Logo

Kamu emekçi hareketinde tıkanma


Kamu emekçileri hareketi uzun dönemdir bir tıkanıklık yaşıyor. Son yıllarda en kitlesel çıkışı 23 Mayıs 2012 grevinde yaşadı. Anayasa değişikliği nedeniyle toplu görüşmeler değişiklik sonrasına bırakılmış, ilk kez görüşmeler okulların açık olduğu bir döneme denk gelmişti. Görüşmelerde dayatılan sefalet zammına önemli bir tepki açığa çıkmış ve KESK grev kararı almak zorunda kalmıştı. Öyle ki KESK’in grev kararı sonrasında tabanda gelişen öfkeyi gören Kamu Sen miting kararlarını iptal ederek greve katılma kararı alırken, Memur Sen’e bağlı kimi sendikalar ise Memur Sen’in grev kararı olmamasına rağmen grevden bir gün önce üyelerine mesaj çekerek greve katılacaklarını bildirmişlerdi. KESK fiilen yeniden hareketin öncüsü durumuna yükselmiş, kamu emekçilerinin beklentilerine yanıt verebilecek bir konum kazanmıştı.

Fakat KESK bürokratları grevin hemen ardından emekçilerin beklentilerine sırt dönerek Kamu Sen ile birlikte Memur-Sen’e “hakem kuruluna katılmama” çağrısı yaptı. Ama yaptığı çağrıya kendisi de uymayarak Memur-Sen’in peşi sıra hakem kuruluna katıldı. Böylece kamu emekçilerinin milyonları bulan kitlesellikteki grevi hakem kuruluna bağlanmış oldu. KESK, tabandaki öfke ve beklentinin yaygınlığına rağmen greve sırt dönerek, kamu emekçileriyle buluşma olanaklarını da heba etmiş oldu. Bu dönem aynı zamanda kamu emekçileri içerisinde gittikçe kök salan gerici sendikaların etkisini kırmak için bulunmaz bir tarihsel fırsattı.

23 Mayıs grevi sonrasında kamu emekçilerinin güveni sarsıldı ve KESK bir kez daha böyle bir tarihsel fırsatı yakalayamadı. Sonraki yıllarda yapılan grev çağrıları yeterli karşılık bulmadı emekçiler nezdinde. Haziran Direnişi döneminde ise kamu emekçilerinin öncü-duyarlı kesimleri direnişte yerlerini alsalar da bu örgütlü bir biçim kazanamadı. Direniş başlamadan önce KESK grev kararı almış, direnişin başlaması ile bunu iki güne çıkarmıştı. Haziran Direnişi’nin etkisi ve yaygınlığı sayesinde, grevler nispeten karşılık buldu. Sonraki yıllarda ise toplu sözleşmeler döneminde dahi etkili bir tutum geliştirilemedi. Her dönem programsız, amaçsız ve kamu emekçilerinin taleplerinden uzak bir sendikal çizgi izlendi. Hak alıcı bir çizgiden uzak olunması, emekçilerin kazanılmış haklarına dönük saldırıların dahi güçlü bir çalışmaya konu edilmeden günübirlik protestolarla karşılanması kamu emekçilerinin örgütlülüğünü zayıflatan ve güvenini sarsan bir rol oynadı. Bu atmosfer içerisinde siyasal atmosferi de arkasına alan AKP’nin arka bahçesi gerici Memur Sen hızla gücünü katladı. En nihayetinde Memur Sen ve Kamu Sen’in gerici-ırkçı çizgisi emekçileri kuşatma altına aldı.

Denebilir ki kamu emekçilerinin gerici-kontra sendikalara yönelmelerinin gerisinde siyasal atmosferden doğan etkiler bir yana KESK’e hakim reformist çizginin önemli bir payı var. Kamu emekçileri sınıfsal bir mücadeleden uzaklaştıkça gericiliğin etkisi o kadar yaygınlık kazanmaktadır. Kamu emekçilerinin uzun yıllardır KESK’e duydukları güvensizlik gerici sendikaların etkisine girmelerinde önemli bir rol oynuyor.

Kamu emekçilerinin sendikal düzlemde örgütsüzleşmesi ve mücadeleye güvensizleşmeleri, aynı zamanda onları mezhepsel-etnik-siyasal ayrımlar üzerinden kutuplaşmalarına da zemin hazırlıyor. KESK’in toplumsal sorunlara karşı gösterdiği duyarlılığın kamu emekçilerinin temel talepleri karşısındaki duyarsızlığı ile birleşmesi, emekçiler nezdinde KESK’i bir sendika olmaktan çıkartıyor bir siyasi birlik olarak görünmesine yol açıyor. KESK’in kamu emekçilerinin taleplerine karşı tümüyle duyarsız olduğu söylenemez. Ancak olduğu kadarıyla gösterdiği duyarlılık “propagandif” tutumların ötesine geçmiyor ve hak alıcı bir tutumu tariflemiyor. Bugün örneğin KPDK toplantılarında fikir beyan etmekten öte bir tutum almayan, iş güvencesinin kaldırılmasına ve kamu hizmetlerinin tasfiyesine karşı söz söyleyen ama bu sözünü emekçiler içerisinde örgütlemeye yönelmeyen bir KESK gerçekliği var. Emekçilerin gündelik çıkarları ile bağı kopmuş bir siyasal duyarlılık ise, ilerici bir durumu temsil etse bile sınıfsal bir tutumu tariflemiyor. Savaş, baskı ve devlet terörü, emekçilerin gündelik çıkarları ile buluşturulmayan bir bakış açısı ile ele alınıyor. Hemen her konu üzerinde söz söyleyen ama bunu emekçiler içerisinde çalışma konusu etmeyen, yalnızca günübirlik çağrılarla yetinen bir KESK ve sendikalar gerçekliği var. Örneğin işten atmalar çok ciddi bir saldırı olmasına ve dokunulmazlıkların kaldırılması sonrasında bunun kitleselleşmesi olasılığı güçlü olmasına karşın, bugün hala bir tane direniş çadırı kurulmuş değil. Her şey birkaç basın açıklaması sonrasında düzenin yargısına bırakılıyor.

Tüm bu tablo öncülerde de önemli bir özgüven sorunu yaratıyor. Emekçilerin ana gövdesi bir yana şu veya bu siyasal yapı içerisinde kendisini tarifleyen kadrolar dahi mücadeleden uzaklaşmış, pasifize olmuş durumda. Devlet terörünün artışı da bunda etkili oluyor.

(...)

(Mayıs 2016 tarihli örgüt raporundan...)


Üste