Logo

Öncü-kitle ilişkisi üzerine


Öncü-kitle ilişkisi üzerine

Haziran Direnişi, örgütlülük ve bilinç düzeyinde taşıdığı zayıflığa rağmen sokaklara dökülen milyonların devrimci enerjisini ortaya sererken, “bu halktan bir şey olmaz!” anlayışını da yerle bir etti. Öyle ki, bu pratik içinde kitleler, kendilerine öncülük etme iddiasındaki reformist çevreleri hem eylem kapasitesi hem de politik bilinç planında aşan bir devrimci ruh ortaya serdiler.

Bu süreç aynı zamanda komünist hareketin politik tespitleri ile kitle çalışmasında ısrarın önemini ortaya koydu. Zira Haziran günleri aynı zamanda kitleleri kazanmadan, onunla et ve tırnak gibi kaynaşmadan siyasal iktidarın kazanılamayacağı gerçeğini bir kez daha gösterdi. Haziran Direnişi ile birlikte Taksim, Kızılay, Konak gibi yasaklı meydanların zaptedilmesini sağlayan olgu, devrimcilerin harekete yön verme çabaları ile birlikte esas olarak kitlelerin AKP iktidarına karşı biriken öfkesi ve militan-kararlı duruşları idi. Kitlelerle kurulan politik ve örgütsel bağın zayıflığı ise ortaya çıkan bu muazzam enerjiyi sermaye iktidarına yöneltememenin temel nedeni oldu.

Haziran günlerinin gösterdiği bir başka gerçek ise küçük-burjuva hareketlerin kitlelerden kopuk eylem çizgilerinin sonuç üretmekten uzaklığı idi. Direnişin ilk günlerinde kitlelerin devrimcileri de aşan bir irade ve kararlılıkla devletin üzerine yürümesi ve onunla açık çatışmaya girmesinin üzerini kısmen de olsa örttüğü bu olgu, militan sokak hareketinin geri çekilmesi ile birlikte kendisini daha açık hissettirdi.

Gezi Parkı'nın boşaltılmasının ardından kuşkusuz daha sınırlı bir kitlenin katılımıyla ancak geniş kitleleri yeniden sokağa çekmek hedefiyle Taksim'e yeniden çıkma iradesinin sergilendiği militan sokak çatışmaları doğru bir politik hedef ve taktik yönelim iken, harekete geçmeye hazır binlerce emekçinin bulunduğu kimi yerel alanlarda küçük-burjuva radikalizmi bu kitleyi harekete geçirmek yerine devletle dar grup çatışmalarına girmeyi tercih edebildi.

Örneğin Haziran Direnişi’nin ilerleyen günlerinde devlet tarafından kuşatılmış bir emekçi mahallesinde binlerce insan devrimcilerin çağrısına yanıt vererek toplanmış ve devlet güçlerinin üzerine yürüyebilecek bir irade ile beklerken, küçük bir grubun kolluk güçlerine saldırması ile başlayan çatışma ortamı, binlerce insanın eyleme dahil olmasını engelleyebilmiştir.

Kuşkusuz  bu tarz tekil örnekler direniş sürecinin geneline maledilemez. Ancak buradan yola çıkarak öncü kuvvet ile kitleler arasındaki ilişkiyi bir kez daha doğru bir zeminde bilince çıkartabilmek bir ihtiyaçtır. Zira politik bir hedeften ziyade bireysel tatmine dayanan dar grup çatışmalarının ve buna zemin hazırlayan küçük-burjuva radikalizminin etkilerini sınırlı bir zeminde de olsa saflarımızda da görmek mümkün.

Öncelikle unutulmaması gereken, devrimin kitlelerin eseri olacağı gerçeğidir. Başka bir ifadeyle, hedef aldığı kitleyi kazanamayan bir politikanın başarıya ulaşma şansı yoktur. Bu açıdan devrim tarihinin toplam deneyimleri ile kendi deneyimlerimiz sayısız veri sunmaktadır.

Ekim Devrimi devrimin kitlelerin eseri olduğu gerçeğinin yalın bir doğrulanmasıdır. Burjuva gericiliği Ekim Devrimi’ni Bolşevik gruba dayanan bir darbe olarak niteleyerek onun özünü karartma çabasına girse de, Ekim Devrimi’nde kitleler muazzam bir devrimci rol oynamıştır. Kışlık Sarayı ele geçirip sosyalist devrimi ilan edenler Bolşeviklerdir ancak onların arkasında toplarını Kışlık Saraya çeviren Kronştad denizcileri, Menşevikler ve Sosyalist Devrimciler gibi akımlardan uzaklaşarak Bolşeviklerin arkasında toplanan Rus halkı ve Bolşevik politikaya ruhunu veren Rus işçi sınıfı vardır. Önlerinde ise, olguları okumaktaki eşsiz dehasıyla, “Dün erkendi yarın geç. Vakit tamam!” diyen Lenin.

Lenin'e olayları bu kadar net bir şekilde değerlendirme olanağını veren ise, sadece devrimin kitlelerin eseri olması konusunda sahip olduğu açık bilinç değil, aynı zamanda kitlelerin ruhunu ve politik yönelimlerini saptama konusundaki çaba ve becerisidir.

Ekim Devrimi’nden farklı bir düzeyi ifade etse de, kitle çalışması ve eylemli süreçlere müdahale çabalarımız üzerinden de bu açıdan biriktirdiğimiz deneyimlerimizden öğrenebiliriz.

Geçtiğimiz yıl bir üniversitede yerel bir sorun üzerinden toplanan öğrenci kitlesine yapılan anlık bir ajitasyon üzerine rektörlük işgalinin gerçekleştirmesi örneklerden biridir.

Geçtiğimiz yıllarda bir metal fabrikasında yaşanan direnişe yaptığımız müdahale üzerinden bu fabrikadaki sendikalaşma süreci ve bu süreçte sendikal bürokrasiye karşı mücadele bir başka örnektir.

Yine bir başka metal fabrikasına müdahalemiz üzerinden anlamlı bir deneyimin sahibiyiz. Bir dizi sorunun yaşandığı ve insanların öfkesinin biriktiği bu fabrikada bir işçinin işten atılmasına karşı açığa çıkan tepki üzerine bir yoldaşımız tezgahların üzerine çıkarak bir ajitasyon konuşması yapmıştır. Bu konuşmanın ardından bir grup işçi üretimi devam ettirme çabasında olan işçiler engellenmiş ve iki günlük bir işgal ve direniş süreci yaşanmıştır. Bu sürecin devamı ise iki yıl sonrasında yaşanan sendikalaşma süreci ve bu kez ülkenin gündemine oturan ikinci işgal olmuştur. Bu ikinci işgalde bir işçinin iki yıl önce yoldaşlarımız işten atılırken dağıttıkları bildiriyi cüzdanından çıkartarak göstermesi, yapılan müdahalenin ne kadar doğru ve yerinde olduğunu göstermesi açısından önemlidir.

Kuşkusuz bu örneklere kendi deneyimlerimiz üzerinden sayısız yeni örnek eklemek mümkün. Bu örneklerin gösterdiği temel gerçeğe baktığımızda ise, tek başına doğru bir politik tutumun ötesinde kitlenin ruh halini okuyabilen, taşıdığı mücadele potansiyeli üzerinden yönlendirebilen bir bakışı görürüz.

Burada “Kitlelerin geriliklerine mi takılacağız!” anlayışına yer yoktur. Elbette komünistler sermaye düzenini alaşağı etme bilinci ile birlikte saldırılara karşı koşulsuz bir direnme geleneğinin temsilcisidirler. Devrimci geleneğe ve siyasal çalışmaya dönük her türlü zorbaca girişime karşı kitle mücadelesinin somut seyrine takılmadan en tok yanıtı verirler. Ancak sorun kitlelerin devrimci politikaya kazanılması olduğunda, temel tartışma kitlelerle nasıl bağ kurulacağı üzerine odaklanabilmek durumundadır. Bu ise hedef alınan kitleyi barındırdığı dinamikler ve zayıflıkları ile birlikte çok iyi tanımayı, deyim yerindeyse onun ruhunu okuyabilmeyi ve müdahaleyi de ona göre şekillendirmeyi gerektirmektedir.

Böyle bir bakışa sahip olmadan “Kitlelerin geriliklerine mi takılacağız!” söylemi, ilk bakışta kararlı-devrimci bir söylem gibi gözükmekle birlikte, özünde siyasal sınıf kavgasını bilince çıkartamamanın, küçük-burjuva radikalizminin sularında yüzmenin ifadesi olabilir. Bu bakışın bir başka ifadesi ise, örneğin çatışmalı eylem süreçlerini tek başına çatışmanın teknik boyutları üzerinden “Ne güzel çatıştık!” söylemi ile değerlendirebilmektir. Kuşkusuz Haziran Direnişi’nin ortaya çıkardığı militan sokak çatışmaları partinin ve her bir yoldaşın kendisini bu açıdan da olgunlaştırmasının zeminini yaratmıştır ve bu açıdan da değerlendirilmelidir. Ancak bu değerlendirme her şeyden önce kitle hareketinin ve mücadelesinin ihtiyaçları çerçevesinde ele alınabilmek durumundadır. Eylemlerin politik hedef ve sonuçlarını gözardı ederek tartışmayı teknik bir boyuta indirgemek, küçük-burjuva radikalizminin bir başka tipik yansımasıdır.

Komünistler hiçbir koşul altında kitlelerden geri bir duruş sergilemeyecekleri gibi onlardan kopmamaya da özen göstermek durumundadırlar. Deyim yerindeyse, komünistlerin harekete geçen kitle ile aralarına koydukları mesafe onların birkaç adım önünde olmak üzerinden şekillenebilmelidir. Zira kitleler mücadeleye yöneldiklerinde, onları yönlendirebilmek ve daha ileriye çekebilmek buna bağlıdır.

Bu durum, dönemden döneme, yerelden yerele değişebilecek bir olgu olduğu ölçüde, kitlelere nüfuz edebilmiş, onun ruhunu okuyabilen bir taktik esnekliği ve her imkanı en güçlü şekilde değerlendiren bir kitle çalışması seferberliğini gerektirmektedir.


Üste