Logo
< TKİP Kuruluş Kongresi açılış konuşması

Siyasi poliste, mahkemede ve zindanlarda tutum


TKİP Kuruluş Kongresi Belgeleri...

Siyasi poliste, mahkemede ve zindanlarda tutum

 

Partimizin programı ve
işçi sınıfının tutarlı devrimciliği

Cihan: Gündemimizde partili militanlarımızın siyasi poliste, zindanda ve mahkemede izlemesi gereken çizgi, alması gereken tutum sorunu var. On yıllık illegal bir komünist örgütüz. Bu süre içinde savunup uyguladığımız bir tutum, bu çerçevede oluşmuş direnişçi bir geleneğimiz var. Fakat yine de burası bir parti kuruluş kongresi; kongremiz, bugüne kadarki çizgi ve pratiğimizi de değerlendirerek partimiz adına tutumumuzu bir kez daha tanımlamak, tüm parti için bağlayıcı esasları saptamak sorumluluğu ile yüzyüzedir.

Ben açış mahiyetinde bazı temel noktalara değineceğim.

Öncelikle genel bir noktayı belirtmeliyim. Kongremiz parti Program Taslağı’mızı günlerce ayrıntılı olarak tartıştı ve onayladı. Bu programın teorik bölümünde yeralan temel maddelerden biri, işçi sınıfını modern toplumun tek tutarlı devrimci sınıfı olarak tanımlar. Bu temel önemdeki bilimsel ve tarihsel gerçeği programda ilan etmenin ilkesel ve pratik açıdan büyük bir önem taşıdığını, zira bu gerçeğin Marksizm ile küçük-burjuva sosyalizmi arasındaki temel bir ayrım noktasına işaret ettiğini, gerek ön tartışmalarda, gerekse Program Taslağı’mız üzerine süren kongre tartışmalarında önemle vurguladık.

Bunun gündemimizle, gündemimizdeki somut konu ile bağı ne diyeceksiniz. Bağı şu: Eğer proletarya içinde yaşadığımız modern burjuva toplumun tek tutarlı devrimci sınıfıysa, onu temsil etmek iddiasındaki bir öncü devrimci parti de bu en tutarlı devrimciliği yaşamın ve mücadelenin her alanında kendi şahsında göstermeli, pratiği içinde sergilemelidir. Programımızdaki tanım, bu tanımda dile getirilen bilimsel ve tarihsel nitelik, partimizin, onun tüm üye ve militanlarının anlayışı ve davranışı üzerinden yansıyabilmelidir. Elbetteki komünist öncünün, partinin sınıfın bu bilimsel soyutlama ürünü niteliklerini kendinde ete-kemiğe büründürmesi bir zaman ve pratik sorunudur. Herşeyden de önemlisi, bu sınıfla devrimci bir pratik içinde birleşme, kendi devrimciliğini bu sınıfla gelişen politik ve örgütsel ilişkiler içinde üretme ve geliştirme sorunudur.

Bu nokta yeterince açık, bunu gözden kaçırıyor değilim. Fakat bu pratiğe ilişkin bir sorundur. Eğer biz anlayış planında en ileri ve tutarlı bir devrimciliğin ölçülerini, normlarını ve değerlerini bir çizgi ve tutum olarak benimsersek ve bunları hayata geçirme ısrarı gösterirsek, zamanla bu pratiğe de zaten gereğince ulaşırız.

Ve benim burada, bizzat programımızın temel bir maddesine atıfta bulunarak anlatmaya çalıştığım nokta, partimiz adına sağlam ve tutarlı bir devrimcilik anlayışı ve tutumunu gündem konumuz çerçevesinde de formüle etmemiz gerektiğidir. İleri sınıfın tutarlı devrimciliği, partimizin poliste, mahkemede ve zindandaki tutumu üzerinden de yansıyabilmelidir. Bu konuda ülkemizin küçük-burjuva devrimciliğinin son 25-30 yılda oluşturduğu devrimci tutum ve geleneklerin gerisine düşmek bir yana, bunu devrimci sınıfın konumu üzerinden ileriye doğru aşmalı, daha ileri bir noktada, daha tutarlı bir biçimde yeniden üretmeliyiz. Bu programımıza bağlılığımızın ve devrimci sınıfa karşı sorumluluğumuzun bir gereğidir.

Sorunu öncelikle buradan, bu temel ilkesel-programatik düzeyden kavramak, somut sorunları bunun ışığında irdelemek durumundayız. Bunu böylece belirledikten sonra, artık gündemimizin kendi somut içeriğine ve sorunlarına geçebiliriz.

Siyasi poliste ve işkencede direnişçi çizgi ile başlamak istiyorum.

Siyasi poliste tam direniş:
Komünist kimliği ve parti üyeliği onurunu
 yükseklerde tutma sorumluluğu

Siyasi poliste tam bir direniş çizgisini genel olarak saflarımızda yerleştirmek partimizin önünde çok temel bir sorumluluk olarak durmaktadır. Genel olarak saflarımızda diyorum, zira partinin dar örgütsel alanını kastetmiyorum. Etkimiz altındaki ve faaliyetimiz içindeki bütün militan güçler de dahil, saflarımızda siyasal poliste tam direniş çizgisini oturtmak durumundayız.

Parti üye ve aday üyelerimiz zaten net bir tutumla direnmek sorumluluğuyla yüzyüzedirler. Bu tam ve pürüzsüz bir direniş olmak zorundadır. Poliste şu veya bu şekilde çözülen herhangi bir üye ya da aday üye, böyle davranmakla partiye verdiği sözü çiğnemiş, parti üyeliği onurunu sınıf düşmanına çiğnetmiş, kendi komünist onur ve şerefini ayaklar altına almış olur ve partiden de buna göre bir muamele görür. Böylelerinin üyeliği ya da aday üyeliği herhangi bir savunma hakkı gerektirmeksizin otomatik olarak düşer. Bu bizim tüzüğümüzde de kesin bir hüküm olarak, “poliste çözülen üyelerin üyeliği otomatik olarak düşer” şeklinde net bir ifade olarak yer almalıdır.

Siyasi poliste, düşmanın zulmü karşısında partili komünistler tam direniş göstermek zorundadırlar. Bu direnişin mahiyetinin ne olduğu ise bellidir. Polisin talep ettiği hiçbir bilgi verilemez, hiçbir iddia ve itham kabul edilmez. Partili komünist düşmanın zulmünü yüreklice ve cepheden karşılamak, davanın ve partinin çıkarlarını ölüm pahasına savunmak, parti üyeliği onurunu yükseklerde tutmak zorundadır. Bu açıdan partili militanlarımızdan tam bir direniş bekliyoruz.

Bu yeterince açık ve somut bir çerçevedir. Bunun ötesinde bir tanımlama ve somut ölçü gerekmiyor. Kaldı ki, bu ülkenin on yılları bulan bir devrimci direnişçi geleneği var, direniş çizgisi nedir, bu, bu ülkede yeterince bellidir. Devrimci hareketimizin bir direniş geleneği vardır. Direnmek nedir, çözülmek nedir? Bunlar iyi-kötü bellidir, bilinmektedir. Bizim pratiğimiz içerisinde de bellidir. Siyasi poliste tutum konusunda söyleyeceklerim kısaca bunlar. Yineliyorum; tam direniş, örgüt üyeleri ve aday üyeleri için örgütsel bir yükümlülüktür. Üzerinde çalışılmakta olan tüzük taslağımızda da temel bir parti üyeliği yükümlülüğü olarak yer almaktadır.

Bunun ötesinde, saflarımızda mücadele eden militanlara bu tutumu genel olarak maletmek, sağlam devrimciler, dirençli komünist kadrolar yetiştirmek konusunda büyük bir sorumluluğumuz olduğunu da bu vesileyle belirtmek istiyorum.

Zindanda tam direniş çizgisi:
Devrimci kimliği  ve onuru yükseklerde
tutma sorumluluğu

Zindanlarda devrimci tutuma geçiyorum. Bu ülkede bir zindan direnişi geleneği de vardır. Genel devrimci ölçütler nedir, zindanda direnmek nedir, teslimiyet nedir, uzlaşma nedir, bunlar yaşam tarafından fazlasıyla açıklığa kavuşturulmuş sorunlardır. Yıllardır zindanlarda yoldaşlarımız var; yoldaşlarımızın da uyguladığı bir çizgidir bu aynı zamanda.

Zindanlardaki yoldaşlarımız parti kongresinden zindanlarda izlenecek politika konusuna bir açıklık getirilmesini talep etmişlerdi. Zaten bir zindan pratiği ve bu zindan pratiği konusunda izlenen bir politik tutum olduğu için, doğrusu hangi noktalarda açıklık getirilmesini istedikleri çok fazla anlaşılamamıştı. Neye açıklık istedikleri bir üye yoldaşımızdan talep edildi. Bu kongreye yazılı olarak iletildi, ama malesef henüz ulaşamadı. Sanıyorum kongre dağılmadan bu yazı bize ulaşacaktır. Açıklık istenen neyse, metin geldiği zaman tartışabiliriz. Bu nedenle sorunun bu yanına girmiyorum.

Devletin genelde zindanlarda nasıl bir politika izlediği biliniyor. Bu politikaya karşı devrimcilerin geliştirdiği politika da iyi-kötü belli. Direnme çizgisi izleniyor. Bu direnme çizgisinde ne kadar esnek davranılıyor ya da ne kadar katı ve sekter eğilimler oluyor, bence bunu yargılamak pek biz dışardakilere düşmüyor. Bu süreç kendi doğallığında orada yaşanıyor, bir biçimde şekilleniyor. Bizim parti olarak zindanlara ilişkin olarak savunacağımız çizgi; devletin boyun eğdirme, teslim alma, onur kırma, kişiliksizleştirme, kimliksizleştirme saldırısını cepheden göğüsleme çizgisi olabilir. Zindanlarda direnme çizgimiz budur, bundan taviz veremeyiz, bu konuda esneklik kabul edemeyiz.

Bu çizgi nasıl uygulanır, hangi somut durumda neye karşı nasıl bir tavır alınır? Bu bence somut bir inisiyatif alanı, bir özgül durumlar sorunu. Yoldaşlarımız bugüne kadar zindanlarda tutum belirlemede önemli bir hata yapmadılar, duruma göre politika belirlemekte güçlük çekmediler. Örneğin, zindan direnişi sırasında izledikleri politika önemli ölçüde kendileri tarafından belirlendi. 45. günden sonra, daha sınırlı sayıda insanla ölüm orucuna geçilmesine karşı çıktılar, bu kendi değerlendirmeleriydi. Biz bunu doğru bulduk ve daha sonra gerekçelendirdik. Doğru bir tutumdu bu, dolayısıyla gerekçelendirilmesi zor bir tutum değildi. Bizim insanlarımızın gösterebileceği bir doğru yaklaşım örneğiydi. Çünkü öteki grupların izlediği tutum değişikliğinin gerisindeki zayıflığı biliyorlardı, devrimci akımların ileriye atılmış gibi görünen bir adımı aslında hangi geri noktalardan, hangi zayıf etkenlerden hareketle gündeme getirdiklerini biliyorlardı.

Zindanlarda bugüne kadar temsil edilmemiz noktasında bizi doğrudan bağlayan kadrolar üzerinden herhangi bir sorun yaşamadık. Bizi doğrudan bağlayan derken, üyemiz ya da aday üyemiz olan ve poliste direnme çizgisi izlemiş bulunan kadrolarımızı kastediyorum. Yoldaşlarımız bu konuda herhangi bir ciddi hata yapmadılar. Ama zindanda bizim saflarımıza geçen bir takım insanlar oluyor, bu yeni yoldaşlardan bazıları bu konuda zaman zaman kusurlar gösteriyor olabilirler. Onların tümünün durumlarını çok yakından denetleyemiyoruz. Zindan direnişleri-ölüm orucu sürecinde, bize zindanda katılmış bazı insanlar şahsında (Bayrampaşa’da olduğu gibi) direnme çizgisinde değil ama, ilişkilerde bize uygun düşmeyen bazı davranışlar ortaya çıktı.

Ama kendi örgüt kültürümüzden geçmiş, örgüt mensubu olarak yetişmiş yoldaşlarımız bu tür hatalar yapmadılar. Genel olarak toplamda olumlu bir grafik içerisindeyiz. Bizi zayıf düşüren herhangi bir durumla karşılaşmadık. Çözülmüş, zayıf düşmüş, kimliğini kaybetmiş belli unsurları kuşkusuz bu belirlemenin dışında tutuyorum. Bu gibi unsurların çeşitli hatalı ya da kusurlu tutumları olmuş olabilir, bu muhtemeldir, durumu somut olarak bilemediğim için bu noktayı açıkta bırakıyorum.

Zindan politikamıza ilişkin bir başka noktaya değineceğim. Zindan, bir devrimcinin kendi iradesi dışında mahkum edildiği özel bir yaşam ve mücadele alanıdır. Ama bunun nasıl bir devrimci imkana çevrilebildiği de gene kendi deneyimlerimizle sabittir. Zindanlar devrimci hareket için bir çürüme alanı da olabiliyor, bir devrimci okul da olabiliyor. Bir takım örgütlerin mensupları oralarda çürüyebiliyor, dışarıya mücadele azmini ve gücünü kaybetmiş olarak çıkabiliyorlar. Ama bazı örgütler de burada militan yetiştirip, dışarıya hazır kadrolar olarak da çıkarabiliyorlar. Bu ülkenin sol tarihinde insanların, tüm baskılara, hatta izlenen uzlaşmacı bazı tutumlara rağmen, zindanlarda belli bir eğitimden geçip çıkabildiklerini biliyoruz. Bu her açıdan sağlıklı bir eğitim değil, sağlıksız eğilimler ve bazı dengesiz davranışlar da üretebiliyor zindan, bunu saklı tutuyorum. Ama insanlar buradan bilenmiş örgüt kadroları ve militanlar olarak çıkabildikleri gibi, şair, yazar, sanatçı olarak da çıkabiliyorlar. Hiç değilse değerlerinden tamamen kopmuyorlar.

Zindana düşen her militanı, düştüğü andan itibaren dışarıdaki mücadeleye hazırlamak gibi temel bir sorumluluğumuz var. Bu gereğince yerine getirilemeyen bir sorumluluk olduğu için özellikle vurguluyorum. Bugüne kadar bunu pratikte çok büyük ölçüde zindandaki insanların kendi inisiyatifleriyle ortaya koydukları çabalara bıraktık. Oysa böyle olmaması gerekiyor.

Saflarımıza, çevremize aldığımız genç insanlar olabiliyor, tecrübesiz işçiler olabiliyor, yakın dönemde örnekleri olduğu için de söylüyorum. Bunlar örgüt üyesi, aday üyesi olmuyorlar ve içlerinden bir kısmı poliste zayıf davranabiliyor. Dolayısıyla ilk sınavlarını başarısız veriyorlar. Genç ve deneyimsiz insanlar oldukları ölçüde, zayıflıklarını elbette hoşgörüyle karşılamıyoruz, ama yine de onları bir parça anlayabiliyoruz. En azından kendi koşulları içerisinde zayıflıklarına çok fazla da şaşırmıyoruz, bunda kendi payımız ve sorumluluğumuz olduğunu da gözden kaçırmıyoruz.

Direnmeleri arzuladığımız, temenni ettiğimiz bir şey kuşkusuz. Ama bunun olmadığı, bu insanlardan bir kısmının zayıf davrandığı bir durumda, onları kendi zayıflıkları temelinde eğitmek, kendilerine olan güven ve saygılarını tümden yitirmelerini engellemek, onları geleceğin mücadelelerine yenilenmiş kadrolar olarak yetiştirip hazırlamak gibi bir sorumluluğumuz olduğunu hiçbir biçimde unutmamalıyız. Bu insanlar, zayıf sınavlarına rağmen, pekala buralarda yetiştirilerek, mücadelenin hizmetinde militanlar olarak dışarıya çıkartılabilir. Bu hiçbir biçimde ihmal edilmemesi gereken bir sorumluluktur.

Mesela bir örnek biliyorum. Bugün açık çalışma içinde yeralan ve bir bölgede bir alanı tutan bir yoldaş, daha önce poliste kötü bir tavır almıştı. Genç bir döneminde, zayıf bir anında yakalandı. Semt gençliğinden son derece genç bir insandı, kötü bir tutum aldı. Ama bugün artık yoldaşımız olan bu kişi içeride, biraz da düştüğü ortamın etkisiyle, kendisini toparlamayı başardı. Çıktıktan sonra tereddütsüz olarak faaliyet içinde yeraldı. Çok değişik defalar siyasal polisin şiddetine maruz kaldığı halde bunu göğüsledi. Bugün çalışmada ve mücadelede belli bir kararlılık ortaya koyabiliyor. Direnç kazanmış bir kadro olduğunu, zayıflığını giderebildiğini bize pratikte gösterdi.

Bu konuda bir politikamız yok demeyeceğim, ama uygulamada belirgin bir zayıflığımız var. Bu tür insanların durumuyla, içerdeki yaşamlarıyla gereğince ilgilenmiyoruz. Bazılarını adeta kendi haline bırakıyoruz. Bu tutumu terketmeli, devrimci kişiliğini yenileme ve geliştirme niyeti ve pratik çabası olan bu türden genç ve deneyimsiz insanlarla yakından ilgilenmeliyiz.

Elbette onlara gösterdikleri zayıflığı, poliste yaşadıkları utancı hiçbir biçimde unutturmamalıyız. Tersine, onların durumuyla, sorunlarıyla yakından ilgilenebilmemizin, onları yeniden kazanmak için gerekli çabayı harcamamızın temel bir önkoşulu, onların poliste yaşadıklarını olduğu gibi, tüm açıklığı ile partinin önüne koymaları ve ardından bunu neden yaşadıklarına ilişkin bir yazılı özeleştiri çabası ile birleştirmeleridir.

Bu iki nokta çok önemlidir. Bize durumunu ve yaşadıklarını tüm açıklığı ve ayrıntıları ile sunmayan ve bunu kendini yenileme, yeniden bir kalıba koyma niyetini ortaya koyan bir özeleştiri ile birleştirmeyen kişilere, prensip olarak sahip çıkmamalıyız. Böylelerini güvenilmez ve samimiyetsiz saymalı, zindanda onların siyasal sorumluluğunu almayı reddetmeliyiz. Böyleleri eski üye veya aday üye iseler, bunu iki kere böyle yapmalıyız. Samimi, ayrıntılı ve bir başlangıç adımı olarak güven veren bir özeleştiri vermeyen, bunu yazılı olarak partiye sunmayan çözülmüş üye ve aday üyelerin siyasal sorumluluğunu üstlenmeyi kesin bir biçimde reddetmeliyiz.

Böylelerinden yazılı açıklama ve özeleştiri almakla da kalmamalı, süreç içerisinde durumlarını adım adım izlemeliyiz. Pratikte devrimci yenilenme niyetlerine, partiye bu konuda verdikleri söze sadık kalıp kalmadıklarını somut olarak görmeliyiz. Bu konuda samimiyetsizliğe, sinsiliğe, düzenbazlığa hiçbir biçimde prim vermemeli, böylelerinin sorumluluğunu üstlenmeyi reddetmeli, gerekirse komünlerimizden de atmalıyız. Sınıf devrimciliği onurunu, partili olmanın gereklerini, parti üyeliği onur ve şerefini bu kadar kolay çiğnetenlerin, bunun sonuçlarına da katlanmaları gerekir.

Partinin zindandaki yoldaşlarına
karşı sorumlulukları

 Öte yandan partinin politik sorumluluğu kapsamındaki bir soruna değineceğim. İnsanlar yakalanıyorlar, poliste direniyorlar, bunlar bizim üyelerimiz, aday üyelerimiz... Onlar direnerek partiye karşı yükümlülüklerini yerine getiriyorlar. Partiye karşı yükümlülüklerini yerine getiren insanlara karşı parti de kendi yükümlülüklerini yerine getirmek zorundadır. Partili insanlar hiçbir biçimde zindanda sahipsiz bırakılmamalıdır. Bu konuda yer yer zaaflı bir pratiğimiz var, maalesef. Bir takım üyelerimiz örgütün çok özel ilgisine konu olmayabildiler. Hiç değilse pratik sonuç bu olabildi. Ya da ancak hareketin bazı ileri kadrolarının çok özel basıncıyla bu ilişkiler bir parça kurulabildi.

Parti kongresi, net bir biçimde, “parti içeri düşen üye ya da aday üyeleriyle anında örgütsel ilişki kurar ve onların zindandaki yaşamını başından itibaren bilinçli bir tarzda yönlendirir” demeli, bu konudaki tutumunu kesin ve net bir biçimde formüle etmelidir. Bu belki bir tüzük hükmü olmaz, ama partinin böyle bir anlayışının net bir biçimde formüle edilmesi gerekiyor.

Aylarca ilişkisiz kalmış parti üyelerimiz olabiliyor. Kendileriyle yazışılmayan, kendilerine örgütteki gelişmeler hakkında bilgi verilmeyen, ihtiyaçları sorulmayan, belki özel bazı hassasiyetler olmasa aileleriyle, yakınlarıyla, çocuklarıyla ilgilenilmeyebilen yoldaşlarımız olabiliyor. Bu bizim anlayışımız değil, olamaz, ama somutta bizim pratiğimiz olabildi.

Buna kesin bir biçimde son vermeliyiz. İçeri düşen üye ya da aday üyelerimize, yanısıra partinin değerlerine sadık kalan tüm öteki militanlarımıza anında sahip çıkmak, içeriden ve dışarıdan sahip çıkmak, kendileriyle politik-örgütsel ilişki ve diyalog kurmak, dışarıda ihtiyaçları, yakınları ve benzeri sorunlar varsa bunlarla, yanısıra hukuki durumlarıyla ilgilenmek, bu alanda bir boşluk bırakmamak, bizim için vazgeçemeyeceğimiz, hiçbir biçimde ihmal edemeyeceğimiz bir sorumluluk alanıdır. Sanıyorum yeterince açık, daha fazla açmaya gerek duymuyorum.

Mahkemede devrimci tutum:
Devrimci konum ve kimliği savunmak
asgari bir davranış noktası olmalıdır

Bunların dışında mahkeme tutumu sorunu var. Mahkemede tutuma ilişkin olarak halihazırda belli deneyimlerimiz var. Devrimciler, siyasi polisin deyimiyle, “caminin önünden geçerken yakalanmış” olmuyorlar. Siyasi faaliyet içinde, örgütsel bağları içinde yakalanıyorlar. Bir örgüt davasının, bir örgüt operasyonun parçası olarak yakalanıyorlar. Bu durumda, devrimci kimliği net bir biçimde sahiplenmek, asgari bir tutumdur. Bunu gizlemenin hiçbir mantığı olabileceğini zannetmiyorum, bu başını kuma gömmek olur.

İstisnai örnekler dışında mahkemede bir devrimcinin apolitik bir tavır takınmasını hiçbir biçimde kabul edemeyiz. Gerçekten bilinmeyen bir devrimciyse, çok özel bir nedenle düşmüşse, diyelim ki öyle davranması bir şeyleri gizlemesine imkan veriyorsa, buna bir şey denilemez, ki bu istisnai bir durumdur. Ama siyasi çalışma içinde ya da örgütsel bir operasyon içinde yakalanmış bir insanın mahkemede apolitik bir tutum sergilemesini kabul edemeyiz. İnsanlar asgari düzeyde devrimci bir konumu ve tutumu savunmak zorundadırlar. Devrimci olduklarını, bu düzene karşı olduklarını, emekçi halktan yana olduklarını mutlaka belirtmek, bunu ortaya koymak ve savunmak zorundadırlar.

Bunun ilerisindeki tutum, tümüyle kişinin kendi durumuna, bir devrimci ve komünist olarak kendi tercihine, artı partinin tercihine bağlıdır. Tanıdığınız bir yoldaşın (Habip Gül -Red.) tutumu buna bir örnektir. Bu yoldaş, yakalanma tarzı, delilleri, bir takım başka etkenlerden dolayı, örgütsel kimliğini belki çok doğrudan değil ama bir EKİM militanı olduğunu cepheden kabul eden ve EKİM çizgisini savunan net bir politik tutum aldı yargılamada. Tutum olarak EKİM’i, onun ideolojik-politik çizgisini savunan bir siyasal savunma yaptı ve bu çizgisini sonuna kadar sürdürdü. Bu savunmasından dolayı da tekrar tekrar yargılandı, tekrar tekrar siyasi savunma yaptı. Yine yakın zamanda bir başka yoldaşımız, daha dolaylı bir biçimde, ama neticede EKİM’den alıntılar yaparak, bir siyasi savunma yaptı.

Bunun dışında, 3. Genel Konferans’ın hemen ardından İstanbul’da gerçekleşen bir örgüt operasyonu oldu. Bu operasyonda alınan yoldaşlarımızın büyük çoğunluğu direnmişti. Bu yoldaşlar, durumlarından dolayı, cepheden EKİM’i savunmadılar, ama mahkemede net bir siyasi savunma yaptılar, bunlar politik yayın organında yayınlandı. Düzeni yargıladılar, komünist olduklarını söylediler, siyasi savunma yaptılar. Bunlar mahkemede nasıl davranılabileceğini gösteren çeşitli somut deneyimler.

Ama öyle özel durumlar, öyle hukuksal durumlar olabilir ki, ilgili kadro kendi inisiyatifiyle ya da partinin isteğiyle, ama hiçbir bireysel kaygıya düşmeksizin, tümüyle devrimci kaygılarla değişik bir tutum alabilir. Ya da bizzat parti belli kaygılarla savunmaya belli sınırlar getirebilir, daraltabilir. Normaldir, dünya komünist hareketinin tarihinde de bu böyledir. Rus devrimcilerinde de bunu görüyoruz. Ekim’in daha ilk sayılarında Lenin’den bu konuya açıklık getiren bir belge yayınlamıştık. Lenin savunmanın üç kademesi olabileceğini söylüyor. Ama hiçbir üye tutuklunun sosyalist kimliğini inkar edemeyeceğini de net bir biçimde belirtiyor. Bu alınması gereken tutumun asgari sınırıdır, diyor. Siyasal savunmaya ilişkin söylenebilecekler kısaca bunlar.

Bu konuda en tehlikeli olanı, bu hatayı 12 Eylül’de birçok devrimci yaptığı için söylüyorum, yargılama süreci konusunda hayallere kapılmaktır. Bu çoğu kere siyasi savunma imkanının harcanmasına yol açabiliyor. Bunu kesinlikle yapmamak, bu aptalca hataya düşmemek gerekiyor. Hiç değilse asgari devrimci bir çizgide siyasi savunma yapmak, bu konuda herhangi bir bireysel kaygı duymamak gerekiyor. Ceza almamak, dışarıya rahat çıkmak adı altında boş hayallerle siyasi fırsatları harcamak gibi bir tutuma hiçbir parti üyemiz ya da militanımız girmemelidir.

Ama kendi hukuksal durumumuzu gereksiz yere sıkıntıya sokacak yollara da başvurmamalıyız. Bu ülkede siyasi savunmanın yaratacağı etki oldukça sınırlı. Bir kontr-gerilla rejiminde yaşıyoruz. İletişim, propaganda tümüyle devletin tekelinde. Mahkemeler gerçekten halk kitlelerine açık olsa, bunlar basına yansıyabilse, tutumlar, tavırlar, siyasi savunma çok özel bir yöntem olarak özellikle tercih edilebilinir. Ama bugün böyle değil. Bu savunmaların ancak belgeleri alınabiliyor ve devrimci basında yayınlanıyor. Bu ise devrimci örgüt sempatizanı kitleleri içerisinde yankı bulabiliyor, ki bunun bile büyük bir önemi ve anlamı var. Az önce sözünü ettiğim yoldaşın yaptığı siyasal savunmanın bizim saflarımıza bir soluk getirdiğine inanıyorum.

Hazal: Mahkemede partinin çizgisini savunacağız. Parti üyesi olduğumuzu ifade etme ve savunma tutumunu tercih edebileceğimiz (hukuki boyutuyla da ilgili kuşkusuz) durumlar olabilir mi? Mesela, “parti üyesiyim” gibi...

Cihan: Olabilir, bu tümüyle somut bir durum. Bugün benim durumumdaki bir parti üyesi yakalandığı zaman, doğal olarak alacağı tutum bu olacaktır. Bu doğrudan parti adına konuşmanın, burjuva mahkemesinde doğrudan parti sözcüsü olarak ve parti adına düzeni yargılamanın ve partimizin çizgisini, programını, taktiğini ortaya koymanın gerektireceği bir ihtiyaçtır. Fakat sıradan parti üyelerinin, ya da düşman nezdinde fazla deşifre olmamış parti yöneticilerinin bunu yapması gerekli değildir. Eğer ilgili parti yöneticileri önden deşifre olmamışlarsa bile, çok aleyhte koşullarda yakalanmışlarsa, yapmaları gereken şey doğrudan parti adına konuşmak, cepheden partiyi, onun çizgisini ve eylemini savunmaktır.

Bunun ötesindeki yoldaşlarımızın alacağı tutum, başka şeyler yanında, tümüyle yakalanma durumuna, delil durumuna bağlıdır. Bu bir esneklik alanı ve bunun bir alt sınırı var. Durumu tümüyle somut bir değerlendirme konusu yapmak gerekiyor. Bireyci, hesapçı, o küçük-burjuva kaygılara bir alan bırakmamak kaydıyla, bu tümüyle pratik değerlendirme konusu olmalıdır. Kadroyla partisi arasında iyi bir diyalog varsa, kadronun kendi düşüncesi alınır ve parti bu konuda tercih yapabilir. Parti adına bir siyasal savunmanın tercih edildiği bir durumda ise, savunma metninin partiyle diyalog halinde ve onun onayına sunularak hazırlanması amaca uygun olacaktır. Zira bu savunmanın metni kamuoyuna ve kitlelere parti adına sunulacaktır. İçeriği partiyi bağlayan bir içerik kabul edilecektir.

Bir de siyasi poliste gerçekten çok kötü duruma düşmüş kadrolar olabilir. Bunlar da mahkemede siyasi savunma yapmak isteyebilirler. Onların böyle bir savunma yapıp yapamayacaklarına parti karar verir. Örgüt bazı kimseleri kendi adına söz söylemekten men edebilir. Bu tür kimseler parti sözcüsü kabul edilmeksizin, savunmaları partiyi bağlar sayılmaksızın, parti programını, çizgisini ve pratiğini savunan savunmalar yapabilirler. Bu tümüyle partinin yapacağı tercih ve vereceği onaya bağlıdır. İşin bir de böyle bir yanı var.

Bu dönem bir DGM boykotu var. Doğru bir boykot, koşullara fazlasıyla uygun olan bir boykot. Süresiz olması gerektiğini düşünüyorum, sonuç ne olur bilemiyorum. Aslında biz ‘94 yılında gündeme gelen boykotun da süresiz olması gerektiğini, DGM’lerin gayri meşru ilan edilmesi ve tanınmaması gerektiğini savunduk. Binlerce siyasi tutuklu bunu yaparsa eğer, DGM mekanizması felç olur ve işlevsiz kalır diye savunduk. Bu görüşlerimizi o dönem MYO ve PYO’da ortaya koyduk. Ama öteki siyasi akımlar bu yolu seçmediler. Bu kadar çok siyasi tutuklusu olan bir ülkede siyasi tutuklular kararlı bir tutum gösterebilirlerse, boykotun etkili olacağını düşünüyorum. Ama kitlesi olan akımlar buna yanaşmıyorlar, çünkü bu kitle zayıf bir kitle oluyor. Mahkemeye çıkarsan dışarı çıkarsın telkinleriyle, bu konuda aile ve çevre baskısıyla sık sık yüzyüze kalan bir kitle bu.

Arif: Bir devrimcinin düşman karşısında ortaya koyacağı tutumun özel bir eğitimin konusu olması gerekiyor. Sorunu bugüne kadar bu cephede biraz ihmal ettiğimizi düşünüyorum. Polise karşı tutum ne olmalıdır meselesi çok değişik vesilelerle yayın organlarımızda işlenebilmeli. İçeri düşen yoldaşların bir takım yazıları dışında tutulursa, bunu ciddi bir eğitim konusuna çeviremediğimiz bir gerçek. Bundan sonraki süreçte bu konuya özel bir önem vermemiz gerekiyor.

Bir kontra cumhuriyetinde yaşıyoruz. Bir devrimci yakalandığında 12 yıl gibi bir cezayla karşı karşıya kalabiliyor ve bu ona karşı özel bir biçimde kullanılabiliyor. Bir devrimcinin çok yönlü ve hiçbir belirsizliğe imkan vermeyecek şekilde, sistematik bir biçimde eğitilmesi gerekiyor.

Tutsak yakınları ve zindanlarla
örgütlü ilişkiler

Nadir: Söylenenlere birkaç nokta eklemek istiyorum. Birincisi, tutsak yakınları ve aileleriyle ilişkileri düzenleme, geliştirme ve onları kalıcılaştırma sorunudur. Gerek tutsak yakınlarıyla dayanışma çerçevesinde, gerekse başka bir takım siyasal etkinliklere seferber etmek alanında çok başarılı olduğumuz söylenemez. Buna çok özel bir tarzda dikkat etmemiz gerekiyor. Tutsak yakınlarının son derece duyarlı oldukları, birleşmeye, bütünleşmeye, siyasal etkinliğimiz içerisinde davranmaya fazlasıyla müsait oldukları bir gerçektir. Bunu toplam deneyim üzerinden söylüyorum. Bizde yeterince dikkat edilmeyen bir hususudur bu. Ailelerle çok sınırlı bir ilişki kuruluyor.

İkincisi, zindanlarda iç yaşamı düzenleme sorunudur. Üyelerimizin, aday üyelerimizin zindanlara düştükleri andan itibaren devrimci görevlerinin bitmediği açık. Devrimci sorumlulukları orada bir başka biçimde devam ediyor. Tutsak düşen yoldaşlarımıza tanımlı sorumluluklar vermeliyiz. Bu arada yayın organları vb. çerçevesinde katkılarını da sistematik bir biçimde örgütlemeliyiz.

Zindanlardaki yoldaşlar siyasal mücadelenin süreçlerini, toplumsal yaşamın sorunlarını, daha özel bir biçimde parti yaşamını ve sorunlarını özel bir dikkatle izlemelidirler. Hapishanedeki insanlar zaten doğal olarak bunu izleme eğilimine sahiptirler. Burada örgütün de ona karşılık vermesi üzerinden zindandaki yoldaş kendini örgütün ve mücadelenin organik bir parçası haline getirebilmelidir.

Önemli bir diğer sorun, zindandaki yaşamı kimliğimize, kişiliğimize, kültürümüze, devrimci sınıfın devrimci bireyine yaraşır bir tarzda düzenleyebilmektir. Zindanlar bu açıdan çok önemli. İnsanlar bunu sorumluca değerlendiremeyebiliyorlar ve bu sonuçta bir çürüme zeminine dönüşebiliyor. Bir tembellik alanına, bir atalet alanına dönüşebiliyor. Bu giderek ilgisizliği besliyor, giderek yabancılaştırıyor. Zindandaki yoldaşların çeşitli vesilelerle yazdığı gibi, artık kafası devrimci mücadelede değil de “ne zaman çıkacağım?”da olan bir insan olmaya kadar varabiliyor iş.

Yaşamı devrimci tarzda düzenleme, işçi sınıfının bir devrimcisi olarak yaşama konusunda bugüne kadarki pratiğimiz fazlasıyla yüz ağartıcıdır bizim payımıza. Yer yer saflarımızda poliste zayıf düşerek oraya gitmiş ya da başka kesimlerden zayıflık göstererek bize gelmiş olanlar oldu. Bunları saklı tutmak gerekir. Ama bizim tanımlı ilişkilerimiz, yoldaşlarımız çerçevesinde bakıldığında, bugüne kadar yaşam pratiği alanında da yüzağartıcı bir geleneğimiz var. Bu sorun sanıldığından da önemlidir. Çünkü oradaki yaşamı düzenlenme, orada devrimci kişiliği geliştirme ve yetkinleştirme çok özel bir önem taşıyor. “Zindanlar komünistler için birer okul olmalıdır!” sözünün gerçek bir pratik karşılığı vardır. Bu basit bir söz kalıbı değildir. Her üyemiz, her aday üyemiz ve partimizin her taraftarı, zindanları gerçek bir okula dönüştürmeyi başarabilmek durumundadır.

Zindanlar arası ilişkiler ve ortak
politika saptama sorunu

Cihan: Cezaevinde politika saptama yetkimizin sınırları nedir? diye soruyorlar zindandaki yoldaşlar. Sorun şu ya da bu cezaevi üzerinden kendi iç sınırları içinde ele alındığında, sorun sözkonusu cezaevinin kendi içinde kendi çözümünü de buluyor çoğu kere. Ama zindanların genelini ilgilendiren politikaların saptanmasında, bugünkü sınırlılık çerçevesinde, en azından üyelerimizin kuracakları ortak bir diyalog ve koordinasyonla bu bir sonuca bağlanabilmeli. İlk elden bunları söyleyebiliyorum.

Yarın biraz kalabalıklaşırız, tutar merkezi bir cezaevi konseyi kurarız. Ama bugün üyelerimiz sıradan üyeler değil ve sayıları da sınırlı, onlar arasında başarılı bir koordinasyonla halledilebilir bir sorun bu. Halihazırda böyle halledilmiyor. Kendiliğinden oluşan belli bir ağırlık merkezi var, başlangıç açısından bunun belli bir mantığı da vardı. Ama buraya yeni yetkin üyeler girdikleri zaman onların da bir takım sorumluluklar üstlenmeleri gerekiyor. Herkesin konumu aynı olamayabiliyor burada. Nihayetinde bu, zindandaki gelişmelere, tartışmalara hakim olabilmekle ilgili bir sorun. Ama, karşılıklı bilgilendirme, fikir alışverişi ya da koordinasyonla sonuçta karar bir yerlere bırakılsa bile, böyle bir koordinasyonu onlara önermeliyiz.

Bunun yine de belli bir sakıncası var. Çok dar olduğu için bugünkü durum, çok fazla iç deşifrasyon yaratmadığı için, halihazırda problem yapmıyoruz. Ama içeri düşen her devrimcinin konumunun da bilinmesi gerekmiyor. Bugün çok önemli görülmüyor, ama yarın bu önemli hale gelebilir. İnsanlar içeride kendi örgütsel durumlarıyla ilgili bir açıklama yapmak zorunda değildir, burada da iç illegalitenin kuralları, bu kuralların gerekleri geçerli.

Zindanlardaki geçişlerin sorunları
ve gerekleri

Zindanlara değinmişken şunu da söylemek istiyorum. Bize zindanlarda çeşitli siyasal akımlardan insanlar geliyorlar. Bu insanların hareket noktasının belli bir samimiyeti ifade ettiğinden kuşku duymamak gerekiyor. Yakalandıklarında mensubu oldukları örgütleri içeride sorguluyorlar. Cezaevi ortamı düşünmeye, yaşananları sorgulamaya müsait bir ortam. Bu sorgulama sonucunda belli tercihlere gidiyorlar. Belli hayal kırıklıkları yaşamış devrimciler oldukları, geleneksel akımların iyi-kötü birbirine benzediklerini bildikleri için, çoğu kere bize yönelik bir tercih gündeme gelebiliyor. Bu tür geçişler öteki örgütler arasında ne ölçüde oluyor bilemiyorum, ama bize geçen pek çok insan oldu. Bu insanların durumunu gözlemek ve denetlemek durumundayız. Kimdir bunlar? Neden kopmuşlardır? Neden bize gelmişlerdir? Üyelik ya da aday üyelik sürecinden bağımsız olarak, bu insanlardan ayrıntılı bir siyasal ve örgütsel özgeçmiş almak ve değerlendirmek zorundayız. Halihazırda böyle bir uygulamamız yok. İnsanlar bunu kendiliklerinden yapıyorlar.

Mesela cezaevleri iç yazışmalarından farkediyorum. Bize ...’dan geçmiş bir yoldaş, diyor ki; “bunun böyle olmaması lazım, biz geldik, aradan birbuçuk sene geçti, kimse niye geldin, gelmeden önce ne yapıyordun, şimdi ne vaadediyorsun diye sormuyor, bunun sorulmaması çok anormal” diyor. Düzenli rapor istenmemesini, içerdeki durumun sürekli olarak izlenip denetlenmemesini doğal olarak yadırgıyor. Bu açıdan tam bir denetim kurmak gerekiyor. Yeni MK bu konuyu gündemine almalı, bu alan üzerinde iyi bir denetim kurabilmelidir. Bunun önemli bir nedeni şudur; bu insanlar bize geçtikten sonra bulundukları cezaevinde bir süre sonra bizi temsil eder duruma geliyorlar, ya da bizden bunu talep ediyorlar. Bir kere bu talebi sonuca bağlayabilmek için bile onları yakınen tanımak zorundayız. Partimiz adına açıklama yapabilecek, partimiz adına imza koyabilecek bir siyasal kimliğe ve kişiliğe sahip olup olmadıkları konusunda net bir fikrimiz olabilmelidir. Zindanda saflarımıza katıldıktan sonra bazı genç insanlar bize özgeçmişleri ile geçmiş süreçlerini değerlendiren uzun yazılar verdiler. Kendi zayıf polis pratiklerini, kendi örgütlerinde ve süreçlerde yaşadıkları çeşitli zaafları ortaya koydular. Bunun böyle olması gerekiyor, bizim katılan her insandan bunu özel bir biçimde talep etmemiz ve gelen bilgileri ciddiyetle ve dikkatle değerlendirmemiz gerekiyor.

Cezaevi hareketlerin kimliği konusunda, ortalama kadro tipi konusunda da iyi bir fikir veriyor. Ortalamanın üstünde olduğumuzu rahatlıkla söyleyebiliyorum. Gerek poliste direniş bakımından, gerekse zindanda direniş ve zindan yaşamı bakımından. Çeşitli sorunlarımız, zayıflıklarımız muhakkak ki vardır. Ama ortalamanın üstünde olduğumuz da bir gerçek. Bunun gerisinde, aynı zamanda örgütlerin yaşadığı gerileme, örgütlerdeki niteliksel düşüş var. Örneğin geleneksel örgütlerden biri bu sorunu bizzat merkez yayın organında ele aldı. Örgütlerinin geçmiş direniş geleneğinde büyük bir gerileme olduğunu, çözülmelerin yaygınlaşan bir eğilim haline geldiğini yazmak zorunda kaldılar. Bizim böyle bir durumumuz yok. Saflarımızda elbette çözülen insanlar çıkıyor, bunların bir kısmı üye ya da aday üye olabiliyor. Ama genele bakıldığında, örgütümüzü temsil eder konumda bulunan kadrolarımız çoğunlukla direniş geleneğini temsil ediyorlar.

Kuşkusuz bu geliştirilmesi gereken bir özellik. Bu alanda ciddi boşluklarımızın olduğunu, bunun henüz sistematik bir eğitimin konusu haline getirilemediğini, alınması gereken tutumun kadrolara iyi anlatılmadığını, deyim uygunsa halihazırda izlenen tutumun biraz zımnen yerleşmiş olduğunu gözden kaçırmamalıyız. Bunu çok bilinçli bir eğitimin konusu haline getirmeliyiz. Tam direniş, salt örgütsel bilgilerin polise verilmemesi, hiçbir belgeye imza konulmaması ile sınırlı değildir. Siyasal polise karşı cepheden bir tutum alabilmek, ezme ve aşağılama tutumlarına karşı aktif bir karşı tavır geliştirmek de gerekiyor. Örneğin, şu veya bu nedenle polisle diyalog ya da tartışmaya girişmek hiçbir biçimde bizim tutumumuz olamaz. İşkencede aldığımız boyun eğmeme tutumunu “papazlık” gösterileri karşısında da almayı başarabilmeliyiz. Buna aykırı davranışları zaafiyet göstergesi ve kuşku nedeni saymalıyız.

Özgürlük eylemleri ve partinin
sorumlulukları

Hazal: Özgürlük eylemine ilişkin bir açıklığımızın olması gerektiğini düşünüyorum. Bu konuda belli bir pratik de var. Öbür taraftan, bir firarda, sanırım bir TDKP’li tutsak, 7-8 ayı olduğu için tünelden geri dönüyor, eyleme katılmıyor. Bu konuda bizim kendi saflarımızda da bir açıklık yaratmamız gerekiyor. Bir ayımız bile kalmış olsa, bence eğer böyle bir fırsat varsa değerlendirmeliyiz. Zaten zindana düştüğümüz günden itibaren özgürlük eylemini gerçekleştirmenin yol, yöntem, imkanları nedir, bu gözle bakmak durumundayız.

Cihan: Biz nihayetinde 4-5 ay ceza alan bazı insanlara gidin yatın da diyebiliyoruz. Zira sözkonusu kişilerin legalitelerini kaybetmemeleri gerekiyor. Bu tümüyle somut bir değerlendirmenin konusudur. Özgürlük eyleminin koşullarına, imkanlarına, risklerine bağlı olarak değerlendirilmesi gerekir. Çok kesin kurallar koymayalım. İnsanların kendi iradelerine bırakalım, somut durumları en iyi onlar değerlendirebilirler.

Elbette kaçmak insanlarımızın görevi, örgüt elemanlarını kaçırmak partimizin görevi, bu konuda bir belirsizlik ve tereddüt olamaz. Aslında bu ikincisine özellikle parmak basmak gerekiyor. Bu ülkede örgütlerin kadrolarını kaçırabildiklerini biliyoruz, bu alanda küçümsenmemesi gereken olumlu bir gelenek zaten var. Örgütler ‘80 öncesinde de bunu başarabiliyor, örneğin mahkemeye giden polis minibüsünü çevirerek kadrosunu polisin elinden çekip alabiliyordu. İlgili kadronun durumuna bağlı olarak kaçırma sorununu değerlendirmek gerekir. Zira herkesi kaçırmamız zaten mümkün değil. Ama imkanlarımız elverdiği ölçüde, kritik kadrolarımızı kaçırmak partimizin ihmal edilemez bir görevi olabilmeli.

Zindanlarla yakın ve düzenli bir
ilişki partinin görevidir

Konuşmamda daha önce belirttiğim bir noktayı bir kez daha vurgulamak ihtiyacı duyuyorum. İçeri düşen yoldaşlarımıza karşı yeterince vefalı değiliz. Bu konudaki pratiğimizde ciddi boşluklar var. Yeni dönemde bu soruna önem vermeliyiz. Parti ile üye ilişkisinde yükümlülükler karşılıklı olmalıdır. Üye partiye karşı yükümlülüklerini yerine getirmeli, ama parti de üyesine karşı yükümlülüklerini yerine getirebilmelidir. Bu konuda ihmal kabul edilemez. Herhangi bir gerekçeye sığınma kabul edilemez. Biz bir şeylere sığındık bugüne kadar, yoldaşlarımızı ihmal ettik. Kongre sonrasında taze bir başlangıç yapmalıyız. İçerideki yoldaşlarımız bizim için ciddi bir ilgi ve duyarlılık alanı olabilmelidir. İçerdeki her yoldaş, her parti militanı, partinin yakın ilgisini, desteğini, denetim ve yönlendiriciliğini yakınen hissedebilmeli, bu konuda en küçük bir sahipsizlik ve yalnız bırakılma duygusuna kapılmamalıdır.

Bu konudaki boşluklar bence ne meşguliyetten geliyor, ne de imkansızlıktan. Esasta duyarsızlıktan geliyor. İçeri düşen yoldaşımızın devrimci tutumunu kendi onurumuz olarak sahipleniyoruz, ama öylece de bırakıyoruz. Üye olarak yakalanıp poliste tam direnen ve 9 ay içerde sahipsiz bırakılan birisi çıktıktan sonra mücadeleyi bıraktı. Bu trajik bir durumdur ve ben bu sonuca şaşırmıyorum. Genç bir insan olarak bir sürü karmaşayı yaşıyor. Poliste örgütü için direniyorlar, ama 9 ay boyunca kendisine sahip çıkılmıyor, içeriden çıktığında iyi bir göreve vermek için de hazır bekleniliyor. Neye göre böyle bekleniliyor? Sahipsiz bırakılan bir kadronun kendi manevi dengesini, mücadele kapasitesini koruyabileceğine niye bu kadar kesin inanç duyuluyor? Bu kadar inanç duyulabilecek bir kadroysa, niye sahipsiz bırakılıyor? Bizim bu sorulara doğru ve kendi içinde tutarlı yanıtlar vermemiz lazım.

Aykut: Poliste, zindanda, mahkemelerde tutum ve içeride devrimci iç yaşam konusu, kendi deneyimlerimizden de yararlanılarak, kongre sonrasında ciddi bir eğitimin konusu haline getirilebilmelidir. Önümüzdeki süreçte bu sorunları sistematik olarak yayınlarımıza yansıtmak gibi bir görevimiz olmalıdır. Özellikle zindanlardaki yoldaşlarımıza bu konuda özel bir sorumluluk düşüyor. Kongremiz bu görevin herkesten çok onlara düştüğünü özellikle vurgulamalı, onları bu konuda somut olarak görevlendirmelidir.

Kasım 1998


Üste