Logo
< Örgütçülük: Kitle faaliyetinde zayıf halka

Devrimci öznenin rolü


Devrimci öznenin rolü

Kapitalizm kendini varedebilmek için sürekli olarak toplumlar arasında ya da toplum içerisinde bölünmeler yaratır. Milliyetçiliği, dini görüşleri, başka milliyetler üzerinde kurulmaya çalışılan egemenliği bir çeşit örtü olarak kullanmasıyla, bir tarafta “biz”in diğer tarafta ise “öteki”nin yaratılmasıdır bu.

Toplum içerisinde yaratmaya çalıştığı bölünme ise, insana özgü ne varsa hepsini yok ederek, burjuva kültürünü tek tek bireyler üzerinde ve bireyler arası ilişkilerde bencillik, bireycilik, edilgenlik, rekabet, çıkarcılık şeklinde varederek karşımıza çıkar. İster bir fabrikada kollektif üretimin bir parçası olan bir işçi olsun, ister bir doktor, öğrenci ya da bizzat kapitalistin kendisi olsun, özel mülkiyete dayalı üretim ilişkileri içerisinde  “biz”in yerine “ben”i, öznenin karşısına nesneyi, değiştirmenin yerine kabullenmeyi, iradi gücün yerine itaati, yardımlaşmanın yerine rekabeti, kolektif kültürün yerine bireysel zevki koyar. Emek sömürüsüne ve artı değer üretimine dayanan bu sistem içerisinde insan insan olarak bir o kadar “yoksullaşır”. Kültürel tahribat, ideolojik tahribat, ekonomik yoksulluğun yanında bir de düşünsel yoksulluk çoğu zaman kaçınılmaz hale gelir. Buna pek çok örnek verilebilir. Fakat burada önemli olan sosyalizm için verdiğimiz mücadelede tüm bunlara karşı nasıl savaşacağımız, bunları nasıl söküp atacağımızdır.

İnsan özne olarak kendi rolünü oynayamadığı sürece bu sistemin yıkılması söz konusu bile olamaz. Kapitalizmin belli bir “olgunluğa” eriştiğinde “zaten” “kendi kendine“ yok olup gideceği düşüncesi eylemsizlik ve kadercilik doğurur. Bu bilimsel bir gerçekliktir. Fakat bugün için bunu kavrayamayan işçiler içerisinde, onları devrimcileştirmek/yani özneleştirmek için verdiğimiz mücadelede karşımızda sıklıkla “böyle gelmiş böyle gider”, “biz bir şey yapamayız, her şey onların elinde”, “zamanında denedik olmuyor” şeklindeki yansımaları görürüz. Bu düşüncelerin temelinde, kapitalizmin her şeyi olduğu gibi işçiyi de basit bir nesneye dönüştürdüğü gerçeği yatsa da, işçi kitleleri mücadele etmiyor olmalarını çeşitli şekillerde gerekçelendirerek kaçış noktaları yaratır. Bilinçlenme ve eyleme geçmeyle beraber gelecek olan özgürleşmenin yolunu açmak yerine, gücü ya da zamanı olmadığını, ya da yalnız olduğunu anlatarak mevcut koşullara mahkumiyeti tercih eder. Arkadaşları tarafından yarı yolda bırakılacağını, kimilerinin patronla işbirliği yapacağını söyler. Bunlar karşımıza en çok çıkan gerekçelendirmelerdir ve dayatılan burjuva kültür ile çalışma ve yaşam koşulları düşünüldüğünde, “gücü”nün, “zamanı”nın olmayışı ya da yanında birlikte mücadele edecek işçi arkadaşlarının olmayışı da bugünkü tablonun kendisidir. Toplumsal çıkarın yerine bireysel çıkar baskın olduğu için, “çıkarları ortak bir sınıf olma” bilincinden yoksun olunduğu için, bu sorunlarla sıklıkla karşılaşırız.

Bunu aşmanın yolu, “bilinçlenme, örgütlenme ve eyleme geçme”dir. Devrimci özneler olarak işçi kitlelerine sınıf bilinci kazandırdığımızda ve onların kendi sorunları için bir araya gelmelerini ve mücadele etmelerini sağladığımızda, tüm bölünmelerin, burjuva ideolojisi ve kültürünün ürünü anlayışların ortadan kalkmaya başladığını görürüz.

Fakat bunun sadece bir “ilk adım” olduğu unutulmamalıdır. Çünkü esas belirleyici olan işçilerin devrimci parti ile buluşmasıdır. İşçi kitlelerini partimizle örgütsel, düşünsel ve kültürel olarak et ve tırnak gibi kaynaştırabilmek, bu düzeni yıkmak için olmazsa olmaz ise, kitleler karşısında partiyi temsil edecek olan bizlerin de her türlü zaaflı yönünü aşması bir zorunluluktur. Çünkü tayin edici olan devrimci kadrodur.

Her yerde, kurduğumuz her diyalogda, çaldığımız her kapıda ya da izlediğimiz her haberde egemen burjuva bilinç, kültür ve anlayış ile karşılaştığımız ölçüde, devrimciler olarak bizlerde de kimi zaafların yaşaması doğal görülebilir. Fakat, işçi sınıfının tarihsel rolünü yerine getirmesinde bize düşen sorumluluğu düşündüğümüzde, küçük bir hatanın bile yılların kazanımlarını kaybettirebileceğini unutmamalıyız. Bu, yoldaşlarımızla kurduğumuz ilişkiler açısından da önemlidir. Örgütlü yaşamı, örgütlü kimliği, kolektif düşünebilme yeteneğini güçlendirdiğimizde, umutsuzluk içerisinde adım atmaktan çekinen işçilerin önümüze koyacağı zorlukları aşmak hiç de zor olmayacaktır.

Zaman zaman işçilerle ve yoldaşlarımızla kurduğumuz ilişkilerdeki zayıflık, eleştiriyi kabullenmeme, yapıcı eleştiri yerine kırıcı olma, kolektif davranmak yerine “inisiyatif kullanmak” adına bireysel hareket etme şeklinde karşımıza çıkıyor. Bazen kullanılan bir cümle, bazen tepkisellik, sabırsızlık ya da tahammülsüzlük çalışmada kaybettirici bir rol oynayabiliyor. Bunu aşmak, ısrarla örgütlü davranmayı, bireysellikle mücadele etmeyi, ideolojik, politik, pratik ve örgütsel eğitime sarılmayı gerektiriyor.

Toplumda her şey kendi karşıtıyla birlikte var olur ve bu karşıtlık kendisini davranışlarda da gösterir. İki karşıt sınıfın, burjuvazi ile proletaryanın kültürü birbirine zıttır. Bizler proleter kültüre özgü olan davranış biçimlerini benimsemeyi, yanlışlardan ve zayıflıklardan öğrenmeyi, karşılaştığımız her sorunu bir çözüm aracına dönüştürebilmeyi başardığımız ölçüde devrimci özne olarak rolümüzü daha iyi oynayabiliriz.

G. Deniz