hiç de yanılmadıklarını göstermektedir. “Milli görüş” gömleğini çıkardığını söyleyerek hükümet icraatına başlayan AKP, gitgide daha çok dinci kimliğini geri plana iterek tipik bir burjuva düzen partisi haline gelmektedir (buna şu sıralar sözkonusu “merkez”in belli bakımlardan yeniden tanımlandığı ve oluşturulduğu da eklenerek “merkeze yerleşmek” deniliyor). Büyük burjuvazi bunda başarılı olabildiği ölçüde, ‘90’lı yıllarda gücü, etkisi ve yönelimi kabul ve kontrol edilebilir sınırların dışına taşan ve ancak 28 Şubat müdahalesi ile belli ölçülerde yeniden hizaya sokulan dinci akımı bir kez daha düzenin çıkar ve ihtiyaçlarına uygun düşen bir konuma çekmiş olacaktır. Bu süreç dinci bir partinin parlamento ve hükümete hakimiyeti üzerinden gerçekleştiği ölçüde bunun sıkıntılı yan ürünleri de olacaktır kuşkusuz. Devlette dinci kadrolaşmanın özel bir ağırlık kazanmasından tutunuz da bu dinsel gericiliğe dayalı kendine özgü politik atmosferde denetlenmesi güç yeni radikal dinci akımların güç kazanmasına kadar... Fakat emperyalistler ve işbirlikçi büyük burjuvazi, bugünkü öncelikli çıkar ve ihtiyaçları doğrultusunda bunu göze almakta, doğacak arzu edilmeyen sonuçların telafasini ise daha sonrasının çözümü her halükarda bulunabilir sorunu saymaktadırlar.

İkinci olarak, düzenin iç ve dış egemen güçleri, görüntüde üzerinde yer almaya özen gösterdikleri rejim içi dalaşmayı ve bu dalaşmanın ürünü krizi yönetebileceklerini, dahası bundan rejimin belli açılardan revize edilmesinde, bazı bakımlardan yeniden yapılandırılmasında yararlanabileceklerini düşünmekte, bu hesapla hareket etmektedirler. Mevcut kriz (son yirmi yılda birçok örneğini gördüğümüz gibi) burada onlar için aynı zamanda bir olanaktır da. Onlar soruna bu türden krizleri başarıyla yönetmek ve belli dönüşümler için bir fırsata dönüştürmek olarak bakıyorlar (ve bunun teorisini bile yapıyorlar). Her şey bir yana, mevcut krizi yönetmek, onlar payına, çatışan siyasal ve kurumsal güçleri daha sıkı bir biçimde denetim altına almak ve kendi ihtiyaçları doğrultusunda daha etkin bir biçimde yönlendirmek ve kullanmak anlamına geldiği gibi, sahte bir kutuplaşma içinde işçi sınıfını ve emekçileri düzene karşı mücadeleden alıkoyabilmek başarısı anlamına da gelmektedir.

İlk nokta özellikle açıktır. Dalaşma halindeki tarafların konumlarını güçlendirmek üzere ABD ve TÜSİAD desteğine duydukları yakıcı ihtiyaç dolaysız olarak bu sonuca yolaçıyor, desteklerini almak üzere onları bu gerçek güç odaklarına daha çok bağlıyor. Özellikle AKP’nin emperyalist odaklara ve TÜSİAD’a kul köle olması, onların istek ve beklentilerini ikiletmemesi bunun ürünü ve ifadesidir. İkinci nokta, yani işçi sınıfı ve emekçilerin kendi gerçek çıkar ve ihtiyaçlarına tümüyle yabancı bir sahte kutuplaşma içinde taraf haline getirilebilmesinin anlamı da yeterince açıktır. Son seçimlere hemen tümüyle bu sahte kutuplaşma içinde gidilmesi bile düzen payına önemli bir başarı olmuştur ve bu başarı kendini Kürt kitlelerinin büyük bir bölümüyle AKP’yi desteklemesi üzerinden de gösterebilmiştir.

Fakat bunlar kadar önemli olan bir başka temel önemde nokta, düzen efendilerinin bu çatışmadan da yararlanarak düzen bekçilerini belli bakımlardan sınırlamanın yollarını aramalarıdır. Ordunun siyasal yaşam üzerindeki gelinen yerde soruna dönüşen sıkı vesayetine belli sınırlar getirilmesi, emperyalistler için olduğu kadar çıkarları onlardan ayrı düşünülemeyecek olan işbirlikçi büyük burjuvazi için de  çoktandır bir ihtiyaç haline gelmiş bulunmaktadır. Burjuva propagandası sistemli bir biçimde böyle göstermeye çalışsa da, bunun nedeni hiç de demokrasinin sınırlarını genişletmek ya da siyasete daha geniş bir alan açmak değildir. Sorun tümüyle bu çapta bir vesayetin düzenin ihtiyaç duyduğu yeni adım ve açılımlar için belli bakımlardan bir engele dönüşmesidir. Onlarca yıldır işbirlikçi büyük burjuvazi ve emperyalizm için paha biçilmez bir olanak ve kolaylık olan ordu vesayeti, gelinen yerde düzenin iç ve dış efendilerinin yakıcı biçimde ihtiyaç duyduğu bazı yeni adım ve açılımları zora sokabilmektedir. Kıbrıs, AB, Güney Kürdistan gibi dış sorunlar ile içerde özellikle Kürt sorunu, ordunun ihtiyaç duyulan yeni adım ve açılımlara engel çıkardığı konuların ilk planda akla gelenleri arasındadır. Güçlenen ve uluslararası sermaye ile daha ileri düzeyde bütünleşmek isteyen işbirlikçi büyük burjuvazi, bir süredir bundan duyduğu rahatsızlığı gizlememektedir ve özellikle AB’ye uyum sürecini olmak üzere çeşitli fırsatları, ordunun siyaset üzerindeki geleneksel etki ve denetimine belli sınırlar getirmek üzere kullanmaktadır. Zaman zaman gündeme gelen ve halen de gündemde bulunan anayasa tartışmalarının gerisindeki temel sorunlardan biri de budur. Bu çerçevede özellikle TÜSİAD, AKP’yi, onun parlamentodaki ağırlığını bu doğrultuda bir olanak olarak görmektedir. Bilindiği gibi AKP, bahsi geçen konularda tümüyle işbirlikçi büyük burjuvazinin ve emperyalizmin ihtiyaç ve beklentilerine uygun davranmakta, bunu geleneksel rejim bekçileri karşısında siyasal konumunu güçlendirmenin de bir olanağı saymaktadır. Ordunun müdahale tehdidini AKP’yi denetim altına almanın ve terbiye etmenin önemli bir olanağı olarak kullanan işbirlikçi büyük burjuvazi, tersinden de AKP’nin büyük seçmen desteğini ve parlamento ağırlığını, ordunun yarattığı güçlükleri aşmanın bir olanağı olarak kullanmaya çalışmakta, ordunun siyaset üzerindeki vesayetine sınırlar getirmek amacı çerçevesinde yeni anayasa tartışmalarını ve hazırlıklarını desteklemekte, bu doğrultuda AKP’yi açıkça cesaretlendirmektedir.

Emperyalizmin ve işbirlikçi büyük burjuvazinin AKP’ye halen vermekte olduğu desteğin üçüncü önemli nedenine geliyoruz. Ölçüyü kaçırarak rejim sorunu yaratmamak kaydıyla toplumsal yaşamda dine giderek daha belirgin bir ağırlık kazandırmak; böylece içerde kitleler üzerinde daha kolay bir denetim kurmak ve dışarıda ABD emperyalizminin bölgesel politikalarına daha uygun düşen bir konuma yerleşmek, “ılımlı islam” projesi çerçevesinde emperyalizmin ve işbirlikçi büyük burjuvazinin kendi öz tercihidir ve zamanında AKP’nin önünün açılması da bu tercihin bir parçasıdır. 12 Eylül’den beri sistemli biçimde izlenen politikalar buna hizmet etmektedir ve izlenen ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel politikalar buna uygun bir toplumsal iklimi kendiliğinden ayrıca olgunlaştırmaktadır. AKP’nin birbirini izleyen seçim başarıları da bundan ayrı değildir; yaklaşık üç onyıldır nesnel koşullar ve öznel çabalarla olgunlaşan sürecin meyvelerinin devşirilmesidir bir bakıma. Türk-islam sentezinin, aynı anlama gelmek üzere şovenizmle karışık bir dinci gericilik eğiliminin, bugünün Türkiye’sinde ortalama Türk insanın düşünsel-kültürel kimliği haline gelmesi de bu aynı gerçeğin bir başka ifadesidir.

Bu olgu, emperyalizmin ve işbirlikçi burjuvazinin bugün AKP’de temsil edilen ama gerçekte AKP’nin ötesinde bir kapsama ve anlama sahip olan dinci gerici akıma soğukkanlılıkla yaklaşmasının bir açıklamasını da vermektedir bize. Rejimin ideolojik-kültürel dokusunu temelden bozmamak ve burjuvazinin modern kozmopolit yaşam tarzı için bir soruna dönüşmemek kaydıyla, emekçi kitleleri saran dinci eğilim halen işbirlikçi burjuvazi için bir handikap olmaktan çok paha biçilmez ölçüde bir olanaktır. AKP’nin ve onun üzerinden şeriatçı dinsel gericiliğin gitgide daha belirgin biçimde ehlileştirilmesi başarısı, burjuvazinin bu konuda yarına yönelik olarak duyabileceği kaygıları dengelemekte ve sınırlamaktadır. Buna rağmen gelişmelerin denetim dışına taşabileceği durumlara karşı ise, bugün belli bakımlardan sınırlandırılmak istenen ordu, temel önemde bir güvence olarak durmaktadır orta yerde. İşbirlikçi büyük burjuvazi için olduğu kadar emperyalizm için de. Dün 28 Şubat üzerinden yapılanlar yarın ihtiyaç hasıl olduğunda başka biçimler üzerinden yine yapılabilecektir. Bugün için henüz böyle bir sorun yoktur, büyük burjuvazi sorunu böyle görmemektedir. Haksız de değildir; zira halihazırda AKP’nin konumu ve temel icraatları, düzen için bir sorun oluşturmaktan çok mevcut koşularda son derece önemli bir olanaktır.

Son seçimler bu açıdan AKP’nin burjuvazi için önemini artırmıştır. Zira o beş yıllık kesintisiz sosyal yıkım icraatına ve emperyalizme hizmette kusur etmemesine rağmen geniş emekçi kitleler üzerindeki politik etki ve denetimini sürdürebilmektedir. Tüm sorun, rejimin iç dengelerini ve rengini burjuvazinin ihtiyaç duyduğu sınırların ötesinde zorlamamasıdır. Bu ona döne döne hatırlatılmakta, gündemdeki cumhurbaşkanlığı sorunu başta olmak üzere hassas konularda zorlamalardan kaçınması, uzlaşma kültürüyle hareket etmesi, yani düzen bekçilerinin hassasiyetlerini bu çerçevede gözetmesi telkin edilmektedir.

Seçimlerde elde ettiği büyük başarıya rağmen AKP de bu alandaki sınırlarını iyi bilmekte ve halen bu telkinlerin gereklerini gözeten bir çizgide hareket etmektedir. Kuşkusuz bu salt bir zayıflığın ötesinde belli sinsi hesaplara da dayanmaktadır. Böyle yaparsa, seçmen nezdinde olduğu kadar düzenin efendileri nezdinde de meşruiyetini pekiştirirse, orta vadede etkin bir taraf olarak içinde yer aldığı iç iktidar mücadelesinde daha çok mevzi kazanacağını düşünmektedir. Onun beş yıllık icraat dönemi sembolik önemi büyük imam hatipler ve türban konusunda belki bir sonuç yaratmadı. Fakat başta içişleri ve adelet bakanlığı olmak üzere devletteki dinci kadrolaşmada büyük bir mesafe kattetiği (bugünün Türkiye’sinde polis teşkilatı artık esas olarak dinci akımın elindedir), yine başta eğitim ve kültür alanı olmak üzere dinsel gericiliğe dayalı ideolojik-kültürel zehirini topluma aşılamada önemli mevziler ve başarılar elde ettiği de tartışmasız bir gerçektir. Büyük burjuvazinin ve emperyalizmin istek ve beklentilerini ikiletmemenin sesiz ve derinden elde edilen karşılığı olmuştur bunlar. Bu alandaki başarısını genişletmeye ve derinleştirmeye ihtiyacı var ve bunun için de zamana... “Uzlaşma kültürü” telkinlerine bu denli rahat karşılık vermesine aynı zamanda buradan bakmak gerekir.

Bu durum kuşkusuz rejim için de bir potansiyel tehdit ve tehlikedir. Ve düzen bekçileri, kendi iktidar konumları ve buna dayalı dolaysız çıkarlarının ötesinde, modern burjuva düzenin genel çıkarları çerçevesinde, bu tehdit ve tehlikeyi açıkça algılamakta, bunu gözeten bir hassasiyet ve hazırlıkla hareket etmektedirler. Bugün daha çok kısa vadeli çıkarlarını öne alan ve olup bitenlere buradan bakan burjuvazinin düzen bekçileri misyonu çerçevesinde onlardan beklediği de zaten bu değil midir?

07 Agustos 2007


Üste