Logo
< Parti amblemi üzerine

Partimizin adı ne olmalıdır? - III


TKİP Kuruluş Kongresi Belgeleri...

Partimizin adı ne olmalıdır? - III

 

II. BÖLÜM

Bayram: İlk bölüm tartışmaların işimizi hayli kolaylaştırdığını düşünüyorum. Bu tartışmalarda partimizin adında komünist kimliğinin neden yeralması gerektiği konusunda, tarihsel deneyimler de dikkate alınarak, yeterli açıklık sağlanmış. İkinci olarak sınıf kimliği üzerine durulmuş, ki temel vurgulardan bir tanesi. Üçüncü olarak, ön ek meselesi üzerine bir tartışma sürüyor. Son nokta olarak da fonetik kaygı var. Bu dört noktayı gözeten bir tartışma yürütülmüş bulunuyor.

İlk bölüm tartışmalar komünist kimlik ve işçi sınıfı vurgusu üzerinde odaklaşmıyor. Tartışma daha ziyade alacağı ön ek ya da son ek üzerinde odaklaşıyor. Tartışmanın verimli sürebilmesi için üzerinde anlaşılan noktalardan çok tartışmalı noktalar üzerinde durmakta fayda var. Partimizin isminde komünist ve işçi sözcüklerinin olması noktasında bir problem yok. Ön ek meselesi ile ilgili bir tartışma var. Bazı yoldaşlar Anadolu kavramının daha birleştirici olacağını, bunun Anadolu’daki toplam kültürel mozaği kucaklayabileceğini vurguluyorlar. Buna karşı düşüncesi olan yoldaşlar da var.

Günlük siyasal dilde yerleşik bir kültür haline gelmiştir; Türkiye işçi sınıfı diyoruz, Türkiye solu diyoruz. Türkiye sözcüğü günlük yaşamımızda çok fazla girmiştir ve burada herhangi bir ulusal kaygı ya da herhangi bir ulusu yüceltme kaygısı sözkonusu değildir. Birileri böyle bir içerik de yüklemiş olabilirler, ama bizim böyle bir durumumuz yok. Komünistlerin ya da sınıfın öncü unsurlarının böyle bir kaygısı yok. Fonetik boyut noktasından baktığımız zaman, Türkiye sözcüğü Komünist İşçi Partisi’nin önüne getirildiğinde fonetik olarak da bir sorun olmadığını düşünüyorum. Benim düşüncem partimizin adının Türkiye Komünist İşçi Partisi, kısa adıyla TKİP olmasıdır.

Arif: Partimizin ismi ne olmalıdır çerçevesinde ön tartışmalarda değişik isimler önerilmiş. Anadolu Komünist İşçi Partisi, Türkiye Komünist Partisi, Türkiye Komünist İşçi Partisi, Komünist İşçi Partisi önerileri var. Ön tartışmalarda kaygı duyulan sorunlardan biri, bu isimlerin daha önce kullanıldığı ya da dejenere edildiği. Ben bu kaygıya katılmıyorum. EKİM’e ilişkin olarak da ilk ortaya çıktığında benzer kaygılar vardı, ama süreç içinde EKİM’in ortaya koyduğu ideolojik, politik, örgütsel düzey insanlara EKİM’in ne anlama geldiğini kavrattı. İsim önemli olmakla birlikte, daha önemlisi partimizin sınıf içerisinde tutacağı yer olacaktır.

Öne çıkan isimlerden biri olan olan Anadolu Komünist İşçi Partisi’ne değinmek istiyorum. Anadolu önemli bir coğrafyadır, tarihsel ve kültürel bir zenginliği olan bir halklar mozağidir, bunun sahiplenmesi ve kucaklanması gerekiyor, deniliyor. Ben böyle bir kaygı gözetilerek parti isminin belirlenemeyeceğini düşünüyorum. Bana göre Anadolu dar bir coğrafyadır.

Egemen sınıflar tarafından zorla çizilmiş olsa da biz bir coğrafyada mücadele yürütüyoruz. Misak-ı Milli denilen sınırlar içerisinde işçi sınıfının partisini kuracağız. Bu sınırların zorla çizilmiş olması Türkiye isminden uzak durmayı getirmemelidir. Rusya’da Çarlık otokrasisinin de büyük bir barbarlığı vardı, ama sonuçta belli coğrafik sınırlar içinde işçi sınıfının birliği sağlandı. Dolayısıyla böyle bakamayız diye düşünüyorum. Türkiye bir siyasal coğrafya ise, biz bu siyasal coğrafyada devrim yapmayı hedefliyorsak, Türkiye ismini kullanmamak yanlış olur diye düşünüyorum.

Bir öneri olarak TKP ismi de düşünülebilir. Bunun tarihte de örnekleri var. Almanya’da KPD-ML, KPD’nin tasfiye olmasının ardından, M-L ekini atarak ismini KPD olarak değiştirdi. Burada bir tarihi miras var, ona sahiplenme var. Bizde de TKP ismi dejenere olmuş, reformist-revizyonist bir çizgide kendini ifade etmiş olsa da, bence kullanılmasında bir sakınca yok. Parti isminin kısa olması gerektiğini düşündüğüm için de bu ismi öneriyorum. Komünist partisi zaten işçi sınıfının öncü partisi olacağı için, işçi kimliğinin vurgulanmasının zorunlu olmadığını düşünüyorum.

“Partimizin adı Türkiye Komünist
İşçi Partisi olmalıdır”

Sergen: Partimizin adı ne olmalıdır tartışmasında, komünist ve işçi kimliğinin vurgulanması gerektiği üzerinde genelde birleşiliyor. Ön tartışmalarda bu uzun uzun gerekçelendiriliyor. Tartışma daha çok parti isminin ön ekine ilişkin.

Komünist ve işçi kimliğinin vurgulanması gerektiğine ilişkin görüşe ben de katılıyorum. Öne sürülen gerekçeler sağlam ve bilimseldir. Özellikle bugün içinde bulunduğumuz süreçte bunları daha kuvvetli bir biçimde vurgulamalıyız. Zaten başından itibaren de biz bu iki kavrama çok özel bir hassasiyetle yaklaştık ve vurguladık.

Diğer öneriler Anadolu Komünist İşçi Partisi, Komünist İşçi Partisi, Türkiye Komünist İşçi Partisi şeklinde. Benim bu konudaki düşüncem şu. Gerçekten de, özellikle Cihan yoldaşın uzun uzun gerekçelendirdiği gibi, biz burada bir ulusal parti kurmuyoruz, bir halkçı parti de kurmuyoruz. Türkiye işçi sınıfı denilen, birleşik, belirli bir siyasal coğrafyada oluşmuş, şekillenmiş ve gelişebildiği kadar gelişmiş bir sınıfın partisini kuruyoruz. Ve biz işçi sınıfının partisine bir isim arıyoruz. Bu sınıf çeşitli milliyetlerden işçilerden oluşan, ancak belli bir siyasal coğrafyada oluşan ve şekillenen bir sınıftır. Bu, bu siyasal coğrafyanın veri alınmasını gerektirir.

Bir takım karşı argümanlarda ileri sürüldüğü gibi, Türk devleti ve onun çağrıştırdığı olumsuzluklar üzerinden hareket edilemez. Biz soruna özellikle Kürt sorunu nedeniyle tarihsel haksızlık ya da soyut bir adalet duygusuyla yaklaşamayız. Soruna Kürt sorunu üzerinden bakmak bu meseleyi daraltmak olur. Bir sınıfın egemen olduğu bir siyasal coğrafya, aynı zamanda onun tam karşıtı bir başka temel sınıfın oluştuğu, şekillendiği bir siyasal coğrafyadır. Böyle bir siyasal coğrafyada tek devrim stratejisi savunan bir parti olacak ve nihayet devrim bu coğrafyada gerçekleşecektir. Bu devrimi gerçekleştirecek bir sınıfın partisini kuracağız. Burada bir yıpranmışlık sözkonusu ise, bu, resmi adı TC olan burjuvazinin devletinin yıpranmışlığıdır. Bunun bizim tartışmamızla bağlantısının kurulmaması gerekir. Bu, sorunu daraltmak olur.

Bu sorunda rahat davranmamız gerektiğini düşünüyorum. Özellikle ‘80 sonrasında Kürt ulusal kurtuluş hareketinin devrimci hareket üzerinde yarattığı bir basınç var. Bunun bizim saflarımızda ne ölçüde yankı bulduğundan bağımsız olarak söylüyorum. Türkiye sol hareketi ‘80 öncesinde ulusal sorunu doğru bir biçimde ortaya koymak konusunda yeteneksiz ve başarısız kaldı. Bu sorunun Türkiye devrimi açısından önemini yerli yerine oturtamadı. Kimisi partisinin adına Kuzey Kürdistan ekini bile yaptı. Kimisi ayrı örgütlenme mi, birleşik örgütlenme mi diyerek seksiyon örgütü formülasyonunu ortaya attı. ‘80 sonrasında ise Kürt ulusal hareketinin yaşadığı gelişmenin basıncı altında kalındı. Sorunu doğru bir biçimde ortaya koymak, geçmişteki yanlışları sınıfsal bir temelde aşmak yerine, kolaycı yollara başvurdu. Türkiye ismini kullanmaktan kaçınmak bunun bir ürünüdür. Bu konuda başından itibaren sağlam bir yaklaşım içinde olan, bu sorunu yerli yerine oturtan yalnızca EKİM oldu. (...)

Konuşmamın başında da söyledim; belli bir coğrafyada oluşmuş ve şekillenmiş bir sınıfın partisine ad arıyoruz. Yoksa çok çeşitli halkların bir araya geldiği bir mozaiğe, bir kültüre, bir uygarlığa isim aramıyoruz. Örneğin; 1919 öncesinde ya da 1920’lerde olsaydı, bunun biraz daha anlaşılır bir yönü olurdu. Ama bugün öyle değil. Bugün Anadolu birçok açıdan kapsayıcı bir kavram değil. Kültür, uygarlık vb. açıdan çok kapsayıcı gibi görünüyorsa da, farklı bir yönden yaklaşıldığı zaman bunun böyle olmadığı görülecektir. Hatta şunu da söyleyebilirim, bugünkü gelişme düzeyi gözönüne alındığında, bu biraz geriliği de ifade ediyor. Eğer gerçekten biz bir halklar mozaiğini, kültürel zenginliği ifade edecek bir isim arayışı içinde değilsek, Türkiye Komünist İşçi Partisi ismini net bir biçimde tercih etmeliyiz. Sonuçta bizim partimiz, Türkiye Komünist İşçi Partisi, bütün uygarlıkları veri alacak, ancak onu daha ileri bir düzeye taşıyarak bir senteze ulaşacaktır. Sonuç olarak ben net bir biçimde Türkiye Komünist İşçi Partisi’nin bizim için çok uygun bir isim olduğunu düşünüyorum.

Farklı öneriler üzerine tartışmalar

Cemal: Partinin adı ne olmalıdır sorusuna cevap ararken özellikle iki noktaya dikkat etmemiz gerekiyor. Birincisi, bilimsel olması; ikincisi, fonetik ve ajitasyon yönünden kitleler üzerinde yaratacağı etki önemlidir. Ben bu konuda politik kaygı güdülmemesi gerektiğini vurguluyorum. Ön ek üzerine yapılan tartışmalarda bazı yoldaşların biraz önyargılı ve duygusal yaklaştığını düşünüyorum. Türk kelimesi ile Türkiye kavramı iki farklı şey. Türkiye işçi sınıfı farklı milliyetleri, farklı azınlıkları içeren bir kavramdır. Biz istesek de istemesek de, sınırları burjuvazi tarafından çizilmiş siyasal bir coğrafyada yaşıyoruz ve herşeyden önce bu topraklarda mücadele etmek zorundayız. Bu çerçevede Türkiye kavramının tartışılmaması gerektiğini düşünüyorum. Kullanılması bilimsel yönden doğrudur.

Komünist kavramı ise zaten işçi sınıfını kapsayan bir kavramdır. İşçi kelimesi yine de konulabilir, ama fonetik yönden biraz zorlama olur diye düşünüyorum. Ayrıca, işçi sınıfı ve emekçiler açısından, partinin isminde işçi sınıfının geçmesi üzerinden işçi sınıfı örgütlenmiyor. İsmimiz, biz kendi ideolojik platformumuzu ete-kemiğe büründürdüğümüz ölçüde yığınlar nezdinde bir anlam taşıyacaktır. Kitleler soyut sözcükler üzerinden değil, somut pratik üzerinden düşünüyor. Bu somutu biz ancak pratik içinde anlamlandırabiliriz.

Anadolu Komünist Partisi ismini fonetik yönden güçlü, ama bilimsel açıdan doğru görmüyorum. Komünist İşçi Partisi ise tek başına bir şey ifade etmiyor. Nerenin komünist partisi? Hangi ülkede mücadele ediyor? Dolayısıyla Komünist İşçi Partisi’nin doğru bir adlandırma olduğunu düşünmüyorum.

Ayrıca MLKP, DHKP-C gibi isimlendirmeler, Kürt hareketinin yarattığı basıncın bir ifadesi bana göre. Türkiye sol hareketi yıllarca sosyal-şoven bir eğilim içindeydi, Kürt ulusal mücadelesinin yükselmesinin ardından ise onun kuyruğuna takılmaya başladı. Bizim böyle önyargılarla düşünmememiz gerekiyor.

Osman: Partimizin isminin sınıf kimliğini içermesi konusunda değişik düşünen yoldaşlar var. Önce bu konudaki görüşlerimi belirtmek istiyorum. İşçi sınıfına güvensizlik uluslararası düzeyde yaşanıyor. Kendi ülkemiz açısından bakıldığında da durum farklı değil. Bu nedenle partimizin ismi sınıfsal kimliğini açık bir biçimde ortaya koymalıdır.

Bunun ötesinde Anadolu Komünist Partisi’ne ilişkin bir tartışma var. Bunun bizim açımızdan belli güçlükleri olduğunu düşünüyorum. PKK bile yaptığı değerlendirmelerde Türkiye işçi sınıfı, Türkiye devrimci hareketi söylemini oldukça yoğun olarak kullanıyor. Bu anlamda Anadolu sözcüğünün bizi ifade edemeyeceğini, bir parça darlaştıracağını düşünüyorum.

Ulusal hareketin Türkiye sözcüğünü “misaki-millicilik”le özdeşleştirdiği açıktır. Ama şu da açık bir gerçektir. Bizim mücadelemiz sonuçta içerik olarak enternasyonalisttir, ancak biz bir coğrafyada işçi sınıfının iktidarı için savaşıyoruz. Bir coğrafyada iktisadi-politik olarak egemen olan burjuvazinin sınıf iktidarını yıkmak için savaşacak bir partiyi kuruyoruz. Bu nedenle üzerinde mücadele edeceğimiz coğrafyayı net olarak ortaya koymak durumundayız. Bilimsellik anlamında bu noktada bir kaygı yok. Bugün Türkiye’deki halkçı akımların PKK’nin gelişiminin yarattığı basınç altında Türkiye sözcüğünü kullanmadıklarını görüyoruz. Bu bizim prim vereceğimiz bir şey değildir. Benim açık önerim Türkiye Komünist İşçi Partisi olmasıdır.

Nadir: Anadolu Komünist Partisi diyen yoldaşlar düşüncelerinde ısrar ediyorlar mı, bilemiyorum. Ben tartışmanın toplamı üzerinden, üç değişik öneride de ideolojik çerçevede herhangi bir farklılık görmüyorum. Çeşitli hareket noktalarında belli tercihler var. Bunu platform açısından bir zenginlik sayıyorum. Toplam eğilimler gözetildiğinde, Anadolu ön ekine çok sıcak bakılmadığı görülüyor. Dolayısıyla bunda ısrar etmenin bir mantığı yok. Ancak bazı yoldaşların gerekçelerine katılmadığımı da belirtmek istiyorum. Nihayetinde Anadolu ön eki bir siyasal tercihtir.

Gelinen yerde Türkiye ön eki ile ilgili tartışmaların noktalanmasını öneriyorum. Ama Arif yoldaşın konuşmasıyla kendi konuşmamı bütünleştirmek istiyorum. Komünist partisi doğal olarak işçi partisidir, onun organik bir parçasıdır, bilinçli kesiminin örgütüdür. Biz popülist bir gelenekten koptuk. Bu gelenek Marksizm-Leninizm adına ortaya çıktı, kendini hep böyle tanımladı, ama bu genel bir halkçı kimlikti. Bundan dolayı komünist partisinin sınıfsal kimliğine özel bir vurgu yapmak önemli. Ama biz yeni bir döneme girdiğimizi söylüyoruz. Bunu yalnız Türkiye için değil, evrensel düzeyde söylüyoruz. Komünizm bu yeni dönemde tüm dünya halkaları nezdinde büyük bir prestiji kazanacaktır. Yeniden umut olacaktır. Yıkılışın ardından çok kısa bir süre geçmesine rağmen milyonlarca insan sosyalizmin yıkıldığı ülkede kitle gösterileri gerçekleştiriyorsa, bu bile bugünden çok şeyin değiştiğini gösteriyor. Dahası burjuva ideologları bile kapitalizm üzerine umutsuzluklarını ifade etmek zorunda kalabiliyorlar. Bu aslında proletaryanın, emekçilerin, insanlığın yüzünü yeniden komünizme döndüğünü itiraf etmelerinin başka bir biçimidir.

Sonuçta şuraya gelmek istiyorum. Koptuğumuz geleneğin yarattığı dar etkiyi çok fazla gözetmeden partimizin adını Türkiye Komünist Partisi (TKP) koyalım. Ama propaganda ve ajitasyonumuzda, bu meseledeki sınırlılıklar aşılana, partimizin ismi yerleşene kadar proletaryanın komünist partisi, işçilerin komünist partisi gibi argümanları kullanalım. Ben şundan da kuşku duymuyorum. Partimiz siyasal mücadelede kendi yerini almayı başarabilirse eğer, çok geçmeden işçi sınıfı nezdinde, bütün sol kesim nezdinde proletaryanın siyasal temsilcisi, onun öncü örgütü olmayı başaracaktır. Önemli olan pratikte işçi sınıfının devrimci önderliğini kazanmamızdır. Bunu kazandıktan sonra gerisi yerli yerine oturacaktır. Dolayısıyla kaç tane TKP var, buna bakmaksızın bundan sonra bir tane TKP olacaktır. Bu bizim TKP’mizdir, proletaryanın TKP’sidir, proletarya devriminin TKP’sidir diyelim ve adını da böyle koyalım diyorum.

Hazal: Partimizin ismi konusunda kongre öncesi süreçte basınımızda ve günlük faaliyetimizde komünist işçi partisi kullanımı belli bir oturmuşluk yaratmıştı. Türkiye ön ekinin kullanılması konusunda rahat değildim. Türkiye denilen coğrafyada Kürt halkı ile içiçe yaşıyor olmamızın yarattığı bir rahatsızlıktı bu. Ama diğer taraftan da, ulusal soruna yaklaşımımızda, belli bir devletin sınırlarını esas almak kaydıyla, diye başlayan bilimsel vurgularımız vardı. Bu benim için kendi içinde belli çelişkileri de anlatıyordu. Ön tartışma tutanaklarını yeniden inceledikten sonra bu rahatsızlığı kendi cephemden attığımı düşünüyorum. Yani Komünist İşçi Partisi Türkiye ön ekini almalıdır. Yıkmayı hedeflediğimiz bir burjuva sınıf egemenliği, bunun temsilcisi bir devlet var. Bu devletin egemen olduğu belli sınırlar, bu sınırlar içinde oluşan bir işçi sınıfı var. Ön ek sorununa bu çerçevede yaklaşmak gerektiğini düşünüyorum.

Bilimsel ölçülere farklı yaklaşımlar

Cezmi: Partimizin isminin, ideolojik çizgimizin ve sahip çıktığımız tarihsel geleneğin bir ifadesi ve uzantısı olması gerekiyor. Bunun esas olarak komünist isimlendirmesi üzerinden yapılabileceğini düşünüyorum. Zaten bu çerçevede bir tartışma yok, ön ek çerçevesinde belli bir tartışma yaşanıyor. Bunun aslında dolaysız olarak politik eksenle ilgili yapılabilecek bir tercih olduğunu düşünüyorum. Tartışma bilimsellik alanına dönük olarak yürütüldüğü ölçüde, bence gerçeklendirilmesi de zayıflıyor. Belli bir coğrafyada belli bir siyasal iktidara karşı mücadele ediyoruz ve bu coğrafyadaki değişik uluslardan proletaryanın ortak örgütlenmesini ve mücadelesini savunuyoruz; Türkiye ismi bu çerçevede bir gerekliliktir, deniliyor. Yani bizim genel ilkesel bakışımızın bir zorunlu sonucu olarak ifade edildiği zaman, bu bence zayıf bir gerekçelendirme oluyor. Bu çerçevede bakıldığı zaman, bence Anadolu ön eki bu gerekçeleri dışlamıyor. Çünkü siz programınızda hangi sermaye iktidarına karşı, hangi coğrafyada mücadele verdiğinizi zaten ortaya koyuyorsunuz.

Bence bu tartışma şu politik eksen üzerinden, işçi sınıfının ya da sol hareketin bu ön eki nasıl karşılayacağı, küçük-burjuva devrimciliğinin bu konuda seçtiği isimler veya onların Kürt sorunu karşısındaki tutumları üzerinden de yürütülmemelidir. Esas olarak soruna, işçi sınıfı kitleleri ve onun öncüsü açısından, bu ön ek tercihinin onlara vereceği mesaj, bunun propaganda yönü açısından bakılmasının daha doğru olduğunu düşünüyorum. Aynı zamanda bu çerçevede uluslararası komünist ve devrimci hareketin deneyimlerine de bakmak gerekiyor.

Ben şöyle düşünüyorum. Türkiye sıfatı, Türk ulusunun ezen bir ulus olarak egemenliğinin ötesinde, sermayenin sınıfsal egemenliğinin ifadesi haline gelmiş, bununla birlikte anlamını bulmuştur. Buradan bakıldığında, Türkiye ön ekini kullanmanın çok isabetli olmadığını düşünüyorum. Gerekçelendirmede işin bilimsel yönü bir yana bırakıldığında, sınıf kitlesinin bu konudaki duyarlılığı yönünden neyi ifade ettiği, nasıl karşılanacağı noktasında tartışmak gerekiyor. Diğer yandan, devrimimizin bölge coğrafyası üzerinden, ulusal sınırlar ötesindeki anlamını, içeriğini, dinamiklerini vurgulaması açısından da, Türkiye ön eki ile kıyaslandığında Anadolu ön ekinin daha isabetli olduğunu düşüyorum.

Sonuç olarak, benim açımdan Türkiye ön eki tartışmalıdır. Ön ek alacaksa, Anadolu benim tercihimdir. Ama bence ön ek tercihinin yapılmaması daha isabetli olur. Çünkü biz hangi siyasal coğrafyada, hangi siyasal iktidara karşı mücadele ettiğimizi zaten programımız üzerinden, faaliyetimizin içeriği üzerinden ortaya koyuyoruz. Anadolu Komünist İşçi Partisi ya da Komünist İşçi Partisi çerçevesinde fikir belirtiyorum.

Tuna: Ön tartışmalarda Komünist İşçi Partisi ile ilgili gerekçelendirmemi yaptığım için yeniden tekrarlamayacağım. Yalnız daha önce çok fazla gündeme gelmemiş bir TKP önerisi var. TKP adı kullanılacaksa eğer, bizim bu adı kullanan siyasal yapılara karşı somut bir tutumumuzun olması gerekiyor. Sorun kitleler karşısında TKP’nin nasıl farklılaşacağı değil. Biz bugün henüz sınıf ve kitlelere malolmuş bir devrimci örgüt değiliz. Bu ismi kullandığımızda pratikte belli sıkıntılarla karşılaşacağımızı bilmeliyiz, buna rağmen bu ismi alırsak, bu konuda tutum da almalıyız. Zira böyle durumların Türkiye solunda nasıl bir tutumla karşılandığı biliniyor...

Semih: Ben fonetik kaygı konusundaki düşüncemi belirtmek istiyorum. Bizim partimize vereceğimiz isim kitlelere çok ulaşamayan bir isim de olabilir, yani kitlelerin bunu kullanma biçimi daha farklı olabilir. Latin Amerika’da devrimci örgütler var, ama bu örgütlerin adı ile değil de örneğin Sandinistler biçiminde yerleşebiliyor. Ya da Türkiye İşçi Köylü Partisi olarak değil de Aydınlıkçılar olarak yerleşebiliyor. Belki bizim için de Ekimciler denilecektir. Bizim düşündüğümüzden farklı bir süreç yaşanabilir, kitleler böyle bir kullanımı tercih edebilir. Sonuç olarak, fonetik kaygı ikincil olmalıdır, diyorum.

Cezmi: Ön ek bilimsel doğruluğu üzerinden tartışıldığında, biraz ak ve kara şeklinde algılanıyor. Burada yaptığım tartışma, verilmesi gereken politik mesajların parti ismi üzerinden daha kuvvetli bir biçimde verilmesi gerektiği tartışmasıdır. Sorunun politik ekseni denildiğinde, böyle anlaşılmalıdır. Biraz önce bütünlüklü ifade edemediğimi düşünüyorum.

Sorunun bir yönü şudur. Ulusal hareketin gelişme seyrinden, sol hareketin geçmiş olumsuz süreçlerinden bağımsız olarak, sonuçta bir ezilen ulus gerçeği var. Biz bu sorunun tüm devrim süreci boyunca temel bir sorun olarak önümüzde duracağı gerçeğinden hareket ederiz. Politik eksenden bakalım derken, dar bir takım kaygılar ya da bugün varolup yarın silinecek siyasal çevrelerin basıncı üzerinden değil, politik ihtiyaçlar üzerinden bakmak gerekiyor.

Bu noktada ezilen ulus proletaryasına ve emekçi kitlelerine güven vermenin önemli olduğunu düşünüyorum. Şöyle bir tartışma yapılabilir. Böyle bir isim aldığımız zaman biz güven veremeyecek miyiz? Bizzat siyasal faaliyetimizin içeriği, programımızın kendisi güven vermiyorsa, ismimiz mi verecektir? Bu eksende bir tartışma isabetli değil. Kuşkusuz ki esas olan yürüttüğümüz faaliyettir, programımızdır; bununla birlikte düşünürsünüz, bu çerçevede kuvvetlendirici bir yönünün olup olmadığını ya da gerekli olup olmadığını tartışırsınız. Ben sadece Türkiye devrimci hareketinin tercih ettiği isimler ve onların ezilen ulus kitlelerine dönük politik tutumları üzerinden değil, fakat tarihsel deneyimler üzerinden de Türkiye ön ekini kullanmamanın politik bir anlamı olduğunu düşünüyorum. Ezilen ulus kitlelerinin ve proletaryasının bu çerçevede kaygı duymasının genel olarak haklı bir zemini olduğunu düşünüyorum. Bu ön eki, yalnızca siyasal sınıf iktidarı kimliği olarak değil, yanısıra ezen ulus kimliği olarak da reddedişimizin, bunun partimizin ismi üzerinden ortaya konulmasının güven çerçevesinde politik olarak tercih edilebileceğini düşünüyorum. Rusya deneyimi üzerinden bakıldığında, devrim sonrası süreçte bu konuda zayıflıklar var. Bu çerçevede de uyarıcı ve eğitici olmalıdır diye düşünüyorum.

Özcan: Özellikle Cezmi ve Nadir yoldaş benim vurgulamak istediğim noktalara işaret ettiler. Öte yandan Temmuz yoldaşın ön tartışmalarda çok iyi ortaya koyduğu gibi, sonuçta burada üç alan var; bilimsel olarak doğru olup olmaması, politik kaygılar ve ajitatif yan. Bunları da gözeterek, daha önce yaptığımız tartışmalar çerçevesinde, Türkiye Komünist İşçi Partisi ismine en azından karşı çıkmıyorum. Genel eğilim üzerinden Anadolu Komünist İşçi Partisi ismi üzerinde ısrar etmiyorum.

Semih: Cezmi yoldaş politik bir tercih olarak Türkiye ön ekinin kullanılmaması gerektiğini, ayrıca bu kullanımın bilimsellik çerçevesinde gerekçelendirilemeyeceğini söylüyor.

Ama şöyle bir durum var. 70-80 yıl önce Anadolu tabiri kullanılıyordu. İstanbul’daki saraya karşı gelişen bir kurtuluş savaşı sözkonusuydu, bu çerçevede Anadolu kavramının bir yeri vardı. Ama bir süreç yaşanmıştır. Belli sınırlar oluşmuş, Türkiye bir siyasal coğrafyayı tanımlayan bir tabir haline gelmiş ve yerleşmiştir. Belli sınırlar içerisindeki bir mücadeleyi kapsaması çerçevesinde Türkiye ön ekinin bilimsel olduğu açık. Dolayısıyla salt bir politik tercih olarak ifade etmek bana doğru gelmiyor.

Öte yandan TKP, Türkiye İşçi Köylü Partisi’nin çağrıştırdığı Aydınlık çevresinden farklı olarak, Türkiye’de olumsuz bir geleneğin temsilcisi olan çok daha köklü bir politik varlık olarak tanınıyor. Sonuç olarak ben Türkiye Komünist İşçi Partisi adının daha doğru bir tercih olduğunu düşünüyorum.

Celil: TKP isminin kullanılması konusunda ben başka bir noktaya dikkat çekmek istiyorum. Soruna devrimci etik açısından da bakmak gerekiyor. Bugün bu ismi kullananlar var. Bizim iddiamız ne olursa olsun, siz gayri ciddi bir çevresiniz, bunu kullanamazsınız diyemeyeceğimize göre, bunu gözetmemiz gerekiyor. Sorunun bu yönünü küçümsemememiz gerekiyor. Sonuçta bugün bu isim kullanılıyor ve belli bir iddia var. Siyasal süreç ne gösterir, bu ayrı bir olay. Ama siz bunun hakkını vermezsiniz, bu ismi biz aldık, kullanacağız ve hakkını vereceğiz dememizin doğru olmayacağını düşünüyorum.

“Türkiye” ön eki sorunu politik değil
bilimsel bir tercihtir

Cihan: Ben Türkiye ön ekinin politik değil, bilimsel bir tercih olduğunu vurgulayarak ve yineleyerek söze başlamak istiyorum. Soruna salt politik tercih üzerinden baksaydık, çok muhtemeldir ki biz Türkiye ismini kullanmazdık. Ve yoldaşlar da zaten bu ülkedeki ulusal ayrımlara, ulusal baskıya, Kürtlerin inkar edilmişliğine bir tepki olarak Türkiye ön ifadesinin karşısına farklı bir öneri ile çıkabiliyorlar. Ve getirdikleri önerileri ek nedenlere dayandırıyorlar. Bu ek nedenler de aynı hareket noktasının bir uzantısı olarak savunuluyor. Anadolu, bu ülkenin kültürel çeşitliliğini, etnik farklılıklarını, tarihini kucaklayan bir isimlendirme, diyorlar. Burada bir politik tercih var. Ama Türkiye isminin kullanılması bana göre bilimsel bir tercih. Biz bir siyasal partiyiz. Programımıza da yazdık, her sınıf öncelikle kendi coğrafyasında kendi burjuvazisiyle hesaplaşmak zorundadır. Bu coğrafya Türkiye denilen siyasal coğrafyadır. Bu birinci nokta.

İkincisi; TKP ismini almak mümkün mü? Daha önemlisi böyle bir tercih doğru olur mu? Semih yoldaş da belirtti; Türkiye İşçi Köylü Partisi için duyulan kaygılardan çok daha fazla kaygı duymak mümkün bu konuda. Çünkü TİKP nihayetinde unutulmuş bir partidir. Özel bir çevreyi simgeleyen bir partidir. Ayrıca bu TKİP değil TİKP, yani Türkiye İşçi Köylü Partisi’nin kısaltılmış biçimidir. Dolayısıyla telaffuzdan gelen bir kargaşa var. Yani bir isim tekrarı değil, ne açık ne de kapalı biçimiyle herhangi bir benzerlik yok.

Ama TKP bu ülkede bir kültürdür. Biz beğensek de beğenmesek de, TKP 70 yıllık bir siyasi kültürdür. Ve maalesef bıraktığı miras da çok iyi bir miras değildir. Mustafa Suphi’nin TKP’si ile sınırlayamayacağımıza göre, TKP’nin tarihine komünizm açısından, işçi sınıfı hareketi açısından sahip çıkmamız mümkün değildir. Dikkat edin, ilerici açıdan demiyorum, bu ülkedeki ilerici mücadeleler, sosyal mücadelenin siyasal yansıması açısından demiyorum. Bu açıdan bakıldığında, bu ülkede ilerici bir politikacı olarak Mehmet Ali Aybar’ın da emekçilere ait bir yanı vardır. Aybar bir reformistti, bir milliyetçiydi, bir liberaldi, ama ilerici bir insandı. Bu ülkenin ilerici mücadele tarihinin bir parçasıdır. Bu bambaşka bir şey. TKP’ye bu ülkenin ilerici birikimi açısından belli ölçülerde sahip de çıkabiliriz. Ama komünizm ve devrim açısından TKP’nin nasıl bir parti olduğu yeterli açıklıkta biliniyor. Bıraktığı herhangi bir birikim de yok. Çok büyük ölçüde olumsuz, dahası son birkaç on yıl üzerinden bakıldığında berbat bir geleneğin temsilcisidir. Kuyrukçu reformist bir parti, tasfiyecilik bu partinin ilk birkaç onyılını belirlemiş. Arada neredeyse 20 yıllık bir boşluk, bir fiili-örgütsel silinmişlik dönemi var. ‘70’ler sonrasında ise apayrı bir kimliğe, modern revizyonist kimliğe sahip reformist bir parti.

Bu açıdan TKP ismini almak doğru mu diye sormak gerekiyor. İsim benzerliği üzerinden söylüyorum bunu tabi. Biz bilimsel kaygılardan hareket ederiz ve başladığımız yerden bu bilimsel çerçeveye kendi gerçek devrimci içeriğimizi veririz diyerek, yoldaşlar kendi argümanlarını yine de savunabilirler. Ama sorunun bir başka yönü de var. Celil yoldaş belirtti, bu isim kullanılan bir isim. Bu nedenle çok mümkün görmüyorum. Ancak belli eklerle birlikte kullanılabilir, eğer kullanılırsa.

Buradan bu ek sorununa geçmek istiyorum. TKP-E diyebilir miyiz? Bence dememeliyiz. EKİM bugün henüz bir darlığı çağrıştırıyor. Biz parti olarak bu darlığı aşıyoruz. Darlık ne anlamdadır? EKİM parti öncesi bir örgüt, parti öncesi bir gruptur. Partili kimlik ve partili tanımlama, bu darlığımızı kıran, bu noktada yeni bir iddiayla, partili kimlik iddiasıyla ortaya çıktığımız bir safha. Bu aşamada EKİM ya da Ekimciler eki bizi daraltır. Yarın EKİM’in ve Ekimcilerin ürünü olan bir parti kitlelere, sınıfa malolduğunda, o zaman bu kavramlar yücelir. İşte böyle bir çıkışı, böyle bir kökü vardı denilir, bir başka temel üzerinde TKP-Ekimciler bir anlam kazanmaya başlar. Ama şu safhada bu isim bizim katettiğimiz mesafeyi ve ortaya koyduğumuz yeni iddiayı daraltır. Bu nedenle böyle bir safhada tercih etmeyelim diyorum. TKP-Ekimciler ya da Türkiye Komünist İşçi Partisi-Ekimciler ya da Türkiye Komünist İşçi Partisi’den ve TKP’den çok Ekimciler olarak anılıp anılamayacağımız, tümüyle gelecek siyasal süreçle ilgili bir durum. Durum böyle bir hal alabilir de almayabilir de, bugünden bir şey söylenemez. Kaldı ki bu tür bir algılanma ve isimlendirme bizi aşan, bizim dışımızda ortaya çıkan bir durum olabilir.

Bolşevikler’den bu açıdan bir farkımız var. Bolşevikler bütün başarılarını bu ismin içine sığdırdılar. Bolşevikler ta 1919’a kadar Bolşevikler idiler, başka bir şey değillerdi. RSDİP değildi onlar. Gerçek siyasal yaşamda Bolşevikler’diler ve ne yaptılarsa Bolşevikler olarak yaptılar. Onlar Moskova ayaklanmasını Bolşevikler olarak düzenlediler, yenilgi dönemini Bolşevikler olarak kucakladılar, savaşta Bolşevikler olarak farklı tavır aldılar. Partinin Bolşevik kanadıydılar ve bütün bir tarihi bu kimlikle yaşadılar. 1919’a kadar da Bolşevikler olarak kaldılar. Rusya köylüleri bile; Bolşevikler iyiydiler, zira bize toprak verdiler, ama komünistler kötü, zira bizden fazla ürünün mecburi teslimini istiyorlar, diyebildiler. Bu, Bolşeviklerin gerçek kimliklerini bu isim altında bulduklarını gösteriyor. Onları RSDİP denilen parçalı gövdeden ayıran bu zaten. Devrimcilik kendisini zaten Bolşevik form içerisinde ve ismi altında buluyor. Ve Bolşevizm bir tarih ve siyasi kimlik haline geldiği için, Rosa Luxemburg gibi bir Alman komünisti kalkıp, “gelecek bu anlamda Bolşevizme aittir” diyebildiğine göre, demek ki bu çok bambaşka bir şeydir.

EKİM henüz böyle bir tarihi yaşamadı. Bu anlamda EKİM, geniş işçi ve emekçi kitleler bir yana, solun genel ilerici potansiyeli sözkonusu olduğunda bile hala bir darlığı akla getiriyor. Bir ayrı grubu akla getiriyor. Partili kimlik daha kapsamlı, daha kucaklayıcı bir safha olabilmeli. Biz bunun avantajından yararlanabilmeliyiz. O dönem geride kaldı diyebilmeliyiz. Biz ancak o dönemin geride kaldığını kendi tarihsel pratiğimizle gösterebildiğimiz zaman, o çıkış bizi buraya getirmiştir diyebileceğiz ya da kitleler oradan giderek bizim geçmişimize de sahipleneceklerdir. Ekimciler vurgusu bu açıdan bir anlam kazanabilecektir.

Bu arayışlar esas olarak fonetik kaygıdan çıktı. Bu kaygıyı ben de duydum bir süre. Ama böyle bir kaygı nereye kadar duyulabilir? Ancak temenni edilebilir, arzu edilebilinir, olsaydı iyi olurdu denilebilir. Ama biz devrimci bir parti kuruyoruz. İçerikten giderek biçimi belirleyeceğiz. Biçimden giderek içerik yaratamayız. Daha vurucu, kısaltılmış bir isme sahip olmak istenirdi, ama biz bunu zorlayamayız. İşin bilimsel içeriğine ve gereklerine uygun davranmak zorundayız.

İşçi kimliğiyle ilgili olarak da ek bir şeyler söylemek istiyorum. Kuşkusuz komünist parti işçi sınıfının partisidir. Komünizmin bilimsel içeriği sınıfın teorik-ideolojik dışa vurumunu anlatır, onun teorik ifadesidir, onun nihai hedefini anlatır. Bunlar doğru. Ama biz yine de bu kuruluş döneminde, içinden geçtiğimiz tarihsel evrede, işçi vurgusunu tercih etmeliyiz. Neden?

İlkin, ön tartışmada gerekçelendirdiğim nedenlerden dolayı. İkinci olarak ise, bu ülkede komünizmin sınıf hareketiyle tarihsel olarak birleşemediğini, onun ileri kesimiyle çok fazla özdeşleşemediğini unutmamak durumundayız. Bu hala da yaşanması gereken bir tarihsel süreç. Biz komünizmle işçi sınıfının birbirinden kopmaz iki kavram olduğunu, iki gerçeklik olduğunu, isim üzerinden de ve hiç değilse bir dönem için sınıfa propaganda etme avantajını kullanabilmeliyiz. Popülizm noktasında duyduğumuz kaygıyı, yani solun bulanmış bilinci üzerinden duyduğumuz kaygıyı, işçilerin oluşmamış bilinci üzerinden de duymalıyız. Ve işçi kavramını bu açıdan da hiç değilse bir dönem bilinçli bir tutumla tercih etmeliyiz. İlerde bu işçi kavramı gereksiz hale gelebilir de, bu isim oturduğu, artık tarihi bir sürece mal olduğu için kalabilir de. Bu geleceğin bir sorunudur.

Sorun ulusal hareketin basıncı değil

Tuna: Türkiye ön eki ile ilgili argümanlara ilişkin bir şeyler söylemek istiyorum. Tartışma bizim için öncelikle politik anlamıyla bir değer taşıyor. Türkiye ön ekini koyup koymamak politik bir tercih. Türkiye ön ekini gerekçelendiren yoldaşlar, buna karşı çıkılmasında, DHKP-C ile MLKP’nin kullandığı türden yaklaşımlar gördüler.

Böyle bir eleştirinin çok gerçekçi olmadığı aslında tutanaklarda var. Türkiye ön ekinin konulmaması önerisi, bizim siyasi planda Kürt ulusal hareketi ile işbirliğimizi zedeleyeceği düşüncesiyle getirilen bir öneri değil. Parti olarak Türkiye’de bir siyasi iddia ortaya koyuyoruz ve ulusal hareketin geldiği bugünkü noktada Türkiye devrimci hareketi içinde onu en net biçimde eleştiren bir hareketiz.

Buna rağmen neden Türkiye ön ekine karşı çıkılıyor? Çünkü tartışılan nokta, Kürt işçileri ve emekçileri tarafından bunun nasıl algılanacağıdır. Sorun bizim ulusal hareketle ilişkilerimizin bozulup bozulmayacağı değil, Kürt işçilerini etkilemeye çalışan bir parti olarak onlara gittiğimizde, şiarlarımız ulaştığında, ismimiz duyulduğunda, onların bunları nasıl karşılayacağıdır. Görebildiğim kadarıyla, Türkiye’yi gerekçelendiren konuşmalarda buna bir cevap yok.

İsim üzerinde yapılan bir tartışmanın sınırlılığı açık. Partinin ismindeki komünist terimi kitleler tarafından nasıl karşılanacaktır ya da işçi vurgusuna proleter olmayan emekçi kesimler ne diyeceklerdir diye sorulabilir. Kuşkusuz ki biz komünist ve işçi terimlerini kullanmaktan kaçınamayız. Buna rağmen ben yine de sorunun önemli olduğunu, parti isminin ulaştığımız Kürt emekçileri tarafından nasıl algılanacağı noktasında önem taşıdığını düşünüyorum. Ulusal sorun üzerine yapılan tartışmalarda, bunun bir iç bölüm olarak programda yeralması gerektiğini tartıştık. Bu, bu sorunun Türkiye devrimi açısından taşıdığı özel önemden geliyor. Bence meseleye biraz buradan bakılmalı.

Öte yandan mesele yarın Komünist İşçi Partisi’nin dışarda nasıl anılacağı ise, güçlenen bir parti ön eki olsa da olmasa da tanınır. Sandinistler dediğimizde, bu ülkede ortalama bir devrimci onun liderinin adını bile biliyor, değil ki kendi ülkesini, siyasal coğrafyasını... Dolayısıyla bu bir problem değil. Bence siyasal coğrafya tanımlanmadan da parti adı belirlenebilir. Benim geçen tartışmadaki önerim Komünist İşçi Partisi idi. Ama bir siyasal coğrafya üzerinden tanımlanacaksa, bu bilimsel terim Türkiye’dir.

Osman: Tartışma Kürt emekçilerinin Türkiye ön ekine nasıl yaklaşacağı noktasına geldi. Bizim işçi ve emekçileri parti çizgisine kazanmak, parti programı düzeyine çıkarmak gibi temel bir görev ve sorumluluğumuz var. Eğer Kürt emekçilerini bugünkü düzeyi üzerinden kavrarsak, partimizin ismindeki diğer terimlere ne diyecekleri sorusu da doğal olarak sorulur. Bugün Kürt emekçilerinde Türkiye ismi konusunda özellikle ulusal hareketin yarattığı bir önyargı olacaktır. Bu misak-ı millicilik olarak değerlendirilecektir. Biz bu önyargıyı ancak politik çalışmamız içinde kırabileceğiz.

Bayram: Komünist partilerinin mücadele verdikleri coğrafyada genellikle ezilen uluslar mevcuttur. Buna rağmen genellikle mücadele ettikleri siyasal coğrafyanın adıyla anılmışlar, soruna ezilen uluslar üzerinden bakmamışlardır. RSDİP en iyi bildiğimiz örneklerden biridir. Aynı şekilde bizim coğrafyamızda da ön ekin engel teşkil etmeyeceğini düşünüyorum. Bugün birçok sanayi merkezinde Kürt ve Türk emekçileri içiçe geçmiştir. Ortak sendikalarda örgütleniyorlar, sermayeye karşı ortak mücadele yürütüyorlar. Nesnel koşulların bu denli elverişli olduğu ve ulusal sorun konusunda net ve tutarlı bir politikaya sahip olduğumuz koşullarda, Kürt emekçilerinin önyargıları aşılacaktır. Parti olarak Kürt ulusal sorunu konusundaki hassasiyetimiz ile, Kürt ulusu üzerindeki zulme dönük yürütüğümüz mücadele ile bu önyargıyı kırabileceğiz.

Nadir: Bu memlekette yanlızca Türkler değil başka milliyetler ve azınlıklar da yaşıyorlar. Bunların yıllarıdır yaşadığı ezilmişliği, horlanmışlığı, eşitsizliğini mutlak biçimde gözetmemiz gerekiyor. Bunu 80 yıldır inkar edilen Kürt ulusu açısından ayrıca gözetmemiz gerekiyor. Bu bizim partimizin tarihsel sorumluluklarından biridir. Ön ek tartışması ise bir başka tartışma. Ön eke karşı çıkan yoldaşlar, bunu Kürt ulusal hareketinin yarattığı basınçtan dolayı değil, politik bir tercih olarak öneriyorlar. Bu bir siyasal değerlendirmedir, eğer yanlış bir değerlendirme ise vurgu bu yönüyle yapılmalıdır. Ötesi bizim mutlak bir biçimde siyasal çalışmamızda gözetmemiz gereken bir husustur. Biz tarihsel eşitsizliğe ve haksızlığa, ulusal baskıya kesin tutum almazsak ezilen ulusların güvenini kazanamayız. Onların öncü partisi durumuna gelemeyiz. Bu platformda ön ekin alınmamasını savunan yoldaşlara bakıyorum, bunların büyük çoğunluğu Kürt değil, bundan ayrıca sevinç duyuyorum.

Umut: Kürt kitlelerinin Türkiye ön ekine nasıl bakacakları önemli olmakla birlikte, partimizin ismi sorununa buradan bakamayacağımız açık. Kürt emekçilerine karşı görev ve sorumluluklarımızı yerine getirdiğimiz ölçüde partimizi Kürt kitlelerine kabul ettirebileceğiz. Soruna Türkiye ön ekini kullanıp kullanmamak üzerinden değil, görevlerimizi yerine getirip getirmemek üzerinden bakmamız gerektiğini düşünüyorum.

Kasım 1998


Üste