Logo
< Üzerinde durduğumuz zemini sarsmak!

Devrimci yenilenme ve dönüşüm sorunu


Devrimcilik iddiası temelde devrim davasını büyütme iddiasıdır. Bir devrimci zaafları, zayıflıkları ve yetersizlikleriyle sistematik bir biçimde uğraşmadan, kendini yenilemeyi başarmadan bu iddiaya yanıt veremez. Sınırlarını zorlamadan gelişme dinamizmi gösteremez. Olağan akışa ayak uydurmak, varolanla yetinmek, devrimci iddiayı adım adım köreltir. Sorunların üzerine gitme, çözüm üretme çabası zayıflar. Tam da bu nedenle sorunlarla başedemediği ölçüde, bunu moral ve motivasyondaki zayıflama, giderek de misyon duygusunun yitirilmesi izler.

Bir devrimci kendi gelişme sürecini kendiliğinden akışa bırakmamalı, zayıflıklarını ve yetersizliklerini aşma noktasında bilinçli bir iradi çaba içinde olabilmelidir. Kendisini geliştirip dönüştürdüğü ölçüde mücadelenin ihtiyaçlarına yanıt verebilecek, bunu başardığı ölçüde de daha hızlı bir gelişimin önü açılacaktır.

Bu sorun tek tek kadro ve militanların değil temelde partinin sorunudur denilebilir. Elbette partinin önünde her dönem kadrolaşma, kadroların devrimci dönüşümü gibi bir sorun alanı olacak ve parti bunun sorunlarıyla sistematik bir biçimde uğraşmak durumunda kalacaktır. Ancak bu bakış hiçbir biçimde kadrolara düşen sorumlulukları karartan bir rol oynamamalıdır. Zira devrimci bir partide kadrolar, elbette öncelikle de ileri kadrolar her zaman “tayin edici” bir rol oynayacaklardır. Partiyi parti yapan, kendi başına onun programı, çizgisi, politikaları, değerleri vb. değil, aynı zamanda bunların taşıyıcısı olan kadrolarıdır.

Tam da bundan dolayı, en üstten en alta, bir bütün olarak parti kadrolarının kendi devrimci yenilenme/dönüşüm sorununa yaklaşımı kritik bir önem taşımaktadır. Sorunun çözümünü partiden bekleme ya da nesnel koşulların arkasına sığınma tutumu ile parti ve devrim davasının ihtiyaçlarına yanıt vermek mümkün değildir. Bu alanda değişik boyutlarda kendini ortaya koyan zayıflıkları irdelemek, tanımlamak ve kararlı bir mücadelenin konusu haline getirmek durumundayız.

 

Kendisiyle hesaplaşamayan bir devrimci
bu düzenle hesaplaşma gücünü gösteremez!

Devrimcileşmenin kesintisiz bir süreç olduğu bilindiği halde, bunun gereklerini yerine getirme noktasında sergilenen zayıflık, yetersizlikten çok bir irade zayıflığı olarak kendisini gösterebilmektedir. Eleştiriler karşısında, “zaaflarımı biliyorum”, “zayıflıklarımın farkındayım”, “bir sınıra gelip dayandım, ötesine geçemiyorum“ vb. kabullenmeler, zayıflığı irdeleyip kararlılıkla üzerine gitmek yerine, aşılmasını kendiliğinden bir sürece bırakma eğiliminin ifadesi olabilmekte, böylece süreç uzayıp gitmektedir. Bu ise giderek devrimci iddiada zayıflama ve sıradanlaşmaya yol açmaktadır.

Süregiden zayıflık/zayıflıklar, doğallığında kendi dışındaki zayıflıklarla da uzlaşmayı getirmektedir. Dahası, açıkça dile getirilmese de, zayıflıklarının aşılmasını güçleştirenin temelde kendi dışındaki zayıflıklar olduğu, tüm bunların gerisinde de “nesnel koşullar” olduğu düşüncesiyle sorun küçümsenebilmektedir. “Dönem zor”, “devrimci atmosfer zayıf”, “geri bir insan malzemesiyle uğraşmak ve sonuç alamamak motivasyonu kırıyor” vb.’nin arkasına sığınılabilmektedir.

Ya da örneğin, bir devrimciyle bağdaşmayan bir tutum sergilediğinde, “aslında böyle davranmamam gerekiyordu ama çok gerildim”; “yanlış yaptım ama provoke edildim”; “ben de insanım, benim de dayanma sınırlarım var” vb. türden açıklamalara yabancı değilizdir. “Savunma mekanizması” harekete geçtiğinde, zayıflıklara sert bir biçimde vurmak, kararlılıkla üstüne gitmek yerine gerekçeler üretme, zayıflığın kendisini çözümlemek yerine açığa çıkaran etkenleri sıralama yolu tutulabilmektedir.

Bir devrimcinin kendi zayıflıkları karşısında aldığı tutum, onun devrimcilik iddiasının en önemli göstergelerinden biridir. Yılmaz Güney'in o son derece özlü ifadesiyle, kendisiyle hesaplaşamayan bir devrimci bu düzenle hesaplaşma gücünü de gösteremez. Sığınılan “nesnel koşullar” ya da “dış etkenler” giderek zayıf düşmeye, misyon duygusunu yitirmeye ve bir yerden sonra da tökezlemeye yol açar.

Kendisiyle hesaplaşmaya yönelen bir devrimci, elbette öncelikle zayıflıklara kaynaklık eden nesnel zemini, olguları ve etkenleri çözümlemek durumundadır. Yetişme tarzı, sosyal-kültürel şekillenme, eğilimler, alışkanlıklar, düzenle bağları koparmada yaşanan zorlanma, sınıf ve kitle hareketinin durumu, toplumsal atmosfer, vb. vb., devrimci gelişme/değişip dönüşme süreçlerine hep ket vuran etkenlerdir. Bir devrimci bunları bilince çıkarmak, kararlı bir mücadelenin konusu yapmak, bu mücadelede iradi yüklenme faktörü kendine düşen rolü en etkin bir biçimde oynamak durumundadır.

Elbette örgütlü bir devrimci sorunlarıyla/zayıflıklarıyla kendi başına uğraşmayacak, partisinden, organından, yoldaşlarından gereken yardımı alacaktır. Ancak bunun için zayıflıklara gerekçeler üretme yoluna başvurmamak, zayıflık ne ise dosdoğru tanımlamak, en önemlisi ise müdahaleye açık olmak gerekir.

 

Devrimcilik, değiştirip dönüştürme iradesidir!

Zayıflıkların aşılamamasına getirilen önemli gerekçelerden biri, alandaki çalışmanın kendini üretememesidir. Bunun önemli bir rol oynadığı tartışmasızdır. Fakat sorun bundan ibaret değildir. Önderlik doğru politikalar saptar, yol gösterir, bu zeminde verimli bir çalışma örgütlenirse, zayıflıkların aşılması bir süreç meselesidir yaklaşımı, bir kolaycılığın, ertelemeciliğin, dahası liberal bir hoşgörünün ifadesi olabilmektedir. Bunun ötesinde üzerine gidilmesi gereken bir sorun alanı olduğu gözden kaçırılmaktadır. Zira, önderlik planında yapılan çok yönlü müdahalelere karşın, faaliyetin ilerletilememesinde, kadro ve militanların kararlı bir mücadelenin konusu yapmadıkları kusurları, zaaf ve zayıflıkları önemli bir rol oynayabilmektedir.

Her sorunda olduğu gibi burada da sorunu yöntemsel bir bakışla ele almalıyız. Tekyanlılık taşıyan, sorunların çözümünü sıraya koyan mekanik yaklaşımdan uzak durmalıyız. Parti çalışmasındaki durağanlaşma/rutinleşme ile kadroların devrimci yenilenme planında yaşadığı zayıflıklar arasındaki bağı gözden kaçırmamalıyız.

Devrimcilik iddiası, koşullar ne olursa olsun, kesintisiz olarak kendini yenileme ve aşma çabasını gerektirir. “Yeterlilik” duygusu ya da gelişimin sınırlarını kabullenme son derece sakıncalıdır. Yerinde sayan bir devrimcilikle mücadelenin sürekli artan ihtiyaçlarına yanıt verilemeyeceği gibi, devrimci iddiadaki zayıflamanın önüne geçmek de mümkün olmaz.

Öte yandan, “şu konudaki zayıflığımın bilincindeyim ama aşamıyorum”, “bir kırılma yaşadım, özgüven sorunu yaşıyorum” vb. diyen bir devrimcide, zayıflığın ötesinde bir irade kırılması vardır. Devrimcilik iddiasında ise iradesizliğin yeri yoktur! Devrimcilik müdahale gücüdür, değiştirip dönüştürme iradesidir. Herşeyden önce kişi bunu kendi kimliğinde başarmak, sürekli bunun çabası içinde olmak durumundadır.

Bir devrimci kavrayış planında zayıf olabilir, yetenekleri sınırlı olabilir, gelişmesinin belli sınırları olabilir. Bunları aşmaya çalıştığı halde mesafe almakta zorlanabilir. Önemli olan yetersizliklerinin bilincinde olmak, müdahalelere açık olmak ve sorunun üzerine gitme iradesini sergileyebilmektir. Bu yapılabildiğinde, ağır bir gelişme seyri izlense de, devrimcileşme planında temelde bir sorun alanı yoktur. Birçok kez eleştirinin konusu olduğu halde, döne döne aynı biçimde tekrarlanan zaaf ve zayıflıklar ise, devrimcilik iddiasında ciddi bir aşınmanın göstergesidir.

 

Bütünsel devrimci kimliğin önemi!

Ne denli önemsiz görünürse görünsün, zaafları küçümsememeli, derinlerde kökleri olabileceğini hep gözönünde tutmalıyız. Dışavuran görünüme değil onun kaynağına bakmayı başarabilmeliyiz.

Örneğin “duygusal ilişkiler” üzerinden zayıflama yaşayıp, giderek düşüp giden örneklere daha yakından bakıldığında, gerçekte çok daha köklü bir zayıflığın dışavurumu olduğunu görmek hiç de zor değildir. Bunlardan kimisinin “küçük-burjuva”, kimisinin de “emekçi” kökenli olmasına rağmen aynı sonucun yaşanması, bütünsel devrimci kimlik alanındaki zayıflıkla ilgilidir. Tekyanlılık taşıyan bir devrimcileşme süreci ile soluk ancak bir yere kadar korunabilmekte, kimilerinde hiç beklenmedik bir anda ve beklenmedik bir biçimde zaafiyet dışa vurabilmektedir.

Devrimci kimlik bütünsel bir kimliktir. Bir devrimci kendisini her cephede donatıp güçlendirmeye çalışmalı, fakat özellikle de zayıf olduğu alana çok daha özel bir yüklenmeyi başarabilmelidir. “Dar pratikçilik” ile “kalem efendiliği”, gerçekte aynı gerçekliğin iki yüzüdür. Sorunlu, zayıf ve mutlaka müdahalenin konusu olması gereken tekyanlı bir devrimcileşme sürecini anlatmaktadır.

Yıllarca her işe koşuşturan, zor işleri omuzlamaktan kaçınmayan bir devrimci, kendisini ideolojik olarak besleyemediğinde, içten içe bir tükenişi yaşayabilmektedir. Zira devrimcilik sadece emek harcamak işi değil aynı zamanda bilinç işidir.

Kendisini ideolojik-politik olarak geliştirmeyen, marksist dünya görüşünü, onun devrimci yöntemini içselleştiremediği ölçüde partinin ve devrimci mücadelenin sorunlarına buradan bakmayı başaramayan, bu alandaki zayıflığını çok da dert etmeyen bir “dar pratikçi”, partinin “yüklerini” taşıyarak önemli bir yer doldursa da, boğuşup durduğu parti faaliyetinin sorunlarını teşhis etme ve çözüm üretme gücünü gösteremeyecektir. Bunu başaramadığı ölçüde zayıf düşecek, giderek özgüvenini yitirecektir. Bu açıdan güçlü olan bir devrimcinin başedebileceği sorunlar onu çökertecektir.

“Kalem efendiliği”ne gelince, yazarlığın ötesine geçmekte zorlanan, partinin kimi sorunları üzerine genel planda kalem oynatmayı başarsa bile, pratikte bunun karşılığını üretmek konusunda zayıflık sergileyen, bunun üzerine gitmediği ölçüde de tutarsızlık yaşayan bir devrimciliktir bu. Örneğin, devrimci müdahalenin sorunları vb. üzerine bir yazı yazmak gerekiyorsa, soyut planda söyleyecekleri vardır ama kendi pratiğinde bunun karşılığı çok azdır. Çarpık misyon anlayışı onu parti çalışmasının gerçek sorunlarına ve ihtiyaçlarına yabancılaştırır. Yazı yazmayı örgüte “politika üretmek” sanır.

“Dar pratikçi” hiç değilse hayatın içindedir, tüm yetersizliklerine rağmen sorunlara müdahale etmeye çalışmaktadır. “Yazarlığı” bir misyonun yerine getirilmesi olarak gören ise, pratikte en sıradan sorunlara müdahalede bile zayıf ya da kayıtsız kalır. Yoldaşlarının zayıflıklarına müdahale etmek yerine yargılama tutumu sergiler.

“Dar pratikçi”miz örgütsel-politik faaliyetin sorunlarıyla yüzyüze olduğu halde, bakış planında zayıf olduğu için, gerçek kapsamıyla göremez, dolayısıyla kağıda dökemez. “Yazar”ımız ise, genel planda bir bakışı olsa bile, örgütsel-politik çalışmanın gerçek sorunlarından kopuk olduğu ölçüde, doğru bir müdahale yeteneği gösteremez. Yazdıkları genelde soyut ve kitabi kalır.

Saflarımızda burada uçlaştırılarak tanımlanan boyutlarda bir zayıflık elbette yaşanmamaktadır. Ama değişik boyutlarda kendini gösterdiğinden kuşku duyulmamalıdır.

 

Yapısal kimlik sorunu

Mücadeleye yeni atılan bir devrimcinin, düzenle bağları koparma ve kimliksel dönüşüm planında belli bir zorlanma yaşanması, bunun ürünü zaaflar ve zayıflıklar sergilemesi kaçınılmazdır. Dikkatli ve doğru bir müdahaleyle üzerine gidildiğinde, süreç içinde bunlar geride kalacaktır.

“Yapısal kimlik” üzerinden ifade edilen sorun ise, beraberinde getirdiği yaşam tarzını, kültürü, değerleri, eğilimleri, alışkanlıkları, vb.’ni yaşatmakta ısrar etmesi, böylece sadece kendi devrimci gelişme süreçlerini değil, parti çalışmasını da zora sokmasıdır.

Burada sözkonusu olan ne kavrayış yetersizliği, ne birikim ve deneyim yoksunluğu, ne de yeteneklerin sınırlılığıdır. Temelde, küçük-burjuva eğilim ve alışkanlıkları terketmekteki isteksizlik, yapılan müdahalelere rağmen onlarla barışık bir biçimde yaşamayı sürdürmektir.

Zaafiyet sayısız görünüm üzerinden yansır. İlke ve kuralların çiğnenmesi, partiye karşı açık davranmama, planlanan işlerin ortada bırakılması, afiş yapma, gazete satma vb. işlerin küçümsenmesi ve angarya olarak görülmesi, zamanın boş işlerle tüketilmesi, bohem yaşam, disiplinsizlik, atalet, işleri idare etme tutumu, çifte standart, bencillik, sorumsuzluk, liberalizm, konformizm, eleştirileri karşı saldırıyla yanıtlama, vb., vb.’dir... Birlikte çalıştığı emekçi kimlikli yoldaşını küçümseyip aşağılarken, eğitimli bir küçük-burjuvanın liberal eğilimleri ile uzlaşır. “Yukardan” gelen eleştiriler karşısında teslimiyetçi bir tutum sergilerken, yoldaşlarının eleştirilerini tahammülsüzlükle karşılar, yoldaşlık ilişkilerini tahrip eder, böylece sağlıklı bir organ içi yaşamı da dinamitler...

Böyle bir durumda, faaliyetin gerçek sorunlarından çok bu tür sorunlar öne çıkar. Bu da zaten sorunlu olan çalışmayı ayrıca zora sokar.

Saflarımızda yaşayan küçük-burjuvaziye karşı uzlaşmaz olmak, onun geriye çeken ve yer yer de düzeyi düşüren tutumlarına karşı ilkeli ve kararlı bir mücadele yürütmek zorundayız. Eğer müdahalelere yanıt vermeyen yapısal bir kimlik sorunu varsa, bunu zamanında tespit etmeli, gerekli tutumu alarak, tahribat yaratmasına fırsat vermemeliyiz.

 

Sağlıklı bir arınma partiyi güçlendirir!

Parti bütünsel bir organizmadır. Bir alanda dışavuran bir zayıflığın üzerine gidilmediğinde, bu giderek bünyeyi de etkilemeye başlar. Nasıl ki organizma küçük bir mikrobu etkisizleştirmekte zayıf kaldığında hastalık bünyeyi sarıyorsa, benzer bir süreç, üstelik son derece sinsi bir biçimde işler.

Zamanında ve doğru müdahaleler ile zaafların üzerine gidilmesi tahribatı en aza indirmekle kalmayacak, daha önemlisi bünyeyi kemirecek etkenlere karşı direnme gücünü artıracaktır. Böyle bir durumda zaaflı kişilikler zaaflarını rahatlıkla sergileme ve sürdürme olanağı da bulamayacaklardır.

Sağlıklı bir organ işleyişi, devrimci bir iç yaşam burada en kritik halkadır. Parti normları, değerleri ve kültürünün oturtulduğu bir kolektifte, aykırı tutum ve davranışlar yaşama ve kendini dayatma zeminini bulamayacaktır. Eleştiriler ve alınan tutumlar bireysel değil kolektif olduğu ölçüde, zaaflı kimlik bir tercihle yüzyüze kalacaktır. Ya kendini değiştirme iradesi sergileyemediği için safları terkedecek ya da kendine çeki düzen vererek tutunmaya çalışacaktır.

Dolayısıyla, sorunun çözümü basitçe “cezalandırma” değildir. Öncelikle yapılması gereken, zayıflığın çözümlenmesi, ideolojik eleştirinin konusu edilmesi, aşılması için gerekli yardımın sunulmasıdır. Eğer müdahalelere rağmen sonuç alınamıyorsa, zaaflar aynı biçimde tekrarlanıyorsa, son derece net bir tutum alınmak durumundadır. “İnsan kaybetmemek” adına sergilenen sözde “esnek” tutumlar hem o insanın kazanılamamasına, hem de yeni devrimcileşen insanlarda bozulmalara yolaçmaktadır.

Eğer kimliksel zaafiyetin ürünü bir ayak direme varsa, zaaflar döne döne tekrarlanıyorsa, böylelerine hiçbir biçimde, hiçbir düzeyde sorumluluk verilemez. Yetenekleri, kapasiteleri, vb. ne olursa olsun, devrimci müdahaleye yanıt vermeyenlere zamanında gereken tutum alınmalıdır.

Elbette parti devrim davasına katkı sunacak her türlü insan malzemesinden yararlanacak, en küçük bir enerji damlasını dahi değerlendirmeyi ihmal etmeyecektir. Fakat partinin değerlerine ve kültürüne yabancı, kendi kimliğini ısrarla dayatanlar parti saflarında tutulamayacağı gibi, çevre-çeper örgütlenmelerinde de hiçbir sorumluluk düzeyi tanımlanamaz. Zira, böylelerinin yarattığı sorunlarla uğraşmak partiye zaman kaybettirmekle kalmamakta, henüz şekillenmekte olan yeni güçlerin gelişme süreçlerinin de sakatlanmasına yol açmaktadır.

 

Yol gösterici bir deneyim!

“Eğitimbilim ustası” sayılan Makarenko’nun deneyimleri yukarıda işaret edilen sorun açısından yol göstericidir. Makarenko, Ekim Devrimi’nin ardından, anasını-babasını yitirmiş, bir kısmı suç işlediği için ıslahevlerinde kalan gençlerin eğitimini üstlenir. Başlangıçta ayak direyen, hiçbir müdahaleye yanıt vermeyen bir kısmı çocuk yaştaki bu gençleri, hoşgörü göstererek, taviz vererek değil, ilkeli ve kararlı tutumları sayesinde kazanmayı başarır.

Her geçen gün çocuk/genç sayısı artan “koloni”de, olağanüstü bir değişim ve dönüşüm pratiği yaşanır. Dünün hırsızlık yapan, yol kesen gençleri, ayrıca irdelenmesi gereken çok yönlü bir eğitim süreci sayesinde, koloniye yeni gelen sorunlu çocukların eğiticileri haline gelirler. Öyle bir çekirdek yaratılmıştır ki, her yeni gelen süreç içinde onlara benzemekte, zira onları örnek alarak şekillenmektedir. Aykırı davranma eğiliminde olanlar çıksa da, bozucu bir rol oynayamazlar. Çok geçmeden onlar da, dışlanmayı göze alamadıkları için, eğilimlerine ket vurmak, uyum sağlamak zorunda kalırlar. Sağlamayanlar ise –ki sayıları çok azdır- koloninin dışına çıkarılır.

Birbirine kenetlenmiş, kolektif müdahale gücü sergileyebilen, devrimci iç yaşamını kurabilmiş bir yoldaşlar topluluğu iseniz, yeni kazandığınız güçleri de kendinize benzetirsiniz.

Birbiriyle çekişen, kolektivizme yabancı, zaaflarını yaşatmakta ısrar eden küçük-burjuvaların rengini verdiği bir zeminde ise, kazanılan yeni güçler de onlara benzeyecek, devrimcileşme süreçleri daha baştan sakatlanacaktır.

Unutmayalım, herkes kendi suretinde insan yaratır!


Üste